İnsanlarımız ve İktisâdiyatımız

220

10 Aralık 2007 Târihinde Rahmet-i Rahmana Kavuşan Prof. Dr. SABAHADDİN ZÂİM ile Kasım 2007’de Yapılan Röportaj

Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’de bir kavram kargaşası yaşanıyor. Sebebini Türkiye Cumhuriyeti’nin özelliklerine bağlayanlar var. ‘Tanımlamaya Türkiye Cumhuriyeti’nden başlamak gerekir.’ deniliyor. Biz de oradan başlayabilir miyiz Hocam?

Prof. Dr. Sabahaddin Zaim: Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuştur. İsmi üstünde: Cumhuriyet… Cumhur’a, yâni millet hâkimiyetine dayanan ve bu hâkimiyetin milletin temsilcisi olarak seçilen milletvekilleri ve başlarındaki Cumhur Başkanı tarafından yürütüldüğü devlet idâresi şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları başta Atatürk, batı modeli bir demokratik rejimi benimsemişlerdir. Fakat bu hedefe muhtelif safhalardan geçilerek ulaşılmıştır. 1923’te Cumhuriyetin ana kalıbı kurulmuştur. Atatürk’ün şöyle dediği ifade edilir: “Ben diktatörlük yapacağım, benden sonra diktatör gelmemesi için…’ Bu sebeple tedricen çok partili rejime geçme denemeleri yapılmıştır.

1945’te çok partili rejimle, Cumhuriyetin siyâsî demokrasi safhası başlamıştır. 1927’de Teşviki Sanayi Kanunu ile başlayan özel sektör eliyle gelişme prensibi; 1930-1950 arasında iktisâdî zaruretle yapılan iktisâdî devletçilik teşebbüsünden sonra, 1950’de tekrar rayına oturtulmuş ve teşebbüs hürriyeti benimsenmiştir. 1963’te toplu sözleşme ve hür sendikacılık prensipleri ile Cumhuriyetin iktisâdî demokrasi safhası başlatılmıştır. Türkiye Devleti, Milletler arası Çalışma Teşkilatına üye olduğu gibi, sendika konfederasyonlarımız da bu teşkilata ve batı dünyâsındaki meslekî konfederasyonlara katılmışlardır. Sonrasında yapılacak iş, bu kurulmuş organizasyonların iyi işlemesini sağlamaktır.

Batı modeli demokrasi üç temele dayanır:1-Siyâsî kudretin, 2-İktisadî kudretin ve 3-Sosyal kudretin;  bir gurubun, bir şahsın, bir partinin elinde temerküz etmeyip toplumdaki muhtelif guruplar arasında mümkün mertebe dengeli dağılması ve her gurubun diğerini kontrol edebilmesidir.

Siyâsî kudretin dağılması siyâsî partiler vasıtasıyla olur. Bu sebeple siyâsî demokrasi çok partili rejimi gerektirir. Piyasa ekonomisinde iktisâdî kudretin bölüşülmesi toplu pazarlık sistemiyle gerçekleşir. Sosyal kudretin bölüşülmesi ise, sivil toplum kuruluşlarının güçlendirilmesiyle olur. Türkiye’de bu model teşekkül etmiştir.  Temel hak ve hürriyetlerin hepsi bu demokrasi modeli içinde bulunmaktadır.

Çetinoğlu: İnsanlarımız, şu veya bu fikri benimsemeden önce, kendilerini millî kültür ve iyi ahlâk ile donatılmalı. Ahlâk kavramında da kargaşa var. Nasıl bir ahlâk?

Prof. Dr. Zaim: Her toplumda ahlâkın temeli dindir. İslâmiyet’te de; ‘Ahlâk dinin yarısıdır.’ Denir. Hıristiyanlık’ta da, Musevilik’te de, Budizm ve Hinduizm’de de ahlâkî kaideler dinî esaslara dayanır.

