C – TÜRKÇE’NİN SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİ
Bu alanda çok kıymetli eserler vermiş dilcilerimiz ve dile hassasiyetle sahip çıkan insanlarımız var. Bizim buradaki yaklaşımımız kısmen onlarınkine benzer kısmen de değişik tespitleri seslendirecek. Bu kısmı da 3’e ayırarak üçer, üçer dilimizin düğmelerini iliklemeye devam edelim.
Yalnız müsaadenizle buradaki tasnifte yabancı ve ecnebi tabiri yerine gâvur kelimesini kullanmak isterim. Zira yabancı tabirinde, yabancı kelime ve kavramlarda aynı zamanda gizli bir hayranlık ve öykünme de dercedilmiş vaziyette. En azından olumsuzluk tedâi ettirmediği kanaatindeyim. Ama ya gâvur? Tarihî arka planıyla külliyen olumsuz.
Bu babda dilimizin sömürgeleştirilmesinin gönüllü ara elemanları ve taşıyıcıları biziz. Çünkü büyük ittifaklar söz konusu.
1-) GÂVURCA KELİME VE KAVRAMLARDA İTTİFAK:
İstanbul Edebiyat Fakültesi mezunuyum. Bizim Tarih Bölümünde imkân yerine olanak diyenler ve -sel’li, -sal’lı cümle kuranlar sınıfta kalıyordu. Sebep, uydurukça dolayısıyla sol terminoloji yani devrimcilik. Aynı üniversitenin Basın – Yayın veya Hukuk Fakültesine geçtiğinizde ise olanak yerine imkân, ulus yerine millet, us yerine aklı diyenler sınıfta kalma sıkıntısıyla karşı karşıyaydı. Sebep; sağ ideoloji yada milliyetçi – muhafazakâr gençlik.
Şimdi bakıyoruz ki bu alışkanlıklar usta – çırak ilişkisiyle tâ günümüze kadar gelmiş. İdeolojiler arasındaki kalın çizgiler artık yok ama tortular var. Kaba bir tasnifle solcu, sağcı, dinci ve ulusalcı/Atatürkçü olarak ortaya dörtlü bir sacayak koyalım. Solcu; alışkanlığı gereği imkân demiyor. Sağcı hâlâ olanak demiyor. Dinci imkân diyor, ulusalcı/Atatürkçü olanak diyor. Ama tümünün ortak noktası gâvurca kelime ve kavramlar.
Konuşmamın başından itibaren tüm özenime rağmen statü dedim, terminoloji dedim, ideoloji dedim, mitoloji, mesaj ve mail dedim. Çünkü bunların çoğunun ya tam karşılığı yok yada şu anki karşılıkları tam olarak meramı ifadeye yetmiyor. Yine gâvurca bir tâbirle birbirimizi kelimelerle döverken gâvurca üzerinde gizli bir konsensüs oluştu. Öztürkçecilik & Uydurukça ikileminde kaldık, Arı Dil yandaşlığı & Arı Dil karşıtlığı arasında birbirimizi yedik ama gâvurca kelime ve kavramlarla yazmaya, düşünmeye ve kavgaya devam ettik.
Çocuklar dinledikleri ninnilerin rüyasını görürlermiş. Gâvurca kelime ve kavramlarla düşündükçe birbirimizi dinlemez olduk, tanımaz olduk. Dile kelime türetilebilir hatta uydurulabilir. Bunu millî mesele yapanlar olarak biz gâvurca kelimelerle cümle kurmayı mesele etmedik. Türk – İslâm kültürüne ait kelimeleri kullanmamaya ihtimam gösterenler Anglo – Sakson kültürünün kelime ve kavramlarını kullanmakta bir beis görmedi. Dincilerimiz gâvurca bir kelime veya kavram olmadan cümle kuramaz hale geldiler. Ulusalcı/Atatürkçüler de hakeza..
Dolayısıyla gâvurca düşün dünyasında birleştik. Birbirimiz anlamamada, birbirimizi suçlamada, birbirimizden şüphe etmede ve bu bitimsiz kavgada ittifak halindeyiz. En çok kızdığımız dış taraf içte bizi birleştiren ortak unsur olmuş. Önce bunu tespit edelim ve son kısımda bu bağlamda çıkış arayalım.
