Oğuz Çetinoğlu: Bir makalenizin başlığı ‘Para ve Ekonomi’ idi. Para ve ekonomi niçin yan yana geldi? Sâdece ekonomiden söz etmek, parayı içine alacağı için yetmez miydi? Belki ‘Para Ekonomisi’ denilebilirdi…
Prof. Dr. Yümni Sezen: Artık parasız ekonomi olamayacağına göre… Öyle değil. Para, paradan ibâret olmamıştır. Para ekonomisi de ekonomiden ibâret değildir. Bilindiği gibi paranın olmadığı devirlerde de iktisâdî hayat vardı. Ekonomi diye bir bilinç hâli, bir ilmî alan teşekkül etmemişti ama iktisâdî hayatın kendisi vardı. Takasla, klan çöplüğü ile bu çöplükteki sessiz değişim ve ihtiyaçların giderilmesi ile insanlık yüzyıllar, binyıllar geçirmiştir. Para belâsını ama mecbûrî ve problemli bir belâyı buluncaya kadar…
Çetinoğlu: Başka bir paradan bahsediyor olmalısınız…
Prof. Sezen: Hikâyemizdeki para, sâdece zimmete geçirilen, çalınan paraları, katilliğe aday olmuş paraları, merkez bankalarının bir türlü denge kuramadıkları parayı temsil etmiyor, insanları güldüren veya ağlatan parayı da hikâye ediyor.
‘Para bir vasıtadır’ demek, herkesin bildiği sıradan bir lafı tekrarlamak olur. Ancak vasıta kavramı önemlidir. Para ile ekonomi ilişkisi, kalem ile yazı, kalem ile kitap, kalem ile bilgi ilişkisi gibidir. Kalem de bir vasıtadır. Ancak kalemle iyi veya kötü şeyler yazabiliriz. Dahası onunla bir insanın gözüne batırıp onu kör edebiliriz. Yâni tabîi yolunu ve gayesini bozup değiştirebiliriz. Demek ki vasıtalık görevi, kullanmaya bağlıdır. Bütün iktisâdî faaliyetler, ahlâk ve fazilet, iman yollarının, kısaca adâletin önünün açıcısı da olabilir, tıkayıcısı da. Kullanmaya ve kurduğumuz düzene bağlıdır.
Çetinoğlu: Konuyu biraz açar mısınız?
Prof. Sezen: Düzen kapitalist bir düzense, parayı ve mârifetlerini anlatmak ve anlamak daha kolaydır. Kapitalizm, kapital (sermâye) kavramının gerektirdiklerinden öteye geçmiş, öyle bir zihniyet ve buna dayalı öyle bir sistem oluşturmuştur ki, para denilen âlet ile güneş ışığını, teneffüs ettiğimiz havayı, denizleri alıp satmaya kalkışır hâle gelinmiştir. Fâizdeki gibi ‘zamanı’ alıp sattıktan sonra…
Ticâretini sevdiklerimizden biri dindir. Sistem din ticâreti yapmayı sever. Dini, bir meta gibi, bir menfaat vasıtası olarak gören dindar tip, yahut saklanmış bir dinsiz tip, kapitalizmin arayıp bulamadığı tip olmuştur.
Sermâye önemlidir. O olmazsa, yarın ve yarınlar tehlikeye girecek demektir. Fakat o sermâyeyi kimin, kimlerin kullanacağı da sermâye kadar önemlidir. Namuslu, vatansever birilerinin, adâletten ayrılmayan bir fabrikatörün elinde olabileceği gibi, hayâli ihracatçının elinde de olabilir.
