“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabının kahramanı Snelman, bir futbol şöleninde konuşma yapar ve der ki; “Sokrat’ın ve Herkül’ün resimlerine bakın. Sokrates’in kafası oldukça büyüktür, alnı neredeyse dışarı fırlayacak gibidir. Fakat Herkül’ün gelişmiş adaleli vücudu üstünde kafası küçüktür.
Ben size ikisinden biri olun demiyorum. İkisini de ihmal etmeyin diyorum. Futboldaki başarılarınızın yanına ekonomik, sosyal, fikir ve ahlak alanındaki başarılarınızı da koyun.
***
Bu kitap çok önemlidir ve hakkında çok değişik açılardan değerlendirmeler yapmak mümkündür. Benim bugün dikkat çekmek istediğim husus “ikisinden biri olmak zorunda değilsiniz” mesajı.
Bu mesaj bana, 1980 öncesi gençlik hareketleri içinde dikkati çeken üç grubun sloganlarını hatırlattı. Milliyetçi/ Ülkücü gençler “Milliyetçi Türkiye”, İslamcı gençler “Müslüman Türkiye“, Devrimci gençler ise “Bağımsız Türkiye” sloganlarını kullanıyordu. Hatta bir grubun yazdığı bu sloganlardan birini duvarda gören diğer grup, sloganın Türkiye kısmını bırakıp, önündeki kelimeyi kendine göre değiştiriyordu.
Oysaki bunlardan birini seçmek zorunda değildik. Bu millet hem Türk (Milliyetçisi), hem Müslümandı ve milliyetçi olmanın olmazsa olmazlarından biri bağımsız olmaktı. Yani sloganlara hapsolmasak, hepimizin hedefi aynı olabilirdi.
Birbirimizle çatışacağımıza, hepimiz Milliyetçi, Müslüman ve Bağımsız bir Türkiye için çalışabilirdik.
*************************************
15 Temmuz’da da İkisinden Biri Olduk
15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü sonrasında doğru bir idrake kavuştuğumuzu sandık. Milletimizin bütün katmanları ve her siyasi görüşten insanlarımız dış kaynaktan beslenen FETÖ’cü darbeye karşı çıkmıştı. “Yenikapı ruhu” diye adlandırılan bir mutabakat oluşmuştu.
Bir sene geçtikten sonra maalesef bu mutabakatın kalmadığı görülüyor.
Burada en büyük sorumluluk şüphesiz devleti yönetenlere, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile iktidar partisi AKP‘ye düşer.
Muhalefet partileri çıkarılacak her türlü kanun için destek vermeye hazır olduğunu taahhüt etmelerine rağmen, hükümetin TBMM’ni devreden çıkarıp, ülkeyi Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetmeye devam etmesi bu kırılmanın ilk ve temel sebebidir.
Sadece TBMM değil, yargı da büyük ölçüde devreden çıkarıldı. KHK’lar ile kamu görevinden atılan yaklaşık 300 bin kişi için yargı yolu kapatıldı.
Dahası yargı sisteminin ve bürokrasinin siyasi kadrolaşma ile tek tipleştirilmesi devlete olan güveni sarstı. Devlet organlarının liyakat yerine tamamen AKP yandaşlığı ve Reis’e sadakat kriterine göre yeniden dizayn edilmesi devlete güveni yıktı.
OHAL altında gidilen, adil olmayan şartlarda yapılan ve dürüst olduğundan kimsenin emin olamadığı Anayasa referandumu yapıldı. Bu referandum ile “kuvvetler ayrılığına” ve parlamenter sisteme veda edilmesi demokrasiye ciddi darbe vurdu.
Referandum sonuçları ülke nüfusunun karpuz gibi tam ortasından ikiye bölündüğünü gösterdi.
Ana muhalefet CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarihe geçen 420 km’lik “Adalet, Hak, Hukuk” talepli yürüyüş yaptı. Bu müthiş eyleme toplumsal destek dahi, referandumdaki “evet” ve “hayır” a göre, bir başka deyişle “bizden olanlar ve olmayanlar” ölçütüne göre gerçekleşti.
15 Temmuz Darbe Teşebbüsünün en çok kime yaradığı sorusunun bir tek cevabı var. RTE/AKP bu olayı fırsata çevirdi ve hem iktidarını pekiştirdi ve hem de ülkenin yönetim şeklini değiştirdi.
Bu darbe teşebbüsü olmasaydı devleti oluşturan yasama, yürütme ve yargı güçlerini Cumhurbaşkanında toplayan bu değişikliğin yapılması mümkün değildi.
