IMF İle Büyümek

135

1945 yılında kurulan IMF’nin (Uluslararası Para Fonu’nun) amaçları arasında fakirliği azaltmak, istihdam yaratmak ve ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini arttırmak gibi temenniler bulunmaktadır. Fakat ne hikmetse bugüne kadar IMF kıskacına sıkışan hiçbir ülkede bu amaçlar gerçekleştirilememiştir. Örneğin, ülkemizde fakirliğin azaldığını, istihdam artışı gerçekleştiğini ve üretim bazlı ekonomik büyümenin istikrarlı bir şekilde devam ettiğini söylemek ne ölçüde doğrudur? Buna mukabil; IMF girdabından kurtulan ülkelerin ekonomilerini düzlüğe çıkardıkları dikkat çekici bir vakıadır. IMF’den borç alan Brezilya ve Rusya’nın IMF programlarından bağımsız iktisadi politikalar uygulayarak bugün Çin’le birlikte IMF’ye kredi verecek düzeye gelmeleri diğer ülkeler için de örnek teşkil etmelidir (Çin 50, Rusya 10, Brezilya 10 milyar Dolar kredi vermeyi önermektedir).

IMF’nin ülkeleri sömürgeleştiren etkileri 3 yolla gerçekleşmektedir:

 

  • 1. Uygulanmasını önerdiği bağımlı politikalar ki bu politikalar sosyo-ekonomik olmanın ötesinde siyasi ve askeri olumsuz sonuçlar da doğurmaktadır.
  • 2. Yüksek faizli ve giderek artan dış borç yükü nedeniyle dış politikanın ülke çıkarları aleyhine gelişmesi.
  • 3. Getirilen özelleştirme şartları sonucu ulusal kaynakların yabancıların eline geçmesi.

 Önce sistemin nasıl işlediğine bakalım:

 

  • 1. Her üye ülke için bir kota belirlenir ki bu kota aynı zamanda şu 3 şeyi belirler: IMF kaynaklarına erişimi, maksimum yükümlülükleri ve karar mekanizmasındaki oy hakkını. Bu bağlamda en büyük kotaya sahip olan ülkenin Amerika Birleşik Devletleri olduğunu söylemeye gerek bile bulunmamaktadır.
  • 2. Üye ülke yaptığı Kota Anlaşması gereği, IMF’nin finansal kaynakları için yükümlü olduğu ödeme miktarının % 25’ini SDR (Özel Çekim Hakkı) yada Amerikan Doları veya Avro yada İngiliz Sterlini olarak ödemek mecburiyetindedir. Geri kalan % 75’i ise kendi para birimi ile öder.
  • 3. Üye ülkeler 1 yılda kendi kotasının % 100’ü kadar, buna mukabil toplamda en fazla % 300’ü kadar kredi alabilir. Bir başka ifadeyle daha önce vermiş olduğu parayı (ki % 75’i kendi ulusal para birimiyleydi) karşılığında faiz ödeyerek (genellikle Amerikan Doları cinsinden) geri alır.
  • 4. Acil durumlarda alınacak kredilerin 3-5 yıl gibi kısa sürelerde geri ödenmesi gerekir.
  • 5. SDR tahsilatları konusunda yapılan tadilatlar (değişiklik ve düzeltmelerle ilgili düzenlemeler) toplam oyun % 16,75’ine sahip olan Amerika Birleşik Devletleri tarafından onaylanmadığı takdirde yürürlüğe giremez.

Kredi alabilmek için IMF Yönetim Kurulu’na “Niyet Mektubu” verilir ve yapılan antlaşma ile IMF’nin koyacağı kurallara uyulacağı taahhüt edilir. Dolayısıyla;

 

  • 1. Ülkelere açılacak kredi miktarları oy hakkı fazla olan hakim güçler tarafından belirlenmektedir.
  • 2. Faiz oranlarının tespiti de yine aynı hakim güçlerin yetkisindedir.
  • 3. Uygulanacak sınai ve iktisadi program IMF’nin koyduğu kurallara göre yine IMF tarafından denetlenir ve programa uyuluyorsa kredi parça parça verilir. Yani, geçen sürede şartlarınız değişmiş ise ek tavizler vermek zorunda kalabilirsiniz. Ayrıca, paranın bir defada alınamaması milli menfaatlere uygun farklı bir şekilde kullanılmasını da önler. Kısacası ekonominiz ve sanayiniz IMF’nin kontrolü altına girmiştir.

Bir başka dikkat çekici husus az gelişmiş Asya ve Afrika ülkelerine yönelik “doğal kaynakların yönetimi konusunda büyüme odaklı reformlar alanında işbirliği” kavramıdır. Bu kavramı herkesin kolaylıkla anlayabileceği şekilde yeniden ifade edecek olursak; “büyüme odaklı reformlar yapmak istiyorsanız sahip olduğunuz doğal kaynaklarınızın yönetimi yani paylaşımı konusunda global güçlerle işbirliği yapmak zorundasınız” demektir.

Sonuç itibarıyla; IMF’nin hedef ve amaçları çarpıcı bir biçimde gözler önüne çıkmaktadır. Dolayısıyla, gelişmekte olan ülkelerin IMF odaklı büyümeden ziyade kendi dinamik iç kaynakları ile büyümesi onlar açısından hayati öneme haizdir.