Son zamanlarda gazetelerin 3. Sayfa haberleri kapsamında değerlendirilen ürpertici ve korkunç cinayetler, taciz ve tecavüzler eskiden de bu kadar var mıydı bilmiyorum. Belki de eskiden de vardı ancak medyada bu kadar yer almadığı için duyulmuyordu.
“Bir insanı kasten öldürmek” tarih boyunca bütün semavi dinlerde büyük günahlardan sayılmış. Ölümden sonraki hayatta bu büyük günahı işleyenlerin cehennemle cezalandırılacağı bildirilmiştir.
Tarih boyunca, ister dini temelli olsun ister ladini olsun, hukuk kuralları haksız yere bir insanı öldürmeyi yasaklamış, toplumsal vicdan da bu suçu işleyenlere karşı tepkili olmuştur.
Buna rağmen bu suçu işleyenlerin sayısındaki ve işleniş şekillerindeki vahşet ve dehşet artışının önüne geçilememiştir.
Geçen hafta içinde iki ayrı müebbet hapis cezasının verildiği bir duruşmayı tesadüfen izledim. Kocaeli Gazetelerinde de etraflıca anlatılan bu olayda, yoldan geçmekte olan genç bir işçi, içkili olduğu iddia edilen, tanımadığı iki kişi tarafından bıçaklanarak öldürülmüş, üzerinde bulunan cep telefonu ve kredi kartları alınmıştı.
Mahkeme heyetinin aldığı kararı açıklayan Başkanın sözlerinden sonra, sanıkların ve mağdur tarafın tepkilerini çıplak gözle izlemek beni çok etkiledi. Bir yanda ikinci çocuğu doğmadan birkaç ay önce öldürülen genç ve masum adamın eşi, babası ve diğer yakınları, diğer yanda hayatlarının 10-15 dakikalık bir bölümünde yaptıkları ağır bir hatayı, ömür boyu sürecek mahkûmiyetle ve muhtemelen vicdan azabı ile ödeyecek olan iki genç adam.
Hükmün açıklanmasından sonra sanıklardan birinin titreyen çenesi ve bembeyaz yüzü ile pişmanlık ve acı dolu yüzünü gördüm. Diğer tarafta öldürülen gencin yakınlarını. Çok sevdikleri müteveffanın kaybından yaşadıkları acının depreştiği duruşmadan sonra, sanki verilen ceza bu acıyı biraz hafifletecekmiş gibi, acı ile karışık şaşkınlık ve vakur bir sevinci izledim.
Yargılamayı yürüten hâkimler, savcı ve avukatların da, bütün profesyonelliklerine rağmen, böylesine bir kararın parçası olmaktan değişik derecelerde etkilendiğini gözlemledim. Adaletin tecellisi için ellerinden geleni yaptıklarını, çıkan sonuçtan vicdani ve mesleki açıdan kendilerini defalarca sorguladıklarını hissettim.
Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’un, bir TV kanalında ifade ettiği, aşağıdaki sözlerinin manasını daha iyi kavradım: “Dosyalar (ve gazete haberleri) duruşmalardaki ses titremelerini, ağlamaları, öfkeleri ve diğer insani tepkileri yansıtmaz. Onun için Yargıtay’da alt mahkemeden gelen davalar görüşülürken, üst mahkeme yargıçları duruşmaları yürüten yargıçların kararlarına saygı göstermeli, sadece maddi tutarsızlıklar varsa onun üzerinde durmalıdır.”
Konu ile ilgili haberlere yer veren internet sitelerinde, yorum yazan okuyucuların verilen cezadan memnun oldukları, hatta keşke idam cezası kaldırılmasa da idam edilseydiler tarzındaki ifadeleri görülmekteydi.
öyle bir cinayetin işlenmesine karşı kanunlar ve dinimiz ağır cezalar vermesine ve toplum vicdanında da şiddetli tepki görmesine rağmen neden bu suçların önü kesilemiyor?
Kasten suç işleyenler sadece toplumsal değerlere karşı çıkmak değil, yasalara ve din kurallarına karşı çıkmayı göze alabiliyorlar. Kanunlar, din kuralları ve toplumsal yaptırımlar suçların işlenmesinde yeterince caydırıcı olamamakta. Bu durumda suçlular, muhtemelen devletin yasalarının işlemeyeceğine inanmakta, toplumun tepkisini önemsememekte, din kurallarına inancı bulunmamaktadır.
Bu değerlendirme sadece “hayata karşı işlenen suçlarda” değil, hemen hemen bütün suçlarda geçerlidir. gibi “genel ahlaka karşı suçları” işleyenler, özendirenler ve teşvik edenler,
Müstehcenlik, fuhuş ve kumar gibi genel ahlaka karşı suçları işleyenler, özendirenler ve teşvik edenler
Hukuk dışı telefon ve daha da vahimi ortam dinlemeleri ile “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçları” işleyenler,
“İhaleye fesat karıştıranlar“, imar planlarında, vergi oranlarında kişiye özel değişikliklerle yakın ve yandaşlara haksız kazanç sağlayanlar,
“Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle”, “zimmet, irtikâp ve rüşvet” gibi, “kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suç işleyenler”,
Ve Türk Ceza Kanunu’nda sayılan diğer suçları işleyenler de, kanunlarımız karşısında suç, dini kurallar açısından günah ve sosyal değerler açısından ayıp fiiller işlemektedir.
Bu suçları işleyenler de, kendisini Cumhuriyetçi, Demokrat, İslamcı, Ulusalcı gibi hangi sıfatlarla tanımlarsa tanımlasın, devletin yasalarının işlemeyeceğine inanmakta,toplumun tepkisini önemsememekte, din kurallarına inancı bulunmamaktadır.
Devletin görevi, bu tür insanlara ve onlara özenenlere, “Hukuk Devleti” kavramı içinde yasaların mutlaka uygulanacağını göstermektir.
Toplumun görevi ise bu suçları işleyenlere gerekli menfi tepkiyi göstermektir.
Din kurallarının koyucusunun, hak edilen cezaları vereceğine ise hiç şüphemiz yoktur.