Eğer insan enaniyet ve enesine / kendine ve benliğine istinad edip / güvenerek; sadece dünya hayatını hayal edip, asıl gaye edinerek; maişet ve geçim derdi içinde; geçici bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider.
Ona verilen bütün cihaz, organ, uzuv, âlet ve latifeler / duygular, ondan şikayet ederek; haşirde onun aleyhinde şehadet edip şahitlik edecek ve davâcı olacaklardır.
Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Kerîm olan Zât’ın / Hz. Allah’ın izni dairesinde ömür sermayesini sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun ebedî bir hayat için, güzelce çalışır.
Teneffüs edip istirahat eder. Sonra a’lâ-yı illiyyîne / Cennetin en yüksek tabakasına kadar gidebilir.
Hem de, bu insana verilen bütün cihazlar ve âletler / duyu ve organlar; ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ve tanıklık ederler.
Evet, insana verilen bütün acip cihazlar, sırf bu önemsiz dünya hayatı için değil. Belki pek ehemmiyetli bir bâki / ebedî ve dâimî bir hayat için verilmiştir.
Çünkü insanı hayvanla karşılaştırırsak, görürüz ki, insan; cihaz, âlet ve organları bakımından; hayvandan yüz derece daha fazla bir zenginliğe sahip kılınmıştır.
Fakat insan; dünya hayatından lezzet alışında ve hayvan gibi yaşayışında, ondan yüz derece aşağı düşer.
Çünkü her aldığı lezzetde, binler elem izi vardır.
Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve her bir lezzetindeki zeval / yok oluş elemi; onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde menfî bir iz bırakıyor.
Fakat hayvan öyle değil. Elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk duyar.
Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne de gelecek zamanın korkuları onu ürkütür.
Rahatla yaşar, yatar. Yaratanına, yani Hz. Allah’a şükreder.
Demek, ahsen-i takvim sûretinde / en güzel kıvamda yaratılan insan; fikrini sırf dünya hayatına hasr etse / sırf ona mahsus kılsa; -yüz derece, sermayece hayvandan yüksek olduğu halde- yüz derece, serçe kuşu gibi bir hayvandan bile daha aşağı düşer.
İYİLİKLE KÖTÜLÜK BİR OLMAZ
Müslümanlarda nifak / iki yüzlülük ve şikak / ikilik ve ittifaksızlık, kin ve düşmanlığa sebebiyet veren tarafgirlik, inat ve hased; hakikatçe, hikmetçe ve en büyük insanlık olan islamiyetçe ve şahsî hayat, sosyal hayat ve mânevî hayat bakımından çirkin ve merdud olup reddedilmiştir.
Muzır / zararlı ve zulümdür. Beşer / insan hayatı için zehirdir.
Evet, müslüman, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için, yalnız acır. Tahakkümle / zorla değil, belki lütufla / iltifatla ve güzellikle ıslahına / düzelmesine çalışır.
Evet, nasıl ki muhabbet / sevgi sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, düşmanlık hasleti / huy ve tabiati, her şeyden evvel kendisi düşmanlığa lâyıktır. Eğer hasmını mağlup etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et / karşılıkta bulun. Çünkü eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet / hasımlık ziyadeleşir.
Zâhiren / görünüşte mağlup bile olsa, kalben kin bağlar. Düşmanlığı devam eder.
Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder / pişman olur. Sana dostluk elini uzatır.
Demek ki, müslümanın işi, kerîm ve anlayışlı olmaktır. Senin ikramınla sana musahhar ve gönlü kazanılmış olur. Zâhiren / görünüşte kötü bile olsa, iman cihetinde kerîmdir.
Evet, fena bir adama iyisin, iyisin desen iyileşmesi ve iyi adama fenasın, fenasın desen fenalaşması çok vuku bulan ve olan bir husustur.
x
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet Sûresi, Âyet: 34)