Toplumu dinî köklerinden uzaklaştırıp, cemiyette materyalist ve seküler bir düzeni hâkim kılmak isteyenler, ahlâk kavramını ve muhtevâsını unutturup, ‘etik’ adıyla onu sekülerize etmek düşüncesindedir. Etik kavramı, özü ve muhtevâsı boşaltılmış ve dinî temelini kaybetmiş seküler ahlâk anlayışını hâkim kılmak için kullanılmaktadır.  Toplumda yapıcı tesiri azalır.

Çetinoğlu: Dinler-medeniyetler arası diyalog da çok tartışılıyor. ‘Toplumların birbirlerinin inançlarına ve değerlerine saygısız davrananlarından, sataşmalarından ve saldırmalarından sağlanacak hiçbir fayda yoktur!’ Deniliyor. Bu olumsuzluklardan kaçınmak için; ‘Hoşgörü, diyalog ve uzlaşma yollarından başka bir yöntem olmadığı…’ söyleniyor. Diğer tarafta; Aleyhimize sonuçlar doğuracağı endişesiyle diyalogu reddeden, hattâ diyalog arayışında olanları hâinlikle suçlayan aydınlarımız var. Bu konudaki görüşünüzü lütfeder misiniz?

Prof. Dr. Zaim: Din Allah’ın nizamıdır. Tek tanrılı dinlerde olduğu gibi Budizm ve Hinduizm’de de kendi felsefî ifâdeleriyle, (adı başka bir kelimeyle ifâde edilse bile) bir Allah (cc) inancı vardır. Dinlerin maksadı insanların refahını ve felâhını sağlamaktır.

Milletler arası münâsebetlerde, siyâsîler; bâzen kendi dünyevî münâsebetleri için halkın din duygularını manüple edebilmektedir. Dinî liderlerin zaman zaman bir araya gelerek ihtilâflı konulara açıklık getirmelerinde fayda vardır. Bizim dinimizin bu husustaki prensipleri bellidir. 1-‘La ikraha fiddin. /  Dinde zorlama yoktur.’ 2-Leküm diniküm veliyedin. / Senin dinin sana, benim dinim bana’. Osmanlı toplumunda muhtelif din mensupları arasındaki münâsebetler güzel bir örnek teşkil eder. Bir Müslüman, gayrimüslim komşusuyla insanî münâsebetler çerçevesinde iyi geçinirdi. Komşusu öldüğünde de ‘Dinince dinlensin’ diye duâ ederdi.

Çetinoğlu: Kalite, yalnızca üretilen malın ve yaşanan hayatın değil, siyâset ilminin de eskimez ilkelerinden biridir. Bir ülkenin yönetimi, Hakk’a ve halk irâdesine ne ölçüde uyuyorsa o ölçüde kalitelidir. Böyle bir ortam mümkün mü, mümkün olursa bize neler sağlar?

Prof. Dr. Zaim: Elbette mümkün.İnsan fıtraten güzel insan olarak doğar. Dînî terbiyenin hedefi, bu güzelliğin hayatın ileri safhalarında da devamını sağlamaktır. Müslüman, ‘güzel insan’ demektir. İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır. Örnek insanlar, Allah’ın seçilmiş kulları olan Peygamberler ve de en sonuncusu olan Peygamberimizdir. Onun hayatı en ince noktasına kadar tespit edilmiş ve yazılmıştır.

Hedefimiz, güzel insanların hâkim olduğu bir sevgi toplumu meydana getirmektir. Bu hususta çok çalışmak gerekir, problemli olanlarımız, halkımızın tabanından ziyâde, diplomalılar arasında daha fazla bulunmaktadır. Yönetimde güzel insanların çoğalmasına gayret etmek gerekir.

Çetinoğlu: Yönetim kadrolarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Prof. Dr. Zaim: : Güzel insanlar yönetime hâkim olursa, içte de, dışta da başarılı olurlar. Onun için denmiştir ki, ‘Adâlet mülkün temelidir.’ Zîra adâletin zıddı zulümdür. Bir toplum küfür ile değil, zulüm ile yıkılır. Arzu edilen iyi hedeflere hakkın yolunda, halka hizmetle ulaşılır.

