Hz. Muhammed; her şeyi yaratan, besleyen, büyüten, uyum içinde sevk ve idare eden Rabbin; sanat güzelliklerinin vasfedicisidir.
Üstelik istidat ve kabiliyetindeki câmiiyet / kapsamlılık cihetiyle, o Zât, varlıklardaki kemalâtın / mükemmelliklerin en güzel model ve örneğidir.
Öyle ise, o Zât, kâinatın asıl sebebidir. Yani “O Zât’a şu kâinatın Hâlikı bakmış, kâinatı halk etmiş / yaratmıştır. Eğer O’nu yaratmasaydı, kâinatı dahi yaratmıyacaktı.” denilebilir.
Nitekim, cin ve inse getirdiği Kur’an hakikatları ve iman nurları ve kendisinde görünen yüksek ahlâk ve yüksek faziletler, bu hakikate kesin şahit ve tanıklardır.
İşte bu ve bunlar gibi nice özellikleri taşıyan Hz. Muhammed; Hakk’ın bürhanı / delili, Hakk’ın ışığıdır. Zira öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki, iki cihanın saadetini temin edecek / sağlıyacak tüm düstur ve prensipleri ihtiva eder / içerir.
Kâinatın hakikat ve gerçeklerini, vazife ve görevlerini kâinat Hâlikı’nın / Yaratıcısının isim ve sıfatlarını tam ve kusursuz bir şekilde beyan eder, açıklar ve anlatır.
İşte o İslâmiyet, gerçekleri mükemmel bir tarzda içinde bulundurur, barındırır.
İşte o İslâmiyet, kâinatı kendiyle beraber tarif eder. Nitekim onun mahiyet, asıl ve esasına dikkat eden elbette anlar ki, o din; bu güzel kâinatı yapan Zât’ın, o kâinatı kendiyle beraber tarif eden bir beyannamesi / bir yazılı açıklaması ve bir tarifnamesidir.
Nasıl ki, bir sarayın ustası, o saraya münasip / uygun bir tarife yapar. Kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife / bir yazı kaleme alır. Onun gibi, Hz. peygamber’in şeriat ve dininde de öyle bir ihata edicilik / kuşatıcılık, öyle bir ulviyet / yücelik, öyle bir hakkaniyet / doğruluk görünür.
Öyle ki, kâinatı halk edip yaratanın ve tedbir edenin / çekip çevirenin kaleminden çıktığını, apaçık gösterir. Ve anlaşılır ki, kâinatı güzelce tanzim eden / düzenleyen kim ise, şu dini güzelce tanzim edip nizam veren de yine O’dur.
Evet, o ekmel / çok mükemmel nizam; elbette bu ecmel / çok güzel nazmı, tertip ve düzeni ister.
Muhammed-i Arabî Hazretleri şahadet yani görülen âleme yönelik olarak, gayp âlemi nâmına, istikbalde gelecek asırlar arkasında duran akvama / kavimlere, milletlere hitap ediyor.
Hem öyle bir nidada / seslenişte bulunuyor ki, umum / bütün cin ve inse, umum yerlere, umum asırlara işittiriyor. Ve işitiyoruz ki:
O; şuur sahipleri arasından tayin edilmiş / atanmış biridir. Yüce Allah O’nun ile Rububiyetini yani İlahî terbiyeciliğini ilan edecektir.
Yüce Allah O’nun ile yarattığı bütün varlıkların ihtiyaç ve gereksinimlerinin gidericisi olduğunu bildirecektir.
O’nun ile her şeyin yetiştiricisi, her şeyin sevk ve idare edicisi olduğunu söylettirecektir. Yüce Allah onunla her şeyi hakimiyet ve egemenliği altında bulundurduğunu âlemlere duyuracaktır.
İşte bütün bunları yapması, yapabilmesi için, o Zâtı yanına celbetmiş; sevdiği sanatlarını teşhir etmesi / gösterip sergilemesi için, bir dellal / bir ilan edici hükmünde olacak olan Hz. Muhammed’i huzuruna getirtmekle şereflendirerek O’nu bütün bu açıklamalar için görevlendirmiştir.
Böylece Ulu Allah, ulvî / yüce maksatlarının; diğer şuur sahiplerine bildirilmesini istemekle; mükemmelliğini göstermek için, Hz. Muhammed’i muallim / öğretici olarak tayin etmiş / atamıştır.
Bu şekilde kâinatın içine koyduğu İlahî tılsımı / giz ve sırrı, varlıklarda gizlediği Rububiyet / Rablık muammasını / meçhuliyet ve bilinmezliği; mânâsız ve anlamsız kalmaktan kurtarmış oluyor. İşte bütün bunlar için bir rehber lâzımdır ki, o da Hz. Muhammed’den başkası değildir.