Mc Kinsey adlı şirketin Türkiye’ye “danışmanlık” mı yapacağı, “kayyum” olarak mı görev yapacağı tartışılıyor. Doğru bir karar verebilmek için tarihimizdeki benzer tecrübeleri hatırlamak faydalı olacak.
Ecdadımız Osmanlı ilk dış borçlanmasından sonra bakın neler yaşadı?
Osmanlı Devleti ilk dış borçlanmasını 1854’de yaptı. Bundan önce hiç dışarıdan borç almamıştı. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında başlayan Kırım Savaşında savaş masrafları borç almaya itti. Çünkü Osmanlı Devletinin gelirleri, senede 7.500.000 lira olarak tahmin ediliyordu.
Abdülmecit, 4 Ağustos 1854 tarihli bir irade ile bir borçlanma için yazılı bir anlaşma yapılmasına izin verdi. 3.000.000 İngiliz sterlini tutarındaki ilk borç için 30.000 Türk lirası tutarında Mısır’ın vergisi teminat gösterildi.
Daha sonra yeni borçlanma anlaşmaları yapılmaya devam etti.
Fransa ve İngiltere ile 1855 yılında yeni bir borçlanma anlaşması daha yapıldı. Bu anlaşmaya, İngiliz ve Fransız Hükümetleri, geliri savaşın sürdürülmesinde kullanılmak üzere kefil olmuşlardı. Borçlanmaya teminat olarak Mısır vergisinden artan kısım ile hükümetin umumi geliri ve İzmir ve Suriye gümrük hasılatı gösterildi. Borçlanma Londra’da Rothschild Müessesesine ihale edildi.
İngiliz ve Fransız hükümetleri, Osmanlı Hükümetinden borçlanmayla elde dilecek olan tutarın sadece savaş masraflarına ayrılmasını garanti altına almak istedi. Bunun için bir yaptırım gücü oluşturacak biçimde denetleyecek ve Hazine hesaplarını inceleyecek iki komiser atama hakkı talep ettiler.
Donald Blaisdell’e göre, bu muamele yabancı devletlerin denetimİ kavramının tohumlarını içermektedir.
Bu amaçla İngiltere ve Fransa birer memur görevlendirdi.
***
1858’de Hükümet 5 milyon sterlinlik yeni bir borçlanma anlaşması yapmak istedi ve Londra’da bir Banka ile anlaşma imzaladı.
Anlaşma ile alınan borç 1 Mart 1860’dan itibaren 33 sene içinde tamamen itfa edilecekti. Teminat olarak İstanbul’un gümrük ve dâhili vergileri gösterilmişti.
Bu borç anlaşmasında da dış denetimi öngören bir koşul vardı. Anlaşma uyarınca teminat olarak gösterilen gelirler tahvil sahiplerinin seçecekleri temsilcilerin gözetiminde toplanacaktı.
1859‘da maliyenin düzelmesi için ciddi bir adım atıldı. Avusturya Maliye Bakanlığı’ndan M. Lackenbacker, Babıali’nin isteği üzerine 1857 yılından beri Islahat Meclis-i Âlisi’nin idari ve mali danışmanlığını yapmaktaydı.
1859‘da Sultan mali durumun incelenmesini emretti, İngiliz ve Fransız hükümetlerinden birer uzman göndermelerini istedi. İngiliz hükümeti Osmanlı Bankası müdürü M. Falconnet’i, Fransız Hükümeti de Marquis de Ploeuc’i görevlendirdi.
Bu uzmanlar Maliye Bakanlığı’nın bir “danışma grubu” durumundaydılar.
M. Lackenbacher ve dört Osmanlı memuruyla birlikte “Islahat-ı Maliye Komisyonu”nu oluşturdular. Bu komisyonun 3 tanesi yabancı uzmandan oluşmakla beraber 7 üyeye sahipti. Bu komisyonun görevi, memleket maliyesini tetkik, vergilerin miktarını tespit, kamu masraflarını sınırlandırmaktı.
***************************
Düyun-u Umumiye’ye Doğru
Dış borçlanmalar devam etti. 1862’de bir bankadan İngiliz Hükümeti’nin resmi olmayan onayı sayesinde alındı. Teminat olarak tütün, tuz, damga ve temettü resimleri gösterildi.
1863 Borçlanmasında Teminat olarak muhtelif vilayetlerin gümrük hasılatı, Bursa ve Edirne ipek aşarı, Midilli, Karesi ve İzmir zeytinyağı aşarı, tuz resmi ve tütün aşarı,1862 borçlanmasında karşılık gösterilen gelirlerden geri kalan kısmı, daha önce 1860 borçlanmasına tahsis edilen gelirin 7/8’i gösterildi.
Daha sonra devam eden borçlanma ihtiyacının daha düzenli karşılanabilmesi için Osmanlı Bankası’nın kurulması gündeme geldi. Bu banka Osmanlı Devleti’nin Merkez Bankası olacaktı. 1863’te Bankanın imtiyaz hakkı sermayedarları İngiliz ve Fransız olan banka ve bankerlerden oluşan bir gruba verildi.
1865’de yapılan borçlanma için karşılık olarak, Ergani bakır madeni hasılatı, Suriye vergisini ödemeye tahsis olunan para, Anadolu “ağnam resmi / hayvan vergisi” gösterildi.
