1-Kırım Türkleri 2-Osmanlı’dan Günümüze Değişmez Mâcerâmız
1-Kırım Türkleri
13,5 X 21 santim ölçülerindeki 135 sayfalık eserin Prof. Dr. Mehmed Maksudoğlu tarafından kaleme alınmış ‘ÖNSÖZ’ başlıklı yazısı, kitabın tanıtımı için ideal bir metindir.
Bu kitapçıkta, gerek Türkiye’nin çeşitli yörelerinde, gerekse Kırım’da ve Tataristan’da, Romanya ve Bulgaristan başta olmak üzere çeşitli Balkan ülkelerinde, Belarus’ta ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde, Başkurdistan’da, Kafkasya’da, Rusya Federasyonu’nun, Moskova dâhil olmak üzere çeşitli yerlerinde, Özbekistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Ukrayna’da, İkinci Dünyâ Harbi’nden sonra gittikleri ABD’de, yine, daha önce gittikleri Avustralya’da ve Finlandiya’da, buna ilâveten, Sovyetler Birliği döneminde gittikleri veya dağıtıldıkları çeşitli ülke ve bölgelerde yaşamakta olan, ‘Tatar’ denilen milyonlarca insandan, daha çok Kırım Türklerini ilgilendiren konuları ele alıyoruz.
Önce, ‘Tatarlar Kimdir?’ bölümünde, kendilerine ‘Tatar’ denilen bu insanların, ‘Türk’ soylu olduklarını, kişinin soyunu belirlemede en önemli gösterge olan anadillerinin, yâni ‘Tatarca’nın, Türkçenin dört büyük lehçesinden biri olduğunu gösteriyoruz. Kendilerine de zamanla benimsetilmiş olan ‘Tatar’ sözünün, 13. yüzyılda, ‘Tatar’ adıyla tanınan ve o zamanlar, bilinen dünyânın hemen her tarafını zaptetmiş olan ‘Mongol’ kavminin hâkimiyeti altında kaldıkları için, üzerlerinde, o zamandan kalma bir siyâsî (kavmî/etnik değil) yafta olduğunu gösteriyoruz.
Târih kitaplarında, 1402 yılında, Ankara yakınındaki Çubuk ovasında Yüce Osmanlı Devleti’nin hükümdârı Yıldırım Bâyezîd Hân ile Türkistan hâkimi Emîr Timur arasındaki tâlihsiz savaşta, Yıldırım’ın ordusunda iken ona hiyânet edip Timur’a katılan Kara Tatarlar anlatılır. ‘Tatar’ sözünden dolayı da Türkiye’de, ‘Tatar’ denilenler bu işten eziklik duyarlar. Hâlbuki durum bütün açıklığıyla ve kesin olarak şöyledir:
13. yüzyılda Mongollara ‘Tatar’ deniyordu. Tatarlar (Mongollar) 1243’te Selçukluları Kösedağı Savaşında yenip Anadolu’ya hâkim oldular. Osmanlı devlet adamı, Defter-i Hâkaanî Nâzırı Mustafa Nûri Paşa’nın yazdığı gibi, bu Kara Tatar tâifesi, Cingizîler cânibinden (Mongollar tarafından) Selâcikaya nezâret itmek (Selçukluların toparlanmalarını engellemek) üzere Rûma (Anadolu’ya) i‘zâm olunan (gönderilmiş olan) akvâmdan (kavimlerden, topluluklardan) olub… Anadolu’nun büyük bir kısmına hâkim olan Yıldırım onlardan vergi almaz, sâdece onları savaşta kullanırdı. Timur, bunların reisleriyle gizlice haberleşip onlara Anadolu hükümdarlığını vadetti, onlar da savaş başladığında Timur tarafına geçtiler. Yâni, ‘Kara Tatar’ denilenler, Kırımlı, Kazanlı filân değil, doğrudan doğruya Mongollardır.
‘Moğol’ ile ‘Mongol’ arasındaki farkın izahını, Yesevî Üniversitesi’nde görev yaptığım sırada (2004-2005), orada öğretim üyesi olan Kaldıbay Mirza’dan dinlemiştim. Buna göre:
Mongol: Cingiz Hân’ın kavmi.
Moğol: İçinde Mongolların, Türklerin bulunduğu siyâsî federasyon.