Paradan söz edince ve onu öne alınca, demek ki bir düzenden, kapitalist düzenden söz ediyoruzdur. O halde onun ana başlıklarına bakmak gerekir. Kapitalizmde rekabet esastır, reklam önemlidir. Üretim de tüketim de kazanma ve edinme psikolojisine sıkı sıkıya bağımlıdır. Genel olarak bu psikolojinin iki yetkilisi vardır: Zekâ ve akıl. Bu yetkililer, ekonomi alanında maddî bir sembol kullanmaya başlamışlardır: Para. Paraya açılan psikolojinin sosyal alana açıldığı ana kapı, Bryan S. Turner*’in dediği gibi, kolay ‘etkileyişimcilik’tir. Para, etkileşimciliği kolaylaştırır. Çünkü temsil ettiği ve arkasında bulundurduğu güç, çok câziptir. Kapitalist düzen, kendine sosyolojik düşünce dünyâsında da dayanak bulmuştur. Pozitivist* Auguste Comte*, hak kavramını ferdî hakka indirgemiştir.
Çetinoğlu: İndirgemeden sonraki son durak ne olmuştur?
Prof. Sezen: Comte’a göre göre genel ve felsefi (!) hak kavramı, pratikte kamu hakkı meselesi, metafizik bir kavramdır ve geride kalmıştır. İnsanlığın geçirdiği üç halden (üç hal kanunu)* üçüncüsü olan pozitif dönemde, bir metafizik olan genel hak kavramı kaybolmuştur. ‘İnsan hakkı’, anti-sosyal ama gerçekçi bir haktır. İnsan hakkından doğan ‘ferdî hak’ önemlidir. Toplum hâlinin amacıyla birleşen bu haktır. Hukukun da gayesi budur. Böylece fert ve ferdiyet kutsallaştırılmıştır. Gerçekte Auguste Comte sosyolojisindeki tezatlardan biridir bu. Ama kapitalizmin işine yaramıştır. Sonuçta ferdiyetçi olan kapitalist sistem, bir din gibi olmuştur.
Çetinoğlu: Bir de ‘Pazar’ meselesi var…
Prof. Sezen: Diğer bir ana başlık, ‘pazar’ meselesidir. Bunun ana kucağı, daha doğrusu üvey ana kucağı kapitalizmdir. Burada ilmî bir dayanak, olmazsa olmaz olduğuna inanılan bir kural bulunur: Arz-talep kuralı. Serbest pazar (serbest piyasa) anlayışı buraya dayanır.
Çetinoğlu: ‘Serbest piyasa anlayışı’na bakabilir miyiz?
Prof. Sezen: Yoksulluk sınırının altında yaşayanlar pazara giremezler. Yâni arz ve talebi, dolayısıyla serbest piyasayı etkileyemezler.
-Maddî olmayan hayatî ihtiyaçlar pazarın dışında kalır.
-Gerçek ihtiyaç kavramı, gerçek talep kavramından geniştir. Gerçek ihtiyaç pazar dışında oluşabilir.
Bu dediklerimizi, ekonomi uzmanları yazıp durdular. Ama hayat, eğrisiyle doğrusuyla, çirkini ile güzeli ile ilmin dışında cereyan edip duruyor.
Çetinoğlu: Pazarı kim etkiler?
Prof. Sezen: Pazarı, milletlerarası durum da etkiler. Bazılarını daha iyileştirir, bazılarını kötüleştirir. Dışa bağımlı bir ülkenin pazarı da parası da bağımlıdır. Pazarın tarafsızlığı burada neredeyse ortadan kalkmıştır. Bugün globalizm, çok şeyi altüst etmiştir. Pazar, kapitalist sistemin kendi zihniyeti doğrultusunda kullandığı bir kaide istismarından ibâret olmuştur. Eşitsizlik, pazar mekanizmasıyla daha da kötüleşmiştir.
Çetinoğlu: İktisattaki biriktirme ve fâiz kavramlarına da bakabilir miyiz?