Milletimizin yarısı Erdoğan ve partisinin “demokrasi” istediğine inanmıyor. Bu sebeple meydanlarda “demokrasi nöbeti” çağrısına soğuk baktı.
Sosyal medyada gösterilen tepkilere baktığımızda, iktidarın 15 Temmuz’un birinci yıldönümünde devletin bütün imkânlarını kullanarak çok görkemli bir şekilde anma programları düzenlemesini, bir kesim “yeni bir devlet ve millet oluşturulması projesi”nin parçası olarak değerlendiriyor.
23 Nisan’larda, 19 Mayıs’larda, 30 Ağustos ve 29 Ekim’lerde hava muhalefeti veya terör endişesi gibi bahanelerle kutlamaları yapmayan, 10 Kasım’larda hastalanan devlet yöneticilerinin 15 Temmuz’u “en kutsal bayram” havasında kutlaması eleştiriliyor.
Hiçbir milli bayramda yaşamadığımız şekilde toplantılara bedava taşıma, ikram vd masrafları 15 Temmuz için esirgemeyen devlet;
Törenler için sınırsız harcama yapan Belediyeler ile milyonluk ilanlar veren devlet ihaleleri ile büyümüş şirketler;
Bedava sınırsız görüşme ve internet hizmeti sunan Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom gibi kuruluşlar,
Tam gün özel yayın yapan TV’ler milli duygular konusunda samimi bulunmuyor.
Bu sebeplerle 15 Temmuz, milli birlik ve beraberliği temin yerine, AKP kitlesinin sadakatini artırmaya, bu kitleye güç ve moral vermeye yarayan etkinliklerin yapıldığı bir gün oldu.
Keşke ortak acıları paylaştığımız, yapılan hatalarla yüzleştiğimiz, ortak duygu ve çözüm yollarında buluştuğumuz bir gün olabilseydi.
*************************************
Demokrasi Nöbeti ve Gazeteciyi Gözaltına Almak
İzmit’te, Kocaeli Koz internet sitesinde, yazı işleri müdürü olan Yeliz Koray’ın 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak ‘Yerim Destanınızı’ başlıklı köşe yazısı yayımlandı. Yazı müthiş ilgi gördü, birçok internet sitesinde yayımlandı. Sosyal medyada rekor paylaşımlar ile inanılmaz bir okuyucu kitlesine ulaştı.
Yazının olağanüstü ilgi görmesi üzerine aktroller devreye girdi. Bütün paylaşımların altına hakaret dolu yorumlar yağdırdılar. Bazıları O’nun cezalandırılmasını istedi.
Yazı 15 Temmuz ile Çanakkale ve Sarıkamış Muharebelerini, Kurtuluş Savaşımızı, PKK ile verilen mücadeleyi eşdeğer hatta üstün tutanlara bir tepkiyi ifade ediyordu.
Dahası 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos ve 29 Ekim’lerde bayram yapmamak için hava durumu ve güvenlik gerekçelerini ileri sürenlerin, 15 Temmuz anma/kutlamaları için milyonları meydanlara dökmelerine, bugüne kadar görülmemiş boyutta törenler düzenlemelerine, 1 Temmuz afişlerinde, FETÖ yerine, Türk Askerinin aşağılanmasına toplumun bir kesimindeki mevcut öfkeyi yansıtıyordu.
Benim yazıdan çıkarabildiğime göre tepki 15 Temmuz anmalarına değildi. 15 Temmuz’a gelinmesinde katkısı olanların bu olayı fırsata çevirerek, Cumhuriyetin değerlerini sileceği, yerine farklı bir devlet yapısını getireceğine dair endişeden kaynaklanıyor.
Yeliz Koray bir yazar olarak toplumun bir yarısının nabzını tutmuş ve bu kesimin duygularını yansıtan bu çok etkili yazıyı yazmıştı. İçinde hakaret, küfür, belli şahıslara yönelik tahrik yoktu.
Yeliz Koray‘ın ve O’nun gibi düşünenlerin fikrini bazıları benimsemeyebilir. Ama toplumun nabzını tutmak isteyenler bu fikirleri okumalı ve gereken dersleri çıkarmalı idi.
Bunun yerine, kitleleri “demokrasi nöbeti” için meydanlara toplamışken, yazısı sebebiyle Gazeteci Yeliz Koray gözaltına alındı. Daha sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Birilerinin demokrasiye miting ve nöbetlerden önce düşünce ve basın özgürlüğüne saygı ile sahip çıkılabileceğini anlaması gerekiyor.