Çetinoğlu: Gerek ülkemizde, gerek dünyâda sekülerleşmeye yönelişler gözleniyor. Aynı zamanda intihar olaylarında da artışlar… Bu olgular bağlantılı mı?

Prof. Dr. Zaim: Hayır. Dünyâ 20. asrın son çeyreğine kadar kâfi derecede sekülerleşmişti. Komünizmin yıkılışından sonra dünyâ tedricen din’e dönmeye çalışmaktadır. Bugün dünyânın en önemli problemi âile müessesesinin zayıflamasıdır. İslâmiyet’te ‘sıla-i Rahim’ müessesesi bunun için konmuştur. Yâni ‘yakınlarınızı ve akrabalarınızı ziyâret edin’ denilmiştir.

Câmilerde her Cuma hutbesinde hatipler sözlerini şu Âyet-i kerimelerle bitirir:  ‘Şüphesiz ki Allah adâletli davranmayı, iyilik yapmayı ve akrabayı görüp gözetmeyi emreder. Her türlü hayâsızlığı, kötülüğü ve azgınlığı yasaklar. Düşünüp ders almanız için size böyle öğüt verir.’ Maksat nedir? Cemiyetin çözülmesini ve yalnız kalabalıklar hâline düşmesini önlemektir.

İntiharlar inançsızlıktan doğar. Hayat mücâdelesinde pes etmek, demektir. Hâlbuki güzel insan, irâdesini Allah’ın gösterdiği doğru yolda kullanmakla mükelleftir. Bütün gayretine rağmen hedefine ulaşamazsa, irâde-i külliye’ye teslim olur, tevekkül eder. Çünkü Amentü’de imanın bir unsuru olarak kadere inanılmıştır. Güzel insanın görevi; Hayatının her safhasında imtihan içinde olduğunu bilmek, nimetlere şükretmek, musibetlere sabretmektir.

Çetinoğlu: Medeniyetler ve kültürler birbirlerini törpüleyip aşındırıyorlar. Globalleşme, insanlığın varacağı son durak mıdır?

Prof. Dr. Zaim: Globalleşme, hak ile batılın, daha geniş ölçüde yüzleşmesine yol açıyor. Son durak Hakk’ın yanındadır.

Çetinoğlu: Asr-ı Saadet, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde, İslâmî yönetimlerde; semavî dinlerin mensupları kadar, diğer inanç sistemlerine bağlı olanlar da huzur ve güven içerisinde yaşıyorlardı. Yirminci yüzyılda ne oldu da aynı dinin farklı mezheplerini ve yorumlarını benimseyenlerin elleri birbirlerinin boğazından ayrılmıyor?  

Prof. Dr. Zaim: İslâmiyet zayıfladığı, dünyâ yönetiminde yer almadığı için…

Çetinoğlu: İslâmiyet adına cinâyetler işleniyor. Cinâyetleri işleyenler kimi ve hangi düşünceyi temsil ediyorlar? İslâmiyet iklimi mi bozuldu, Müslümanlar mı zehirlendi? Çözüm nerede?

Prof. Dr. Zaim: Müslümanlar İslâm’ı hayatlarında rehber edinmediği için. Çözüm, Allah’ın ipine sarılmaktadır. Çözüm, İslâm’ın mânâsını ve muhtevâsını öğrenmek, bu kaideleri hayatımıza uygulamak ve yaşayışımızı ona göre düzenlemek, bu uygulamayı ihlâs ile yapmak, Allah’ın rızâsına nâil olacak seviyede yaşamak, yâni takvâ derecemizi artırmak, nefsimize hâkim olmak, mümin kardeşlerimizin meziyetlerini araştırarak, kendi kusurlarımızı tashih etmeye çalışmaktadır.

Çetinoğlu: Bilinen panzehirler 1500 yıla yakın bir süreden beri evlerimizin, gönüllerimizin, kafalarımızın en mutena köşelerinde duruyor. Durduğu yerden alıp, hayata uygulayacak güç nerede? Bu işi kim yapacak?