Prof. Sezen: Kapitalizm ve para ekonomisi deyince, iki konu başlığı daha akla gelecektir. Biriktirme ve fâiz. Mânevî dünyâmızın odağı dinimiz, yatırım veya meşrulaşmış adıyla tasarruf gibi bazı amaçlar dışında para ve mal biriktirmeye karşı çıkar. Bu çeşit biriktirme, dolaşıma girmediği için, adâleti, iktisâdî canlılığı bozacaktır. Kötü niyetli olan ve ticârî bencillikle yapılan mal biriktirmeye ihtikâr (karaborsa hazırlığı) deniyor ki, topluma ve fertlere zararı açıktır. Emeği ve malı temsil edecek olan, etmesi gereken para da dolaşımda olmalıdır. Olumlu ve âdil kullanılan para dolaşımı, ekonomik hayatın damarlarındaki kan gibidir. Bu kan dolaşımında oluşabilen hastalıklardan biri fâizdir. Fâiz, kan hücrelerine musallat olan kanser hücreleri gibidir. Şahsî tefeciliklerden sonra, yâni göçebelikten sonra, fâizin anavatanı bankalar olmuştur. Bankalar artık mecbîridir, tamam doğrudur. Anavatan da öyledir. Fakat siz anavatanda kiracı gibi, yıllık ücret karşılığı oturtulursanız nasıl olur? Rahatsız olan vicdanlar, fâizsiz bankacılığı keşfettiler (!). Fâizsiz bankada iştirakçi, kâra da zarara da ortaktır deniyor. Burada bir aldatmaca vardır. Kapitalizme uygun görevini yapıyorsa, siz hiç zarar eden banka gördünüz, duydunuz mu? Özel olarak batırılan bankalar başka bir şeydir. Bankadaki kazancın (!) üretime ve yatırına aktığını, çok nâdir istisnalar dışında, söyleyebilir miyiz? Bankadan para çekenler veya hissedarlar, parayı üretimde ve yatırımda kullanıyorlar mı? Banka böyle bir şart koşarak mı veriyor krediyi? Mağdur olup mecbur kalmışların dışında, para ticâretini devam ettirenler çoğunluktadır.
Çetinoğlu: Bu kadar kötümserlik haksızlık değil mi?
Prof. Sezen: Türkiye’deki, özellikle son çeyrek asrı görenler, tanıyanlar bize hak vereceklerdir. Bütün ülkelerde böyle midir? Kapitalizmin yüzsüzlüğünün hakkı veriliyorsa, böyledir. İyice geri kalmış toplumlar, zâten bu top sahasına çıkmamışlardır. Batı ülkelerinin birçoğu, değişik unsurlarla aşırı durumları frenlemiştir. Üretime ağırlık vererek, çaktırmadan devletçi olarak (devlet destekleri) zararlar törpülenmiştir. Ancak, dış ülkeleri sömürmenin ihmal edilmediğini, yönetimlerine destek olduğunu unutmamalıdır.
Çetinoğlu: Faizsiz bankacılık hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Sezen: Bankaya para yatırmakla, hele hissedar olmakla, üretime, hizmetlere, yatırıma destek olmaktan ziyade, ki böyle olması gerekir, para ticâretine ortak oluyoruz. Bu gerçeği kim inkâr edebilir? Fâizsiz banka olmaz diye bir şey yoktur, ama mevcut şekliyle değil. Bankalar önce millî olmalıdır. Paranın dini imanı, milliyeti olmaz derler. İşte burada hile başlıyor demektir. ‘Millî Piyango’ gibi, şans oyunlarında kullanılan paranın millîsi oluyor da başka yerde olmuyor. Paranın dini, imanı, milliyeti olmaz ama onu kullananın olur. Millî bankanın hedefi, paranın kendi toplumundaki üretimde, meşru-kanunî hizmetlerde, âdil tüketimde, iş gücünü yönlendirmede, kalkınmada kullanılması olmalıdır. Bir ülkede kullanılan esas para tek ve millî olmalıdır. Dış ekonomik işler için kullanılacak yabancı paraya ait devletin özel tedbirleri olmalıdır. Devlet bankalarında bu işe tahsis edilmiş banka olabilir. Devletin ve dışarıyla iş yapanların dışında, toplumun insanlarının yabancı parayla ne iş olur? Benim cebimde veya banka hesabımda doların ne işi var? Ekonomist geçinen ukalaların ilmî pozlarına bakmayın siz. Onlar çok gerekçe uydururlar, unutmayın, insanın, irâdesinin, arzularının, inançlarının, değerlerinin müdâhalesinin dışında, tabiat kanunları türünden bir iktisâdî dünyâ yoktur. Tabiat kanunları bile insandan geçerek, insan ışığını emerek değerlendiriliyor.