Bundan dolayı, bu kavimden, ‘Mongol’ diye söz edeceğiz.
Üçüncü konu, okullarımızda okutulmakta olan târih kitaplarına bile yanlış olarak geçmiş bir olay hakkındadır. Târih kitaplarında, Kara Mustafa Paşa’nın Viyana’yı 1683 yılında kuşattığı sırada Kırım Hânı Murad Giray’ın, kendisine verilen ‘köprüyü tutma’ işini yapmadığı için Jan Sobiyeski’nin oradan gelerek Osmanlı Ordusunu bozguna uğrattığından bahsedilir. Osmanılar devrinde yazılmış olan kitaplara ve Türk Târih Kurumu’nca yayınlanan Osmanlı Târihi’nin ilgili bölümüne bakıldığında, ortaya çıkan, ÇOK DEĞÎŞÎK BÎR MANZARADIR. Merak edenler, geniş bilgi için, ayrıca Osmanlı Târihi adlı kitabımıza bakabilirler.
Kanaatimizce, olayın can alıcı noktası şudur:
Sefer, Yanık ve Komaran kalelerini almak üzere düzenlenmişti. Yolda, Reîsul Küttâb Mustafa Efendi, Kara Mustafa Paşa’yı pohpohlayıp hırsını tahrik etti. Sadrâzam, bu kaleleri almayıp Viyana’yı kuşattı. Burada, bürokrasinin çürümüşlüğünü belirtmek gerekir:
Bürokrasi, birçok durumlarda, baş belâsı olabilmektedir. Bir yerlere nasılsa gelmiş kifâyetsiz muhterisler, her devirde devlet gücünü kendi şahsî çıkarları için kullanabilmekte, bulundukları yerden daha yükseğe çıkmak için her şeyi yapmaktadırlar. Viyana bozgununda da bunun gölgesini görüyoruz.
Yılmaz Öztuna da bu konuda şöyle demektedir: ‘Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, şehrin düşeceğinden emîn, bekliyordu.’ Aynı yazar: ‘Viyana surlarında ikişer metre eninde 6 gedik ve bu gedikleri genişletmek için diplerine patlayıcılar yerleştirilmiş ve ateşlenmek üzere gördükleri manzara, müttefik hükümdarları dehşete düşürdü’ demektedir.
KARA MUSTAFA PAŞA, Viyana’yı zapt edebilecekken NÎÇİN BEKLEDİ?
Bekledi, çünkü bürokraside makam kapmaca oyunları doruktaydı: öyle ki, bozgun haberi üzerine, sarayda iki ÜST DÜZEY GÖREVLİ, Mîrâhûr ile Kızlar Ağası, ikbâl yolu kendilerine açılıyor diye mendil çıkarıp oynamışlardı! Bunlardan Sarı Süleymân, daha sonra getirildiği görevde başarılı olamayacak, Sobiyevski’yi, yine bir Kırım hânı, Selîm Giray yenecektir.
Kara Mustafa Paşa, Viyana’nın teslim olmasını bekledi: çünkü orduyla girecek olsa, askerin üç gün yağma hakkı vardı (Cenâb-ı Hak, Müslümana, ganimeti helâl kılmıştır ve Osmanlı bu kaideye uymaktadır.) Böylece, ganimetten, Devlet Hazînesine pek bir şey kalmayacaktı.
Halbuki şehir teslim olursa, ganimet, Tey’ sayılacak, OLDUĞU GİBÎ DEVLET HAZÎNESİNE KALACAKTI. Hazîneye, yâni Beytulmâle kalmış olan ganimetin bölüştürülmesi, Sadrâzamın tasarrufunda, onun eliyle olacaktı. Böylece, Sadrâzam, üst düzey bürokratlara dağıtacağı bol hediyelerle, durumunu sağlamlaştıracaktı.
Diğer ayrıntıları bu kitapta, ilgili yerde ve Osmanlı Târihi adlı kitabımızda okuyabilirsiniz.
* * *
Bu kitapçıkta şu bölümler var:
1-Tatar’ denilenler kimlerdir? 2-1402 yılında Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bâyezid’e hiyânet edenler, günümüzde kendilerine ‘Tatar’ denilenlerin ataları mıydı? 3-Osmanlı Ordusunun 1683 yılındaki ikinci Viyana Kuşatması, ‘Tatar’ denilenler yüzünden mi başarısızlığa uğradı?