Prof. Dr. Zaim: Her birimiz yapacağız. Yarından itibaren… sorunuza verdiğim cevapta söylediklerimi yerine getirmeye çalışacağız: güzel insan olmaya gayret edeceğiz. Bu yolda başarı kazandıkça içinde bulunduğumuz toplum bir sevgi toplumu hâline dönüşecektir.

Çetinoğlu: Târihte Yahudilerle hiç savaşmadık. Onlara karşı düşmanca davranmadık. Hatta İspanya’dan kovulduklarında bağrımıza bastık. Cumhuriyet döneminde Yahudilere karşı dostça olmayan bir yaklaşımımız olmadı. Buna rağmen onların da bize karşı, yine düşmanca demeyelim, dostluğa sığmayan hareketleri, görünürde yok gibi. ‘Var’ dersek, inandırıcı örnekler göstermekte zorlanırız.

Ancak olup bitenleri incelediğimizde, İsrail’in Türkiye’ye bakış açısı ile ilgili olarak şüpheler doğup gelişiyor. Bu konuda bir yorum yapar mısınız?

Prof. Dr. Zaim: Türk milletinin ve devletinin, Yahudilerle bir meselesi olmamıştır. Fakat İsrail’de ve ABD’de Siyonist Yahudilerin hâkim oluşu, Filistin içinde Araplarla mücâdeleyi İslâm ile mücâdele hâline dönüştürmüştür. Türkiye de bundan etkilenmiştir.

Çetinoğlu: İslâm Konferansı Teşkilatı, günümüzdeki adı ile İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın (İİT)’nin 1972 yılında Cidde’de yapılan toplantısında belirlenen hedefleri arasında; Filistin halkına yardım edilmesi de yer alıyor.. Şüphesiz yardım ediliyor. Edilmeseydi mücâdeleye devam edemezlerdi. Fakat 34 yıl geçmesine rağmen hâlâ netice alınamıyor. Yine İİT’nin hedeflerinde belirtildiği gibi; Müslüman devletlerin vakar, bağımsızlık ve millî haklarının korunması konusunda başarı sağlanamadı. Nasıl bir engel var?

Prof. Dr. Zaim: Birinci engel az önce belirtilendir. Arap ülkeleri iktisâdî kaynaklarını, İİT’den ziyâde, Arap Birliği’ne akıtmaktadır. Kavmiyet esası, İslâm Birliği’nin önüne çıkmaktadır. İkinci sebep, hem İslâm dünyâsının, hem de Türkiye’nin temel meselesidir. O da şudur. İslâm dünyâsında halkın çoğunluğu inançlıdır. Fakat yöneticilerin çoğunluğu, temsil ettiği halka kıyasen inancında daha zayıftır. Bu durumda milletler, devletleri ile bütünleşemiyor. Birçok İslâm ülkesinde yönetime hâkim olanlar ya askerler veya büyük sermaye sâhipleri ile kabile reisleridir. Yâni toplum içinde küçük bir guruptur. Bunların dünyâyı yönetecek güçler tarafından manüple edilmesi daha kolay oluyor.

Çâre, İslâm dünyâsında demokrasiyi hâkim kılmaktır. O zaman toplumlar, kendilerini temsil edebilecek kimseleri yönetime getirecek, milletle devlet bütünleşecektir. O zaman o toplumlarda gelişme için vazgeçilmez unsurlar olan; fikir hürriyeti, inanç ve inancına göre yaşama hürriyeti, fikri ifâde hürriyeti, teşebbüs ve çalışma hürriyeti gibi temel insan haklarına toplumlar kavuşacaklardır. Gelişmenin yolu da budur.

Çetinoğlu: İnsanlığın huzurunu tehdit edebilecek en büyük tehlike ne olabilir?

Prof. Dr. Zaim: İnsanlığın huzurunu tehdit eden en büyük tehlike: Allah’ın gösterdiği yoldan, yâni Sırat-ı Müstakim’den ayrılmak, hak ve adâletin yerine zulmü hâkim kılmak, gelir dengelerini mahveden, sefâleti ve sefahatı kamçılayan zekâtsız, fâizli bir toplum hâline dönüşmektir.