Para, hayat şartlarında bir araç olmalıyken, fert arzularının, hayallerinin, kısaca egosunun tutkusu hâline gelmekte, araç olmaktan çıkıp amaç haline gelmektedir. Hayâlî ihracatla, düzenbazlık ve entrikalarla, para amaçlı dönen dolapları gördük.
Çetinoğlu: Bu olumsuzluklar insânî değerleri yıpratıyor mu?
Prof. Sezen: İnsanın değerli bir varlık oluşu, ancak yer aldığı konuma, gösterdiği tavra bağlıdır. Bir kâğıt veya demir parçasına esir ve köle olan bir varlığın gücü, değeri, üstünlüğü, bu hâliyle tartışılabilir.
Çetinoğlu: Hak paylaşımının, adâletin, hak çatışmalarının giderilmesinin, yâni normal ve meşru bir düzenin vasıtası nedir?
Prof. Sezen: Parayı da amaca uygun kullanılmasına yardımcı olan, yön veren bir güç olmalıdır. Bu güç devlettir. Haksızlıkların ve çatışmaların giderildiği, giderilmesi gerektiği bir güçtür devlet. Zorbalığa ve yanlış işlere sokulmamışsa, o günün iktidarından ibâret hâle gelmemişse, hak ve adâlet sureci onunla kemâle erme yolunda devam ediyorsa, devlet, paranın da vasıtası olduğu iktisâdî-sosyal hayatın gereklerini yapar ve yönetir. Ancak devlet, tersine sömürünün aracı olursa, istismarlara ortak olur, son asırların modası parti devleti olursa, daha ötede sırf paranın ve zorbalığın devleti, mafya devleti olursa, işler daha kötüye gider. Ne yazık ki bunlar yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Çetinoğlu: Bu olumsuz uygulamaların sebebiyet vereceği tehlikeli neticeler neler olabilir?
Prof. Sezen: Her şeyi paraya çevirmeye çalışan bir siyâsî yönetimin niyeti kötüdür. Üslubu da yanlış ve tehlikelidir. Parayı iç ve dış borca bağlayacak yahut büyük emek ve fedakârlıklarla yapılmış tesisleri, özelleştirme adıyla satacak, Allah’ın bahşettiği güzel tabiat çevresini bile bozguna uğratıp paraya çevirecek, yahut da aşırı vergiler koyacak, rüşvet, iltimas, vurgun, yolsuzluk yollarını âdeta meşrulaştıracak, tabîileştirecektir. Çünkü paraya ihtiyaç vardır. Böylece devlet, rayından çıkacaktır. İhânetler çoğalacaktır. Uyuşturucu trafiğine katılan Orta Amerika devletleri gibi devletleri gördü bu dünyâ.
Çetinoğlu: Yönetim bakımından ve halis olmayan niyetle, parayla neler yapılabilir?
Prof. Sezen: Ekonomi yönetimi, borç-harç-sat sav, para bas dur, elde edilen parayla yandaş satın almaya, besleme taraftar toplamaya indirgenir. Partizan niyetlerle üretilen projeler için zaman kazanılır. Sırf para ekonomisi belirli niyetlerden ötürü uygulandığı için gerçek yüzü bu olur. Üretime, meşru hizmetlere, âdil paylaşıma yönelmiş bir ekonomiyle saydıklarımız yapılamaz. Çünkü orada paranın sarf edileceği yerler bellidir.