Bu konular ana hatlarıyla, sırayla ve tarafsız olarak incelenecek ve Kırım’ın durumu yine ana hatlarıyla verilecektir.
İNKILÂB BASIM YAYIM ORGANİZASYON VE TİCÂRET LİMİTED ŞİRKETİ
Akşemseddin Mahallesi, Şehitkubilay Sokağı Nu: 6/A-B Fâtih, İstanbul.
Telefon ve Belgegeçer: 0.212-524 44 99 e-posta: inkilab@inkilab.com.tr // www.inkilâb.com.tr
2-Osmanlı’dan Günümüze Değişmeyen Mâcerâmız
Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun diğer eseri, Aynı ölçüde 152 sayfadır. Dikkatle okunması, farz-ı ayn olarak aynen ve titizlikle uygulanması gereken arka kapak yazısı:
İslâm anlayışına göre devlet, Allah’ın vahyettiği kutlu buyrukları yeryüzünde hayâta geçirmenin, uygulamaya koymanın âletidir. Avrupa’da 1648 yılında kabul edilen Westfalia andlaşmasıyla, Kilise’nin yerini alan Parlamento’nun 3 erki vardır:
1-Legislation (teşri’) yasama. 2-Jurisdiction (kazâ) yargı. 3-Excetion (icrâ) yürütme
Devlet’te ise 2 erk vardır: 1-Yargı. 2-yürütme
Teşri’, adı üstünde: ‘şeriat koymak’ (yasama) demektir, Devlet, zâten var olan şeriatı uygular. (Çıkarılan kanunnâmeler, ‘yönetmelikler’ olarak anlaşılmalıdır.)
Batıdaki siyâsî kuruluşların da kendilerine has, özel isimleriyle state, etat, staat diye anılmaları gerekir. İmparatorluk ise, global çapta eşkıyâlıktır, soygunculuktur. Avrupa’lı emperyalistlerin on altıncı yüz yıldan beri yaptıkları budur. Amaçları eşkıyâlıktır.
Osmanlı ise, uyguladığı millet nizâmı ile hâkimiyetindeki gayrı müslimlerin dil, din ve kültürlerini korumuştur. Amacı, Nizâm-ı Âlem idi; yeryüzünde hakkı hâkim kılmak, adâleti, düzeni sağlamaktı.
Adı Devlet-i ‘Aliyye-i Osmâniyye olan, kendisi hakkında asla ‘imparatoriyye-i Osmâniyye‘ etiketini kullanmamış olan Osmanlı’dan ‘imparatorluk‘ diye söz eden, polis ile haydudu aynı kefeye koymaktadır. Batılı, bunu, bile bile, Osmanlınınkini, kendi kirli yönetimine benzer göstermek için kasden, gâvurluğundan yapmaktadır.
Bizdeki dikkatsiz ve bilinç yoksulu kimseler de ‘imparatorluğu büyük devlet’ zannetmek zavallılığı ile yapmaktadırlar; yapı ve yayılış amacı farkından gafildirler. Yaptıklarının, ‘kasap Kaya bıçak kullanmaz’, ‘banker Antonio fâizle iş görmez’ demek olduğunun farkında değildirler.
Osmanlı Devleti’nden ‘imparatorluk’ diye söz eden Türk târihçi ciddîye alınabilir mi?
Prof. Maksudoğlu eserinde; Osmanlı Devleti’nin hangi sebeplerle güç kaybettiğini, bozulmaların başladığını araştırıyor.
Devletlerin güç kaybetmesi, toplumda bozulmaların başlaması sosyolojik bir olaydır. Sosyolojik olayların sebebi tek değildir. Olaylar demeti hâlinde doğar ve gelişir. Olayların doğuşunun ve gelişmesinin ipuçları olarak görülen ilgi çekici tespitler, okuyucuyu eseri daha dikkatli okumaya dâvet ediyor.
