Gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerin farkı nerede
yatıyor?
Milletleşme deniyor, zihniyet deniyor, bir zamanlar
sınıflar denirdi… Bunların hepsi de tekrar soru doğuran çözümler. Niçin
milletleşemediler, niçin o zihniyet, niçin… Geçen yazımda bahsettiğim “Beş defa
niçin diye sorunuz.” tavsiyesi burada da geçerli… Kök sebebe varmak için beş
yeterliyse ne âlâ. Değilse sormaya devam.
Gelişmişle gelişmemiş arasındaki temel farka, kök sebebe
yakınlığına inandığım bir etmen var: Toplum, kendi problemlerini kendinin
çözebileceğine inanıyor mu? Yoksa bir büyük adamın veya büyük adamların zuhur
etmesini, kendisi için bu işi yapıp çözümü ona hediye etmesini mi bekliyor?
Bolonya Üniversitesi
Avrupa’da aydınlanmanın ve bilim devriminin doğuş
sebepleri arasında üniversitelerin kuruluşu sayılır. Coğrafî keşifler ve
özellikle Amerika kıtasının keşfi, bilim cemiyetleri ve matbaa, diğer
sebeplerdir. Bilim cemiyetlerinden kasıt, Londra Kraliyet Bilimler Akademisi,
Paris’teki Fransız Bilim Akademisi gibi kurumlardır. Avrupa’da bunların
başlangıcında hep insanların kendi organizasyonları, kendi teşebbüsleri var.
Bunları siyasî otorite kurmuyor. Siyasi otorite, kurulmuş cemiyetlere sonradan
dâhil olup destekliyor.
Üniversitelere dönelim. Bolonya Üniversitesi’ni, Batı’nın
ilk üniversitesi sayıyorlar. Hâlâ yaşayan, hâlâ hayatını sürdüren bir
üniversite! Yaşı 900’ü aşmış, 1000’e yaklaşıyor. 1088 yılında öğretime
başlamış. Fakat başlangıçta pek üniversite denilecek hâlde değilmiş, yüz yıllık
bir gelişme döneminden sonra kişiliğini bulmuş.
Nizamiye Medreseleri
Fakat durun! Bu tarafta da üniversiteler var… deyip
Nizamiye medreselerini sayabiliriz. En ünlüsü, Bağdat Nizamiye Medresesi,
1067’de açılmış. Bolonya’dan 21 yıl önce. Bolonya’nın tedrici gelişmesini
düşünürseniz, belki yüz küsur yıl önce. Peki, Bolonya giderek bilim devrimine
sebep oldu da, Nizamiye niçin olmadı?
Kuruluş sebeplerindeki büyük farktan. Kuranların
konumlarındaki büyük farktan.
Nizamiye medreseleri, Büyük Selçuklu Veziri
Nizamülmülk’ün eseri. Yani devlet kuruyor, tepeden kuruluyor. Sebep? Sebep, Şiî
Fatımî’lere karşı devletin resmî ideolojisi hâline getirilmek istenen Şafiî-
Eşari felsefesini savunmak ve yaymak. Nizamülmülk, bu işin başına da İmam
Gazali’yi getiriyor… Gazali, Şafiî, Eşari görüşlerin ne olduğuna bakarsanız,
Nizamiye medreselerinin bilim devrimine falan sebep olamayacağı görülür.
Bunlar, olsa olsa, bir bilim devrimi kıvılcımını söndürmeye yarayabilir. Galiba
öyle de oldu. Hiç olmazsa Kayıp Aydınlanma’nın yazarı Frederick Starr öyle
düşünüyor.
Öğrencilerin kurduğu üniversite!
Bolonya Üniversitesi’ni öğrenciler kuruyor! Evet, hocalar
da değil, öğrenciler. Bilgi “talep” eden “talebeler”. “Kardeşlik (Fraternite)”
cemiyetleri kuruyorlar. Fraterniteler, Batı üniversitelerinde hâlâ var. Aralarında para topluyor ve öğretmesini
istedikleri hocaları maaşa bağlıyorlar. Öğrenci ve hocaların kurduğu bu tüzel
kişiliğe universitas deniyor. Kelimenin bu anlamdaki ilk kullanılışı. Kuruma,
ta o dönemlerde öğrenmenin (çalışıp öğrenmenin) besleyen anası, Alma Mater
Studium deniyor ve amblemine bu yazılıyor. Batı’da bugün de mezunlar,
üniversitelerini bu sıfatla anarlar: Alma Mater- besleyen anne.
Hocaları denetleyen, maaşlarını tayin eden, müfredatı
talep eden, hep öğrenciler. Çeşitli milletlerden öğrenci geliyor. Bu grupların
her birine “nation” deniyor. “Nation”lardan birinin üyesi bir kabahat işlerse
Bolonya şehri, grubun tamamını cezalandırıyor. Fraterniteler, buna karşı da
teşkilatlanıp, bu kuralı kaldırtıyorlar.
Yapı, yavaş yavaş değişiyor, hocalar kendi aralarında
dayanışmaya geçip maaşlarını ve sınav ücretlerini belirlemeye başlıyor. Sonunda
şehir yönetimi, hocaların maaşlarını, topladığı vergilerden karşılamaya
başlıyor ve üniversite bir bakıma kamulaşıyor.
Yalnız Bolonya değil, İtalya’nın kuzeyi, kendi kendini
yöneten şehir devletlerinden oluşuyor. Ahali, kendi göbeğini kendi kesiyor.
Rönesans’ın vatanı da burası. Sonra adım adım, şehir devletlerinden millî
birliğe ve millet devletine ilerliyorlar.
Biz yaparız farkı
İlk üniversite niçin Kuzey İtalya’da da Güney’de değil?
Çünkü Güney hür değil, bağımsız değil. Güneyi, Normanlar istila etmiş ve
şehirlere ya doğrudan yahut tayin ettikleri baronlar aracılığıyla
hükmediyorlar. Her şey tepeden aşağıya iniyor. Halk, bir şey istediği zaman
fert fert, Norman reisten veya onun baronundan, o da olmazsa baronun
yakınından, yakınının yakınından medet umuyor. Kendi göbeğini kesmek diye bir
ümit yok; böyle bir anlayış da doğmuyor. Bugün hâlâ, Kuzey İtalya ile Güney
İtalya arasında refah farkı, zihniyet farkı vardır. Kuzey endüstri ve
zenginliğiyle, Güney, mafyasıyla tanınır.
Gelişme- gelişememe ayrımının kök sebebi, insanların,
“Davranın, biz birlikte yaparız.” demeleri ile “Biri yapsın.” diye beklemeleri
arasındaki fark gibi görünüyor. Yatay -dayanışarak, beraberce- ile düşey
-tepeden aşağı- arasındaki fark bu. Millet olmakla olmamak diye gördüğümüz de
aynı zihniyet ve davranış. Kendi geleceğimizi biz kurarız diyenler bir tarafta…
Büyüklerimiz bizi kurtarır, ben en iyisi derdimi, büyüğümüzün yakınına
söyleyeyim diyenler öbür tarafta! https://millidusunce.com/iki-universite-nizamiye-ve-bolonya/