İnananlar Kardeştir

34

“Mü’minler ancak kardeştirler. Siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat: 10) “Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın aranızda düşmanlık bulunan kimse, candan bir dost oluvermiştir.” (Fussılet: 34)

Mü’min ve inananlar arasında bozgunculuk, iki yüzlülük, ayrılık ve parçalanma ve düşmanlığa sebebiyet veren taraf tutma, haset ve çekememezlik; hakikat, hikmet, en büyük insanlık olan İslâmiyet, özel hayat, sosyal ve manevî hayat bakımından çirkin, reddedilen ve kabul görmeyen hususlardandır. Zararlıdır ve zulümdür. İnsan hayatı için zehirdir. Özellikle hakikat nazarında zulümdür.

Nasıl ki, sen bir gemide veya bir evde bulunsan, seninle beraber dokuz masum / suçsuz ile bir katil olsa, o gemiyi batırmaya, o evi yakmaya çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Zalimliğini göklere işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ bir tek masum, dokuz katil ve cani olsa, yine o gemi hiçbir adalet kanunuyla batırılamaz.

Aynen bunun gibi, sen, Allah’a ait bir ev ve bir gemi hükmünde olan bir mü’minin / inanan bir insanın bedeninde; iman, İslâmiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, belki yirmi masum sıfat varken; sana zararlı olan ve hoşuna gitmeyen bir cani sıfatı yüzünden ona kin ve düşmanlık beslemen, o manevî beden evini; mânen batırmaya, yakmaya ve batırmaya girişmen veya arzu etmen, onun gibi fena, çirkin, gaddar / acımasızca bir zulümdür.

Hem, hikmet / İlahî gaye nazarında bile zulümdür. Zira malûmdur ki, düşmanlık ve muhabbet / sevgi; aydınlık ve karanlık gibi birbirine zıttır. İkisi gerçek mânâda bir araya gelemez. Eğer sevgi, kendi sebeplerinin üstünlüğüne göre bir kalbde gerçekten bulunsa; o zaman düşmanlık mecazî / gerçek anlamı dışında olur, acımak suretine dönüşür.

Evet, mü’min; kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Baskıyla değil, belki güzellikle düzelmesine çalışır. Nitekim hadis der: “Üç günden fazla mü’min; mü’mine küsüp konuşmayı kesmeyecek.” Eğer düşmanlık sebepleri üstün gelip, düşmanlık; hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o zaman sevgi mecazî / gerçek anlamı dışında bir durum arzeder. Yapmacık ve yaltaklanma sûretine girer. Bir mü’minin kardeşine kin ve düşmanlık beslemesi ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki, sen değersiz küçük taşları, Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Uhud dağından daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin.

Aynen bunun gibi, Kâbe saygınlığında olan iman ve Uhud dağı büyüklüğünde olan İslâmiyet gibi birçok İslâm vasıfları; sevgiyi, söz ve fikir birliğini istediği hâlde, mü’mine karşı düşmanlığa sebebiyet veren ve sıradan taşlar hükmünde olan bazı kusurları; iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık; pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

Evet, iman birliği, elbette gönül birliğini ister. İtikat birliği de, sosyal birliği gerektirir. İnkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostça bir alâka hissedersin. Bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunda, arkadaşcasına bir ilgi duyarsın. Bir memlekette beraber bulunmakla, kardeşçesine bir manevî bağ hissedersin. Halbuki, imanın verdiği aydınlık ve bilinç ile, sana gösterdiği, bildirdiği Allah’ın isimleri adedince birlik bağları, ittifak rabıtaları ve kardeşlik ilişkileri var.

Meselâ her ikinizin Yaratanınız bir, Sâhibiniz bir, taptığınız Mâbud bir, rızık vericiniz bir; bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, yöneldiğiniz kıbleniz bir; bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra, köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir; ona kadar bir, bir. Bu kadar “bir, bir”ler birlik ve birleşmeyi, uyum ve anlaşmayı sevgi ve kardeşliği gerektirir.

Bütün bunlar gibi, kâinatı, evreni ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları hâlde; uyuşmazlık, iki yüzlülük ve bozgunculuğa, düşmanlığa sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve kararsız şeyleri seçip; mü’mine karşı hakikî düşmanlık yapmak, kin bağlamak; ne kadar o birlik, o beraberlik bağına bir hürmetsizliktir. O sevgi sebeplerine karşı bir küçümseme, bir hafife almaktır. O kardeşlik ilişkilerine karşı, ne derece bir zulüm ve sapkınlıktır.

Nitekim bunun böyle olduğunu, kalbin ölmemiş, aklın sönmemiş ise anlarsın.

 

Önceki İçerik“Cenneti Almak Gönülleri Almaktır” yahut Din Budur
Sonraki İçerikKör İnadın Galibiyeti veya Yetkin Olmayan Yetkililerin Günahı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.