*Şeyhülislân Ebüssuûd Efendi’nin, kabulü için gayret sarf ettiği, vefatından sonraki yüz yılda da yürürlükte kalan hukuk sistemi sebebiyle, ‘Kanûnî’ unvanıyla anılmasını sağlayan, Yavuz Sultan Selim Han’ın vefat etiğinde, tahtın tek vârisi olduğu için* Osmanlı tahtına oturan Süleyman Han, pâdişah olunca, şehzâdeliği döneminde Erderun olarak anılan saray mektebinde tanıdığı, hakikaten çok zeki ve kabiliyetli bir insan olan ve daha sonra ‘Pargalı’ olarak anılan İbrâhim Paşa’yı usule aykırı olarak sadrazamlık makamına oturttu. Başlangıçta, ‘Makbul İbrâhim’ olarak anılırkan Osmanlı Cihan Devleti’nin en güçlü, en şaşaalı döneminde sadrâzamlık görevine getirilince, temele ilk su sızmıştı. Hürrem Sultan’ın saraya hâkim olması, onun tesirinde kalarak Osmanlı tahtına en lâyık olan Şehzâde Mustafa’nın, yalan beyanlara dayalı dedikodular sebebiyle ve babasının emri ile feci bir şekilde katledildi. Şehzâdeler arasındaki taht kavgaları, Kanûnî’nin vefatından sonra pâdişah olan Sultan İkinci Selim Han döneminde dirâyetli vezir Sokullu Mehmet Paşa’nın gayretlerine, Mimar Sinan’ın İslâm âlemine armağan ettiği muhteşem eserlere rağmen, Osmanlı içten içe güç kaybediyordu. Osmanlı’da çöküş dönemi başlamıştı. Yeniden yükselişe geçildiği dönemler oldu ise de haşmetli tekne Osmanlı’nın su alması bir türlü önlenemiyordu. Prof. Maksudoğlu’nun ısrarla belirttiği şeklen batılılaşma mâcerâmız, bilinen felâketli neticeyi inşa etti.
Mısır Hidivi Kavalalı meselesi, tımar düzeninin bozulması, Lâle Devri, 18. Yüzyıldan itibaren iflah olmaz batı hayranlığı, Baltalimanı Anlaşması, Teslimiyet, Tanzimat, Islahat, kültür istilâsı, Kırım Harbi, İttihat ve Terakki… Birinci Dünya Savaşı ve Perde…
Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu eserini, şu cümlelerle bitiriyor: Türkiye’de; İsviçre Medenî Kanununa göre evlenen, Alman Ceza Muhakemeleri Usulüne göre yargılanan, İtalyan Ceza Hukukuna göre cezalandırılan, Fransız İdâre Hukuku’na göre idâre edilen ve İslâm Hukuku’na göre gömülen Türkler olarak yaşıyoruz.
Çok cesur asker olan Enver Paşa, Turan idealini gerçekleştirmek için Rusya’ya gitti ve şehîd oldu. Osmanlı Devleti’nin sona ermesi ve Türkiye Cumhûriyeti’nin kurulmasıyla, Turancılık akımı, Sovyetler Birliğindeki Türklerle ilgilenmek bakımından, tehlikeli görüldü, taraftarları 1944 yılında takibâta uğradı ve işkence gördüler. Ancak işâret etmek gerekir ki, Türkiye’deki Türklerin, başka ülkelerdeki Türklere karşı ilgisi asla sona ermedi ve değişen dünyâ şartları içinde, fincancı katırlarını ürkütmeden, bu ilginin gereği, ticâret ve kültür alanlarında yerine getirilmektedir.
Kurtuluş zihinlerde başlar. Mâlik bin Nebi’nin deyimiyle önce sömürülebilirlikten kurtulmak gerekir. Biz, taklitçi sömürge aydınları ile yolumuza devam ediyoruz.
Bu araya; gazeteci yazar, fikir adamı, Türk milliyetçisi Ömer Lütfi Mete’nin (1950-2009) bir cümlesini sıkıştırıvereyim: ‘Ülkeyi partiler, programlar düzeltemez. Ahlâkımız düzelmedikçe, ahlâk siyâsete hâkim olmadıkça memleket de düzelmez.’
Biliyor musunuz? bilge lider Aliya İzzetbegoviç; ‘Düşman tarafından öldürüldüğünde değil, ona benzediğin zaman zaman ölmüş olursun’; Napolyon Bonapart ise ‘Türkler öldürülebilir fakat mağlup edilemezler’ Diyordu.
