Memleketimizin karşı karşıya olduğu sorunlardan, insanlarımızın ne derece etkilendiğini anlamak için onlarla beraber yaşamak ve onları hissetmek gerekiyor.
Siz ne kadar ahkam keserseniz kesin, etkiniz karşısındakinin sizi anladığı veya anlamak istediği kadar oluyor.
Onun için sosyo – ekonomik ve kültürel ya da inanç düzeyi farklı her insanla, bir araya gelebilmeli ve ona bir şey anlatmadan önce onu anlayabilmeyi başarmalıyız.
Çünkü her biri, karşı karşıya olduğumuz sorunlara ve bunları doğuran meselelere, farklı açılardan bakıyor.
Biz bas bas bağırıyoruz; işler iyi gitmiyor, ekonomi bozuk, sanayi üretimi yetersiz, köylü perişan, ülke peşkeş çekiliyor, işsizlik almış başını gitmiş, emekli ölmüş vs. falan gibi hatta Türk Milleti ve devleti tehlikede diyoruz, pek aldıran olmuyor.
Herhalde şahsi dertleri bizim söylemeye çalıştığımız konulardan çok daha öncelikli… Onun için kendimizi onların yerine koyarak düşünmeli ve hareket etmeliyiz.
On küsur yıl önce, TÜSİAD’çılar, ileriyi çok net gördüklerini ve her şeyin yolunda gittiğini ve de hiçbir kriz beklemediklerini söylemişlerdi. Oysa kısa sürede başta TÜSİAD’çılar olmak üzere herkes çuvalladı.
O zaman, bu zaman hep kendi kendime sorarım, bu TÜSİAD’çılar gerçekten yakın geleceği görmüyorlar mıydı? diye. Bana göre, gelen krizi görüyorlardı ama kendi açılarından mutluydular ve bu mutluluk onları böyle konuşmaya zorluyordu. Şimdi yaptıkları gibi…
Bugün TOKİ’den ev almayı ve ucuz taksitlerini düzenli ödemeyi başarabilmiş vatandaşın, TOKİ üzerinden yapılan yolsuzluklar, umurunda bile değildir. O, “ahirette iman, dünyada mekan” prensibini hayata geçirmeyi başarmış şanslı bir vatandaştır. Gerisi onun için doğru bile olsa pek mühim olmayan bir teferruattan ibarettir. Çünkü yakın bir süreçte; kerpiçten, ağıldan, tezekten kurtularak içinde sıcak suyu, asansörü, kaloriferi ve kapıcısı olan bir dünya sarayına (!) kapağı atmayı başarmıştır. Unutmayalım ki; her gönülün saray hayali, birbirinden farklıdır. Kimi bir bardak su ister, kimi de Ağrı Dağı’nı!..
Bu sebeple; vergisi afla hafifletilmiş esnafın, maaşı intibakla artırılmış emeklinin, hiçbir sosyal güvencesi olmayan yaşlıya bağlanan maaşın, ataması yapılan öğretmenin, çocuğuna yurt bulmayı başaran babanın, çöpü düzenli toplanan kadının, çarkı istikrarlı dönen müteşebbisin önceliğini, doğru bir şekilde anlamamız gerekiyor.
Onların çoğunluğu için, memleketimizin karşılaştığı yaşamsal sorunların hiçbir önceliği yoktur. Önce can, sonra canan prensibi, varlığını toplumumuz üzerinde her geçen gün daha fazla hissettirmektedir. Ancak bu dünde böyleydi, bugün de böyledir…
Bu nedenle; insan fıtratından kaynaklanan ve Türk Milletinin ruhsal yapısı nedeniyle her geçen gün daha da etkisini ağırlaştıran basit meseleler ve bunlardan zuhur eden sorunlar, gün geçtikçe içinden çıkılmaz hale gelmektedir.
Halbuki gerektiği kadar halkımızın içinde yaşayabilsek, onu dinlesek ve anlasak ve de bunların sonucunda onların öncelikli taleplerini, sürekli olarak karşılayabileceğimiz ümidini verebilsek, her şeyi çözüm noktasına taşıma imkanını yakalayacağız.
Bizim içinde yaşamadığımız, öncelikli taleplerini gerçekleştireceğimiz ümidi veremediğimiz ve de bu sebeple anlayamadığımız insanlar, biz doğruları söylesek bile söylediğimiz doğrulara değer vermemektedir. Çünkü herkesin kendine göre bir doğrusu vardır. Onun için artık; günümüz, herkesin doğrusunu anlamayı ve bunun sonucu olarak da tatminini gerektirmektedir.
Başarmak için; toplumun her kesiminin arasında yaşamak ve onları anlamak ve de onun ümidi olmayı başarmak lazım.