İnsan, hayır veya şer olarak işlediği amellerini kendi iradesi ile yapar. İyilikleri insanlar için kolaylaştıran, insanı böyle temiz bir fıtratla yaratan ve hayırlarla emreden Allah’tır. Ancak Yüce Allah kötülükleri, mâhiyetleri itibariyle çirkin ve insan fıtratına zıt olarak yarattığı ve bir imtihana medâr / sebep olmak üzere onlardan sakınmasını emrettiği hâlde, haram kılınmış bu şeyleri isteyen, insanın kendi iradesidir. Bu yüzden pek çok âyetlerde insanın fiillerinden sorumlu olduğu ve amellerinin / yaptıklarının karşılığında ceza veya mükâfât göreceği zikredilmiştir.
İnsanın fiilleri iradesi dışında gerçekleşirse, mükâfât ve cezanın, hatta imtihanın bir mânâsı kalmaz. Bu ise, zerrelerden yıldızlara kadar herşeyde gâyet ince gaye ve amaçlar gözeten Yüce Allah’ın hikmetine zıttır. Evet, insan bir ağaç gibi bütün bütün mecburiyet altında değildir. Amellerinden mes’ûl tutulmasını gerektirecek bir iradeye sahiptir. Herkes bunu vicdanen bilir ve hayatı boyunca defalarca tecrübe eder. Hiç kimse bir eşyayı satın alırken “Kaderim buymuş!” diyerek satıcının verdiği çürük malı almaz.
Bununla beraber insan, kendi fiillerinin yaratıcısı da değildir. Çünkü yaratma Allah’a mahsustur. Ancak insan başlangıçta bir şeyi istemedikçe, Yüce Allah o şeyi insana zorla yaptırmaz. Yani Cenab-ı Hakk’ın iradesi, kulun iradesine bakar. İnsan neyi isterse, Allah onu yaratır. Hidayete veya dalâlete doğru yürümek insanın elindedir. Fakat sabit birer sıfat olan hidayet ve dalâleti yaratan Yüce Allah’tır. İslâm âlimlerinin büyüklerinden Sadeddin Taftazânî’nin dediği gibi: “İman, kulun kendi iradesini kullanmasından sonra, Allah’ın o kulun kalbine yerleştirdiği bir nûrdur. Cüz’-i ihtiyarî denilen isteme kabiliyetini veren Allah’dır. İsteyen insandır. Fakat hayır veya şer, iyi veya kötü, istenileni yaratan yine Yüce Allah’dır. İnsan kendi isteği ile fiilin yaratılmasına sebep olduğu için mes’ûliyet ve sorumluluk da kendisine aittir.”
Mâdem Ecel Gizlidir…
Mâdem ecel gizlidir. Her vakit ölüm başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde, öyle büyük dehşetli bir mes’ele karşısında çaresiz insan; o ebedî yokluk, o dipsiz ve nihayetsiz / sonsuz; üstelik yalnız başına içinde kalacağı hapisten kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir beka ve daimîlik âlemine, ebedî bir saâdete ve nur âlemine açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hadisesi; o insanın dünya kadar büyük bir mes’elesidir.
Büyük Bir Zulüm
Küfür, mevcudâtın / varlıkların kıymet ve değerini düşürüyor! Mânâsızlıkla itham edip suçluyor! Tüm kâinat ve evrene karşı hakaret etmiş oluyor! Allah’ın güzel isimlerine ayna olan varlıkların, onları aksettirme ve yansıtmalarını inkâr ediyor! Mevcûdatın, Allah’ın birliğine şahit oluşlarını reddedip yalanlıyor! İşte bunlar gibi, daha nice kabullenmeyişler; insanın istidat ve kabiliyetlerini bozuyor! Böylece insanın, iyilik ve hayrı kabule liyakat ve ehliyeti kalmıyor! İşte bu öyle büyük bir zulümdür ki, bütün yaratılmışların ve Allah’ın tüm güzel isimlerinin hukukuna haksız bir tecavüz ve saldırı sayılıyor!
Nitekim, bu hukukun muhafaza ve korunması için, kâfir olan kimsenin; hayra kabiliyetsizliği yüzünden, artık onun bu durumu; affedilmemesinin gerekçesi oluyor.
Yaratılış Vazîfesi
İnsanın yaratılış vazifesi / görevi, öğrenerek mükemmelleşmektir. Dua ile ubûdiyet ve kulluktur. Yani: “Kimin merhametiyle böyle hikmetle idare olunuyorum? Kimin lûtfuyla böyle şefkatlice terbiye olunuyorum? Nasıl bir lütufla böyle nazlı bir şekilde besleniyorum ve idare ediliyorum?” Bilmektir. Ve binden ancak birisine eli yetiştiği ihtiyaçlarına dair, ihtiyaçları gideren Allah’a acz ve fakr lisanıyla yalvarmaktır. İstemek ve dua etmektir. Yani aczin fakrın kanatlarıyla, kulluğun en yüce mertebelerine uçmaktır.
Demek insan bu âleme, ilim ve dua vâsıtasıyla tekemmül etmek / kemâle ermek için gelmiştir.