*********************************
Genel Borçlar İdaresi
1876’da Hükümet para bulamadı. Bütün borçlanmalarının taksitlerinin ödenmesini durdurdu ve bu tarihten itibaren tahvil sahipleri, hiç bir para alamadılar. Hükümetin acz hali birçok bankada çok büyük buhranlar meydana getirdi.
Ve 1881’de yabancı alacaklıların temsilcileri ile yapılan müzakerelerde Osmanlı hükümetini Server Paşa’nın başkanlığında bir heyet temsil etti. Bu heyette Münir Bey, Ohannes Efendi, Wettendorf Bey, Gescher Efendi, Tchamitch ve Bertram Efendi bulunmaktaydı.
Yapılan ve adına “Muharrem Kararnamesi” denilen anlaşmanın gayesi borçların, faiz ve amortismanların ödenmesi için sağlam gelirler bulunması, bu gelirlerin düzenli bir şekilde toplanıp ALACAKLILARA dağıtılması ile görevli olacak bir teşkilat kurulması idi.
Teoride Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi Osmanlı maliyesinin bir dairesi idi. Uygulamada ise tamamıyla ayrı idi ve serbest hareket ediyordu. İrade ile yasallık kazandığı halde, uluslararası bir görünüm sergilemekteydi. Osmanlı hukukuna dâhil olduğu halde temyize tabi değildi. Düyun-u Umumiye İdaresi’ne bağlı memurlar Osmanlı memuru statüsünde oldukları halde, Osmanlı hükümetlerinin bunlar üzerinde hiç bir yaptırım hakkı yoktu.
Tuz, tütün, damga vergisi gelirleri, Alkollü içkilerden alınan vergi gelirleri, Boğazlardan ve Marmara Denizi’nden elde edilen su ürünlerinden alınan vergileri, ipek öşürü gelirleri, gümrük vergileri, Bulgaristan, Kıbrıs, Doğu Rumeli vergi gelirleri Düyun-u Umumiye İdaresi’ne tahsis edildi.
Düyun-u Umumiye yönetiminin en yüksek organı olan Düyun-u Umumiye Meclisi 7 kişiden oluşuyordu. Bunlar İngiliz, Fransız, Alman, Avusturya- Macaristan, İtalyan tahvil sahiplerinin temsilcileri ile Osmanlı Bankası ve Osmanlı tahvillerinin sahiplerini temsilen birer üyeden oluşuyordu.
Fakat İdare’de görevli yabancı memurların sayısı hiç bir zaman toplam memurların yüzde sekizini aşmamıştır.
**********************************
Faydası ve Zararları
Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulması, gerek Osmanlı Devleti, gerekse alacaklıları önemli ölçüde rahatlatan bir girişim olmuştur. Babıali, önemli kaynaklarını Düyun-u Umumiye İdaresi’ne terk etmekle ekonomik açıdan sıkıntılı bir döneme girmiş, zaman zaman siyasi sorunlar yaşamıştır. Bunun sebebi Düyun-u Umumiye Meclisi’nin kendisini batı kapitalizminin ileri bir karakolu gibi görmesi idi. (Rıfat Önsoy)
Düyun-u Umumiye İdaresi gittikçe güçlenerek, zamanla devlet içinde devlet haline geldi. Devlet gelirlerinin üçte birini yönetecek ve tahsil edecek bir örgüt kuran idare, Osmanlı İmparatorluğu’nun Maliye Nezareti’nden daha güçlü bir hale gelmiştir. Maliye Nezareti’nde çalışan memur sayısı 5.000 dolaylarında iken, Düyun-u Umumiye İdaresi’ndeki memur sayısı 8.000’e ulaşmıştır. 8.000 kişilik dev kadrosu ile Düyun-u Umumiye İdaresi devletin vergi gelirlerinin %70’ini tahsil etmekteydi.
“Düyun-u Umumiye İdaresi Batı Avrupa devletlerinin ileri karakolu gibi çalışan, Avrupa devletlerinin siyasi himayesinde bir kuruluştur.”
Macit İnce, Düyun-u Umumiye İdaresi için, devlet içinde devlet olup, tamamen devlet dışında işler yapıyordu. Mesela İtalya, Düyun-u Umumiye yönetiminden aldığı borçlarla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Trablusgarp savaşını finanse etmiştir. Türk halkının ödediği vergilerle Türkiye’ye karşı yapılan bir savaşa mali destek sağlamıştır demektedir. (Rıfat Önsoy)
Avrupa diplomasisi, Düyun-u Umumiye’ye özel bir şirket değil de sanki kendi temsilcisiymiş gibi davranmıştır. Dolayısıyla Ülkede iki maliye yönetimi çıkmıştır ortaya.
Sonuç olarak, Düyun-u Umumiye İdaresi Osmanlı dış borçlarının teminatı olmuştu. Kısa zamanda Osmanlı kaynaklarının önemli bir kısmını denetimi altına almıştı.
“Tedbirlerin uygulanmasına liderlik edeceği” açıklanan Mc Kinsey’in denetimindeki, “Kamu Maliyesi Dönüşüm ve Değişim Ofisi” yeni bir Düyun-u Umumiye İdaresi işlevi görecektir.