Hepimiz işimize gelen yalanları duymayı severiz.
Asu Maralman’ın seslendirdiği “Bana güzel bir şey söyle / Varsın yalan olsun” diye bir şarkı vardı. Tam da bu ruh halini tanımlar.
“Yalanın İcadı” diye bir film izledim. Bu filmde hiç yalan söylenmeyen bir ülkede, bir adamın ilk yalanıyla başlayan gelişmeler anlatılır. O toplumda herkes dürüst ve doğrucu olunca duygusuz ve kaba bulacağımız bir iletişim dili hâkimdir. Düşünebiliyor musunuz, hastanede hastaya birkaç gün içinde öleceği, flört ettiği kişiye çirkin ve fakir olduğu için görüşmek istemediği dürüstçe söyleniyor.
“İnsanlara duymak istedikleri şeyleri söylemenin onlarda iyi etkiler yarattığını” fark eden adam kısa zamanda büyük şöhret ve para kazanır. İnsanları rahatlatmak için söylediği “beyaz yalanlarla” başlayan ilk yalanların arkasından güç ve zenginliğini korumak için başka yalanlar gelir.
****
İşte AKP iktidarının en iyi yaptığı şeylerden biri budur. Her zaman duymak istediğimiz şeyleri söylerler.
Ülke ekonomisi berbat bir halde iken, vatandaşların çoğu açlık ve yoksulluk sınırının altında gelirle yaşamaya çalışırken bile “Almanya bizi kıskanıyor” gibi hoşa giden güzel şeyler anlatırlar.
Her ay “enflasyon düşüyor, en kötüsü geride kaldı, önümüzdeki her ay bir önceki geçen aydan daha iyi olacak” türü sözler duyuyoruz. Damat bakandan, gözleri ışıltılı Nebati bakandan bunları duymaya alışmıştık. Bir yıldan beri de Şimşek bakandan benzer sözler duyuyoruz.
Bunları söylerken doğru olmadığını bilmemeleri mümkün değil. Ama yıllardır aynı yalanları duymaya devam ediyoruz.
Ancak şimdiki söylenenler ile eskilerinin arasında bir fark var.
Eskiden AKP yetkilileri “kötü şeyleri güzel söylemek” konusunda da mahirdi. Mesela fakirliğin ve cahilliğin iyi bir şey olduğuna bile inandırırlardı.
Fakat yıllar geçtikçe AKP’lilerin halk ile bağları koptu. Kendilerini seçkin ve üstün, rakiplerinin ve hatta kendilerine oy veren “fakir fukaranın, garip gurabanın” önemsiz ve değersiz olduğuna inanmaya başladılar.
Dar gelirlilerin dertleri umurlarında olmadığı için “kötü şeyleri güzel söylemek” konusundaki maharetlerini ve inandırıcılıklarını kaybettiler.
******************************
Yalanlarla Bozulan Kavramlar
Adalet Bakanımızdan, CB’na kadar bütün devlet büyükleri son zamanlarda “Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu” sık sık dile getiriyorlar. Anlaşılan hukuk devletinde olmaması gereken olaylar arttıkça bu tür ifadeleri tekrarlamak ihtiyacını hissediyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl bir devlet olduğunu Anayasamız şöyle tarif ediyor: “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal, bir hukuk devletidir.” Peki, son yıllarda, devletimiz Anayasamızda yazan bu açık tanıma uygundur diyebilir miyiz?
Anayasamızda yer alan bu tanım devletimizi ayakta tutan temel sütunlardır. Bunlar fiilen yoksa biz Anayasamızda tanımlanan bir devletin vatandaşları değiliz demektir.
Halkın oylarıyla seçilmiş bir milletvekili olan Can Atalay hala hapiste. AYM Can Atalay’ı Meclis kürsüsü yerine hapse koyan mahkeme kararları hakkında “Hak ihlali” kararı verdi. Uygulanmadı. “TBMM’de milletvekilliğinin düşürülmesinin yok hükmünde olduğuna” dair Anayasa Mahkemesi’nin çok açık kararı da uygulanmadı.
Sadece bu olay bile “hukuk devletiyiz” iddiasından uzaklaşıldığını göstermeye yeter.
Bakınız iktidarın medyadaki sesi Abdülkadir Selvi de yazdı: “2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası İmamoğlu’nun kafasında Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor.” Yani yargının iktidarın işine geldiği bir zamanda siyasi amaca uygun bir karar vereceği anlamına gelmiyor mu bu ifade?
Zaten Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı Mahkemenin hakimi 5 duruşma yaptıktan sonra istenilen kararı vermediği için Samsun’a tayin edilmişti. Bu hakim Barış Terkoğlu’na kendisi şöyle anlatmıştı: “Bazı savcılar aracılığı ile İmamoğlu’na iki yıldan fazla ceza vererek, onu siyasi yasaklı hale getirmem istendi. Böyle bir cezanın adaletsiz olacağını gördüm, asgari sınırdan ceza verip hükmün açıklamasını ertelemenin en doğrusu olacağına hükmedeceğimi paylaştığım adliyeyi yöneten bir isim durumu bildirdi, atamamı yaptırdı.” Üstelik bu hakim siyasi görüşü bakımından AKP’li idi. “Yerine gelen hakim yeniden duruşma açmadı, celseyi kaldığı yerden devam ettirdi, iktidarın istediği ‘siyasi yasak kararını’ verdi.”
****
Yargının bu kadar göstere göstere, pervasızca ve hukuki bir kılıf bulma endişesi dahi taşımadan siyasetin amaçları için kullanıldığı dönem az olmuştur.
CHP’li veya TİP’li olmadığımı herkes bilir. Fakat bu olanlar Türkiye’nin hukuk devleti olup olmamasını ilgilendiriyor. Hukuk devleti olmak da hem özgür olmamız ve hem de ekmeğimiz için şarttır.
******************************
Yargının Siyasallaşmasına Başka Örnekler
· Bir siyasi partinin güdümündeki sokak çeteleri tarafından, muhalif gazetecilerden ve siyasetçilerden on kişi farklı zamanlarda öldüresiye dövüldü. Bu sözde kabadayıları suça azmettirenler aranmadı, hak ettikleri ceza verilmedi.
· Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in katillerini azmettirenler hakkında da iddianamede ve mahkeme aşamasında bir cezalandırma amacı görünmedi.
· Siyasi içerikli davalarda istenen sonuç alınamadığı zaman savcı ve hakim değiştirmeler normal karşılanır oldu. Hiç olmadığı kadar anayasal ve yasal güvencelerin ortadan kaldırıldığı “sözde yargılamalar” yapılıyor.
Daha da üzücü olan, Anayasa ve yasaların açıkça çiğnendiği bu eylemlerin sıradanlaşması ve neredeyse olağan karşılanmasıdır.
“Hükümet veya parti yargısı” eliyle yapılan yargılamalar sonucunda, siyasi iradeyle uyumlu, siyasetin amacına uygun kararlar üretiliyor. Bu tür kararları savunanlar da “burası hukuk devletidir, yargı kararlarına saygı duymak gerekir” yalanına başvuruyor.
Daha önce “Türkiye Cumhuriyeti birazcık demokratik, birazcık laik, birazcık sosyal ve birazcık da hukuk devletidir” diyordum. Ama örneklerini anlattığım gibi hukukun katledildiği vakaların yaşandığı, Anayasasına ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan bir iktidarı ve Meclisi olan bir ülkeye hala “hukuk devleti” demek doğru olabilir mi?