Âlemde görüyoruz ki: Zâlim, günahkâr, gaddar / haksızlık yapan insanlar; gayet refah ve rahat bir yaşayış içindeyken; mazlum ve mütedeyyin / dindar adamlar; son derece zahmet ve zillet ile ömür geçiriyorlar!
Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi / eşit kılar. Eğer şu müsavat / eşitlik, nihayetsiz / sonsuz ise, bir nihayeti / sonu yoksa, zulüm görünür. Halbuki zulümden tenezzühü / uzaklığı, kâinatın şehadetiyle sabit olan adâlet ve hikmet-i İlahiyye, bu zulmü hiçbir cihetle kabûl etmediğinden; bilbedahe / açık bir şekilde, bir mecma-i aheri / ahirette toplanma yerini iktiza eder / gerektirirler ki; birinci, cezasını; ikinci mükâfatını görsün. Tâ şu intizamsız, perişan beşer / insan, istidadına münasib tecziye / ceza ve mükâfat görüp adalet-i mahzaya / tam bir adâlete medar / sebep ve hikmet-i Rabbaniyyeye mazhar ve hikmetli / bir gaye için yaratılan mevcudat-ı âlemin / kâinattaki varlıkların bir büyük kardeşi olabilsin.
Evet şu dar-ı dünya / dünya hayatı, beşerin / insanın ruhûnda mündemiç / saklı oan hadsiz istidad ve kabiliyetlerin sünbüllenmesine müsait / uygun değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet, insanın cevheri / maya ve özü büyüktür. Öyle ise, ebede namzet / adaydır. Mahiyeti / aslı ve iç yüzü âliye / yüksek ve yücedir. Öyle ise, cinayeti / suçu dahi azîm / büyüktür. Sair mevcûdâta / varlıklara benzemez. İntizamı da mühimdir. İntizamsız olamaz, mühmel kalamaz / ihmal edilemez, abes / boş sayılamaz. Fena-yı mutlak / sonsuz yok oluş ile mahkûm olamaz, adem-i sırfa / yokluğa kaçamaz. Onu, cehennem ağzını açmış bekliyor. Cennet ise âğûş-u nazdarânesini / nazenin kucağını açmış gözlüyor.
Acaba, hiç mümkün müdür ki, zerre / atomlardan güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adâlet ve mizanla Rububiyyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl / Sonsuz Haşmet Sahibi olan Allah; Rububiyyetin cenah-ı himayesine / koruma kanadına iltica eden / sığınan, hikmet ve adâlete îman ve ubudiyet / kullukla tevfik-i hareket eden / uygun davranışta bulunan mü’minleri / inananları taltif etmesin / onlara lütufta bulunmasın?
Ve o hikmet ve adâlete küfür ve tuğyan / taşkınlık ile isyan eden edebsizleri te’dîb etmesin / edeplendirmesin? Halbuki, bu muvakkat / geçici dünyada o hikmet, o adâlete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor / yerine getirilmiyor, te’hir ediliyor / erteleniyor.
Ehl-i dalâletin / hak yoldan sapanların çoğu ceza almadan; ehl-i hidayetin / doğru yolda olanların da çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar!
Demek, bir Mahkeme-i Kübrâya / Ahirette Allah’ın huzurunda kurulacak bir Büyük Mahkeme’ye, bir saadet-i uzmaya / en büyük mutluluğa bırakılıyor.
Hem, her hak sahibine istidadı / kabiliyet ve yeteneği nisbetinde hakkını vermek. Yâni vücudunun bütün levazımatını / gerekli olan şeylerini, bekasının bütün cihazatını / donanımlarını en münasip / en uygun bir tarzda vermek; nihayetsiz bir adâlet elini gösterir. Hem, istidad lisanıyla, ihtiyac-ı fıtrî / yaratılıştan gelen ihtiyaç, gereksinim lisanıyla, ıztırar / zorunluluk lisanıyla sual edilen ve istenilen her şeye daimî cevap vermek; nihayet derecede bir adl ve hikmeti gösteriyor.
Şimdi hiç mümkün müdür ki, böyle en küçük bir mahlûkun, en küçük bir hâcet / ihtiyacının imdadına / yardımına koşan bir adâlet ve hikmet; insan gibi en büyük bir mahlûkun beka gibi en büyük bir hâcetini mühmel bıraksın / ihmal etsin! En büyük istimdadını / yardıma çağırmasını ve en büyük sualini cevapsız bıraksın! Rububiyyetin haşmetini, ibadı / kullarının hukukunu muhafaza etmekle, muhafaza etmesin! Halbuki, şu fani dünyada kısa bir hayat geçiren insan, öyle bir adâletin hakikatine mazhar olamaz ve olamıyor. Belki bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor.
Zira, hakiki adâlet ister ki: Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükâfat ve mücazat / ceza görsün.
Madem, şu fani, geçici dünya; ebed için halk olunan / yaratılan insan hususunda öyle bir adâlet ve hikmete mazhariyyetten çok uzaktır…
Elbette, âdil / adâletli, hakîm / hikmet sahibi, sonsuz güzellik ve azameti bulunan Allah’ın daimî bir Cehennem’i ve ebedî bir Cennet’i olacaktır.