Çetinoğlu: Bu uygulamalarla para ekonomisi nerelere uzanır?
Prof. Sezen: Uzanacağı yerler üç başlık altında toplanabilir:
1-Fertleri, toplumu ve devleti korumakla vazifeli olan hukuk bozulur.
2-Herşeyi kendi hakkı gibi gören bir ferdiyetçiliği ve sonuçta anarşiyi dâvet eder.
3-Devlet ortadan kalkmayacağına göre bir mafya devletine yol açar.
Çetinoğlu: Bütün suç parada mı?
Prof. Sezen: Para deyip duruyoruz. Olumsuzlukların fâili, bir nesne olan para değil, niyetle en iyi uyuşan bir vasıta olmasıdır. Niyet ve para çok iyi uyumlaşabilmiştir. Bilime, felsefeye konuyu getirip, lafı kuyruğundan anlayabilecekler için, bir ilkokul öğrencisine söyler gibi hatırlatıyoruz: Bir evi, bir bahçeyi gasbedebilirsiniz ama çalamazsınız. Fakat onların ederi olan parayı hırsızlayabilirsiniz. Bahsettiğimiz para budur.
Çetinoğlu: Bu ekonomi hikâyesinden sonra, ülkemize bakarsak neler görürüz?
Prof. Sezen: İnsanlarımıza, özellikle gençlerimize ekonomik meseleyi doğru dürüst anlatmak mecbûriyetindeyiz. Neoklasik ekonomik düşüncesi, heteredoks yaklaşım kopuşu, davranışlara bağlı ekonomi, nöroekonomik düşüncesi, heterodoks ekonomi literatürü gibi entelektüel maskaralıklarla görevden kaçışı gençlere göstermeli, ufuklarını açmalıyız. Gençlerden, çalışmayı, yardımlaşmayı, israftan kaçınmayı, gösterişten ve tüketim çılgınlığından uzak olmayı istemeliyiz ama, bunları isteyebilmek için üretimi arttırmalı, hizmet ortamı hazırlanmalı, onların öğrenim, iş hayatlarını garantiye almalıyız. Bizim mânevî dünyâmız almaktan, istemekten önce vermek ve adâlet üzerine kuruludur. Buna ne kadar uyarsak, o kadar mes’ut oluruz. Maksada sâdece para ve paranın sağlayacağı güç olduğu, her şeyin paraya dönüştürüldüğü bir toplumda, adâletsizlik, sosyal-ekonomik uçurumlar, kavga, güvensizlik, hile-entrika eksik olmaz. Sâhaya inip bakarsak nüfusumuzun çoğu fakir, onların bir kısmı açtır. Yüzde 20 gibi zengin ve daha zenginler, sâdece aradaki uçurumun göstergesidir.
Eşitliği doğru anlamalıyız. Hak, fırsat, imkân eşitliği esasıyla adâlet sağlanabilir. Beden, güç, kabiliyet, zevk, arzu, tercih gibi fizikî ve psikolojik farklılıkları inkâr etmeden, bunlar da dâhil, şartların, fertten ve toplumdan gelen zorlamaları aşarak, adâleti sağlamak mümkündür. Tam eşit değil ama, eşitliğe yaklaşan bir adâlete, hiçbir şey engel olmamalıdır. Şahsî farklılıklar, hürriyet istismarı, alışkanlıklar, adâleti ortadan kaldırmamalıdır. Uygun bir hukuk sistemi, siyâsî yapı, iktisâdî düzen, bunları sürekli kılacak ve uygun eleman yetiştirecek bir eğitim-öğretim sistemi olmalıdır. Bunları sağlayamayan, sağlamayan devlet, devlet değildir. Kendine devlet süsü veren, gerçekte oligarşik, monarşik, mafyatik bir teşkilâta imkân verilmemelidir.