Çetinoğlu: Muhterem Hocam! Zaman ayırdınız, hayra vesile olacak çok güzel sözler söylediniz, tavsiyeler lütfettiniz. Şükranlarımı sunarım Efendim.

  Prof. Dr. SABAHADDİN ZAİM   Konya’dan Balkanlara göç eden ve burada 3 asır yaşayan bir âilenin evlâdı olarak 1926 yılında Makedonya’nın İştip kasabasında dünyâya geldi. Babası, 1934 yılında İstanbul’a göç etme kararı alınca, 8 yaşında İstanbul’a geldi. 5 yaşında Makedonya’da başladığı eğitimine Fâtih ilçesinin Çarşamba semtinde devam etti. Okullarda din dersi olmadığı için, mülk sâhibi olarak ‘Bey’, ilmiye sınıfından olması sebebiyle de ‘Efendi’ sıfatlarına sâhip âilesinin yönlendirmesi ile mahalle camiinin imamından dersler aldı. Kur’an-ı Kerîm okumayı öğrendi.   1940 yılında Fatih Ortaokulunu, 1943 yılında İstanbul Vefa Lisesi’ni Lâtince ve İngilizce öğrenerek bitirdi. Yükseköğrenimini 1947 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamladı. 1950 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde lisans imtihanını verdi. 6 yıl kaymakamlık yaptıktan sonra 1953 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde asistan olarak akademik hayata başladı. Burada Doçent ve Profesör unvanını aldı, 1993 yılına kadar öğretim üyesi ve bölüm başkanlığı yaptı.   Aynı yıl Sakarya Üniversitesi’nin kuruluşunda görev aldı ve İktisadî  İdârî İlimler Fakültesi’nin Dekanı oldu. 1998 yılında emekliye ayrıldı.   9 Aralık 2007 târihinde ebedî âleme intikal etti.   1953 – 1998 yılları arasında; ABD, Almanya, Suudi Arabistan, Makedonya, Saray Bosna Üniversitelerinde misâfir öğretim üyesi olarak dersler verdiği gibi; İslâm Kalkınma Bankası’nda, İslâm Konferansı Teşkilâtı’nda, Millî Prodüktivite Merkezi’nde, Millî Birlik Komitesi’nde ve özel sektör kuruluşlarında; Yönetim Kurulu ve Denetleme Kurulu Üyesi ve Başkanı unvanları ve ayrıca Müşâvir sıfatıyla görevler üstlendi.   Hocaların hocası Prof. Dr. Zaim, hayatı boyunca, yurt içinde ve dışında  sosyal faaliyetlerin  içinde aktif görevler üstelendi. Kurucu üyesi ve başkanı olduğu sivil toplum kuruluşlarından bâzıları: ABD’de Milletlerarası Müslüman Sosyal Bilim Adamları Cemiyeti, İngiltere’de Milletlerarası İslâm İktisatçıları Cemiyeti, Türkiye’de: İlim Yayma Cemiyeti ve Vakfı, Türkiye Millî Kültür Vakfı, Türkiye Aydınlar Ocağı, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, Mülkiyeliler Birliği, Yeşilay Cemiyeti, İş Dünyâsı Vakfı, Anadolu Eğitim Vakfı, Vefa Lisesi Mezunları Vakfı.   22  adet Kitabı, 174 adet makalesi yayınlanan Sabahaddin Zaim adı; İstanbul Üsküdar’da Çamlıca Sabahaddin Zaim Eğitim Merkezi, İstanbul Küçükçekmece’de Sabahaddin Zaim Lisesi, İstanbul Ümrâniye’de Anafen Sabahaddin Zaim İlkokulu, Adapazarı’nda Prof. Dr. Sabahaddin Zaim Kız Lisesi…gibi birçok kurumun unvanında yer almıştır.  

(Bu sohbet, vefatından 1 ay önce, Erenköy’deki evinde geçekleştirilmiştir. O. Ç.)

Önceki İçerikMedrese Eğitimi
Sonraki İçerikŞeyh Sait İsyanı, İngiltere ve Musul (13 Şubat 1925)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.