2-) GÂVURCA TABELALARDA İTTİFAK
- * Örnek – I – “Mc. Donald’s”
- * Örnek – II – “Coca Cola”
- * Örnek – III – “Outlet Center”
Bu isimler İzmit’ten.. Bunların resimleri de var. Burası Ankara, durum
aynı. 81 il; açılan sandık sayısı, çıkan gâvurca tabela adedi aynı. Herkes bundan rahatsız mı? Hayır. Daha önce kaba tarif zikrolunan 4 eğilim rahatsız mı? Kısmen. Ama genel psikoloji gâvurca tabelaların gelişmişlik ifadesi olduğudur. AB ülkesi olma sinyalleridir. Ülkemizin en turistik yerleri işbu tabelalarıdır. Halkımız gavurca tabelayı anlayamasa da memnuniyetini onu ezberleyerek yada onu zihninde fotoğraflayarak dile getirmektedir.
Ara ara bazı kaymakamlık ve valilikler dışında bu gâvurca tabelalarla ciddi ve kanunî yollarla kim ilgilenmiş? AKP’li, CHP’li, MHP’li, Saadet’li, DSP’li ve sair yerel yönetimler mi? Siyasî partilerin parti programlarında bu bahisler var mı? Yoksa bu konu önemsiz mi? Gâvurca kelime ve kavramlarla aynı ülkenin insanları birbirini dövmeye devam edecek mi?
3-) GÂVURCA TELAFFUZDA İTTİFAK
- * Örnek – I – “N City” yazıyor; “En Siti” diye okunuyor.
- * Örnek – II – “Carrefour” yazıyor; “Karfır” diye okunuyor.
- * Örnek – III – “TV 41” yazıyor; “Tivi 41” iye okunuyor.
Yani; ey, bi, si, di, ay, cey, key… Hani Türkçe yazıldığı gibi okunan yada
okunduğu gibi yazılan bir dildi? İlkokulda 29 harfi a, b, c, d, e diye telaffuzu öğrenmiştik hani? Osmanlı Luis’i alır Layoş yapar, Avusturya’yı alır Nemçe yapar. Hatta son deminde bile Claude Farrere’yi alır KlodFarer yapar, sokak ismi olarak kullanır.
Television’u, radio’yu aldık; televizyon, radyo yaptık. Hiç yoktan iyidir. Computer’i bilgisayar yaptığımız gibi yapmalıydık ama olmadı. Fakat CD’yi aynen alıp hiçbir düzeltme yapmadan bir de aynen ‘Si Di’ gibi okumak neyin nesi? Dükkânı bile var: SİDİCİ, insan yanlış anlıyor.
Şimdilerde tersi de moda. Kökeni Türkçe isimler gâvurcaya çevrilerek ve gâvurca telaffuzla mekân adı olarak konmaya başladı. NAİLA, COİFFEAUR SHAKİR, ESKİDJİ, YESHİL, SMİTCHİ…
SONUÇ:
Türk Milleti asgarî 4 bin yıllık bir millet. Türk Dili asgarî MÖ 5.yy’a uzanıyor. Yüzlerce devleti var, devlet geleneği var. Kültür ve medeniyeti derslere konu. Ama en önemli zaaflarından biri de dildir. Dille başlayan ve sonra yaşamın bütün ünitelerine nüfuz eden öykünme, özenti ve başkalaşım. Önce bu sosyolojik tatmin alışkanlığını kırmak lâzım. Gâvurcaya karşı psikolojik üstünlük günde 40 defa tekrarla ikrar haline getirilerek sağlanmalı. Çalıştaylar, kongreler, konferanslar güncel ve canlı bir şekilde halkla buluşturulmalı. Türk Dil Kurumu’nun ürettikleri öncü birlikler tarafından cümle içinde kullanılarak hayata kazandırılmalı, o kelimeleri yaşatmak millî sorumluluk addedilmeli ve bence her şeyden ve hepsinden önemlisi Türkçe’nin zenginliği içinde bulunan bütün kelimeler âfiyetle kullanılmalı.
Söz konusu milletin bekası ise ideolojik ayrılıklar teferruattır. 300 kelimeyle konuşan vatandaşlarımızdan şikâyetçiysek de heremize 3 bin, heremize 3 bin pay etmek yerine 20 bin, 30 bin toplamına ermek şartı vardır. Yerel ağızdan da yüzlerce / binlerce kelime ala gele kullanılabilmeli. Türkçe ortak dilimiz ve anlaşma dilimiz haline geldiğinde diğer anlaşmazlıklar da çorap söküğü gibi çözülecektir. Yoksa etnik dil esintileriyle, açılım üfürmeleriyle çizgiler yarık haline gelir. O zaman da işin içinden çıkılabilir mi bilmem. Çünkü bu mesele olmak yada olmamak noktasında derin bir meseledir.
Sözün özü, DİL BAYRAĞI RÜZGÂR BEKLİYOR !