Prof. Dr. YÜMNİ SEZEN 1938 yılında Urfa’nın Birecik ilçesinde doğdu. Aynı yerde ilk ve ortaokul öğreniminden sonra 1957’de Gaziantep Lisesini bitirdi. 1961’de Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı çeşitli okullarda öğretmen ve yönetici olarak çalıştı. 1975’de İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsünde öğretmenlik yaptı. 1976-1978 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Müdürlüğü görevinde bulundu. 1985’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne öğretim görevlisi olarak geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamladı. Sırasıyla Yardımcı Doçent, Doçent ve sonra Profesör unvanlarını aldı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Din Sosyolojisi öğretim üyeliğinden emekli olarak çalışmalarına devam etmektedir. Çalışmaları felsefe, sosyoloji, din sosyolojisi ve İslâmî sosyoloji üzerinde yoğunlaşmıştır. Yayınlanmış kitapları: 1-Günümüzde İslâmiyet ve Milliyetçilik (1978), 2-Sosyolojiye Göre Halk-Millet-Devlet (1982), 3-Târihî Maddeciliğin Tahlili ve Tenkidi (1984), 4-Hayatın Mânâsı, Gerçek ve Ötesi (1984-2004), 5- Sosyoloji Açısından Din (1988, 1993, 1998, 2003), 6-Sosyolojide Temel Bilgiler ve Tartışmalar (1990, 1997), 7-Türk Toplumunun Laiklik Anlayışı (1993), 8-İslâm Sosyolojisine Giriş (1994), 9-Maddeci Felsefenin Çıkmazları’ (1997, 2000, 2004, 2008), 10-Çağdaşlaşma, Yabancılaşma ve Kimlik’ (2003), 11-İslâm’ın Sosyolojik Yorumu’ (2004), 12-Kur’ân Işığında İnsan, Akıl ve Toplum (2004) 13- Kurban ve Din’ (2004), 14-Dinlerarası Diyalog İhaneti (2006), 15-Evrenselden Özele Kültür (Fransızca’dan tercüme 2009) 16-Kültür ve Din (2011), 17-Osmanlı’dan Cumhuriyete İki Devrin Müftüsü Mustafa Sırrı Sezen (2011), 18-Kapitalizmin Zulmü’ (2017), 20- Kapitalizmin Zulmü. Marksizmin Muhasebesi, İslâm’ın İlke ve Hedefleri / Yanlışlara Kurban Edilen Doğrular (2017), 21-Aldatılmamak İçin Anlamak (2019), 22-Aşk Sarhoşu Dervişlerin Dini: Tasavvuf’ (2020), 23-Var Olmak Sorumluluğu. (2021) Ayrıca çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri yayımlandı. Evli ve üç kız babası, dört torun dedesidir. |
*klan çöplüğü:
*Bryan Stanley Turner: (1945-) İngiliz sosyolog. Din sosyolojisi uzmanı. Uzun müddet Avustralya’da kaldığı için ‘Avustralyalı’ olarak anılır.
*üç hal kanunu: Auguste Comte’a göre toplumlar üç safhadan geçer: 1-Teolojik (dînî safha), 2-Metafizik, 3-Pozivitist felsefenin bir dalıdır. İlk felsefeciler tarafından, ‘fizik ilimlerinin ötesinde olan’ mânâsına gelen ‘metafizik’ kelimesi ile felsefeye kazandırılmıştır.
*Pozitivist: Tecrübe ile doğrulanmayan her hükmü reddeden felsefî görüş. Pozitivistler, tanrının varlığı ispatlanmadığı görüşünden yola çıkarak tanrının varlığını da reddeder.
*Auguste Comte: (1798-1857) Fransız filozof, matematikçi ve yazardır. Pozitivist düşüncenin kurucusudur.