*Gelibolulu Mustafa Âlî Efendi’nin yazdığına göre Yavuz Sultan Selim’in ilk çocuğu Birinci Süleyman’dır. Şehzâdeliği sırasında ismi bilinmeyen bir câriyeden dünyâya gelmiştir. Selim Han’ın tahta çıktığı yıl doğdu. Annesi evlendirilip saraydan gönderilmesinden sonra hâmile olduğu anlaşılmıştır. Ancak cariye artık başkasıyla nikâhlı olduğu için Üvey, şehzade olarak kabul edilmemiştir. Bununla birlikte Yavuz Sultan Selim, ‘Üveys Süleyman’ adındaki evlâdının yetiştirilmesiyle ilgilendi. Yavuz’un vefatı ile pâdişah olan Süleyman Han, Üveys Süleyman’ı 1545 yılında Yemen Eyâletine vâli olarak tâyin edince ‘Üveys Paşa’ olarak anıldı. Üveys Paşa 1547’de Yemen’de çıkan bir ayaklanmada şehit oldu. Rivâyete göre Üveys Paşa’nın ölüm haberi Kanûnî Sultan Süleyman Han’a ulaşınca; ‘O benim baba tarafından kardeşimdir.’ demiştir.
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/1 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
Prof. Dr. MEHMET EMİN MAKSUDOĞLU Eskişehir, 1939 İlk, orta ve lise tahsilini Eskişehir’de tamamladıktan sonra (1956), Ankara Üniversitesi (A.Ü.) İlâhiyat Fakültesi’ni bitirdi (1960). İzmir İmam-Hatip Lisesi’nde Hadîs, Arapça, İngilizce ve Farsça öğretmenliği yaptı (1960-61) A.Ü. İlâhiyat Fakültesi’nde, İslâm Târihi Kürsüsünde asistan olarak çalışmaya başladı. (1961). ‘Tunus’ta Osmanlı Hâkimiyeti’ konulu teziyle doktor oldu (1966). İngiltere’de Cambridge Üniversitesi, Faculty of Oriental Studies’te Türkçe (1967-70), Yedek subay olarak bulunduğu askerî okulda Târih ve İngilizce, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Arapça öğretti (1973-82). Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Yardımcı Doçent olarak İslâm Târihi dersleri verdi. (1983). 1986 yılında Doçent, 1995 yılında Profesör oldu. Malezya International Islamic University’de Târih ve Medeniyet Bölümü Başkanı (1991-95), Eskişehir Osmangâzi Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kurucu Dekanı (1996-2005) oldu. Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Türk-Kazak Üniversitesinde 1 yıl süreyle târih ve Arapça öğretti. Türkiye’ye dönerek Eskişehir Osmangâzi İlâhiyat Fakültesi’ndeki görevine devam etti. 2006 yılında yaş haddinden emekli oldu. 2006-2007 öğretim yılında Hollanda-Rotterdam’- daki Milletlerarası İslâm Üniversitesi’nde İslâm Târihi dersleri verdi. Yurtdışında bazı merkezlerde Arapça ve İngilizce konferanslar verdi. Çok sayıda makalesi yayınlandı. Eserlerinden bazıları: • Analitik Osmanlı Târihi. İnkılâb Basım Yayım, İstanbul 2020 • Osmanlı History, Malaysia 1999 • Osmanlı Târihi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2010 • Historia Osmane dhe Institucionet, Tiran, 2017 (3. baskı) • Osmanlı History and Institutions, Ensar Neşriyat, İstanbul 2011 • Hazreti Muhammed A.S., İstanbul 2009, Ensar Neşriyat • Arapçayı Öğreten Kitap, Akdem Neşriyat, İstanbul 2020 (33. baskı) • Kendi Kendine Pratik Arapça, İstanbul 2013, (10. baskı) • Arapça Dilbilgisi, Akdem Yayınları, İstanbul 2019 (32. baskı) • İmam-Hatip Liseleri İçin Arapça 1, 2 ve 3, İstanbul 1992-1989, 1991 • Arapça-Türkçe Öğretici Sözlük, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2015 • Arapça Okuma Kitabı, Ensâr Neşriyat, İstanbul 2011 • Arabic in English, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2013 • 6’dan 66’ya Herkes İçin Arapça 1-4, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2013. |