İki Avrupa (3)

95

Ey İkinci Avrupa! Senin karanlıklı dehan; sözde çok akıllı, çok zeki ve çok anlayışlı olman; insanlığın gündüzünü geceye çevirmiştir. İşte sen o sıkıntılı, zulümlü / haksızlık içeren, zulmetli / karanlıklı gecene ısındırmak için; yalancı, geçici lâmbalarla güya insanları aydınlattın, ışıklandırdın! Oysa o sözde lâmbalar sevinçle, mutlulukla insanın yüzüne tebessüm edip gülümsemiyor. Belki değil muhakkak bir gerçek var ki, insanın ağlanacak acı hâllerindeki akılsızcasına, ahmakcasına ve aptalcasına gülmesine, o ışıklar alay ederek, eğlenerek gülüp geçiyorlar.

Her bir hayat sahibi; senin öğrencilerin nazarında, zâlimlerin hücumuna uğramış, musibetlere düşmüş miskin kimselerdir. Çünkü dünya, herkes için umumî bir matem evidir. Dünyadaki seda ve sesler ölüm ve elemlerden gelen vaveyla, ağlayış ve sızlanmalardır.

Senden tam ders alan öğrencin bir firavun olur. Fakat en hasis / bayağı şeye ibadet eden, menfaat gördüğü her şeyi kendine Rab telâkki eden / Rab sayan zelil / aşağılık bir firavundur.

Hem senin peşinden giden taleben, inatçıdır. Bir lezzeti için çok zilletleri ve aşağılık durumları kabul eden miskin bir inatçıdır. Hasis bir menfaat ve çıkarı için şeytanın ayağını öper derecede alçaklık gösterir.

Hem cebbar ve zorbadır. Fakat kalbinde dayanacak bir nokta bulamadığı için, zatında gayet âciz, sadece kendini düşünen bir cebbardır.

O seni takip eden talebenin / takipçinin tek isteği, tek gayesi vardır. Nefsanî heveslerini tatmin etmek. Hamiyet / gayret ve fedakârlık perdesi altında, kendi menfaat ve yararını aramak. Hırs ve gururunu teskin edip susturmak. İşte tüm bunlar için çalışan bir dessastır. Bir hilekârdır. Nefsinden başka ciddî olarak hiçbir şeyi sevmez, her şeyi nefsine feda eder.

Hem sakîm / bozuk felsefenin takipçisi olup, kendi nefsi için kardeşinden bile kaçar. Çünkü İkinci Avrupa’nın sakîm felsefesi; tek gözlü olup, dehası her şeyi yanlış görmek ve göstermektir. Öyleyse:

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri / İkinci Menfî / Bozuk Avrupayı / Materyalistleri / Maddecileri taklide çalışmayınız! Acaba, Bozuk Avrupa’nın size bunca ettikleri sayısız zulüm ve düşmanlıktan sonra, hangi akıl ile onların sefahat ve batıl / yanlış fikirlerine tabi olup onlara güveniyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, tabi değil, belki şuursuz olarak onların safına katılıp, kendi kendinizi ve kardeşlerinizi manen ve sonrasında maddeten idam ediyorsunuz. Uyanınız! Siz ahlâksızcasına tabi olup onlara uydukça; hamiyet ve millet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü, bu şekilde uymanız milliyetinizi hafife almaktır. Milletinizle alay etmekten başka bir şey değildir.

İkinci Avrupa’yı nazara vermişken, gelelim onların yani inançsızların çokluklarından, onların bazı iman hakikatlerini inkârlarındaki aynı görüşte birleşmelerine ve onların bu ittifaklarından telâşa düşen, itikadını / inancını bozan biçare insanlara.

Bilelim ki, kıymet ve ehemmiyet kemiyette / sayıda ve adet çokluğunda değildir. Çünkü, insan eğer insan olmazsa, şeytan bir hayvana inkılâp eder / dönüşür. İnsan, bazı Frenkler ve Frenk-meşrepler gibi, hayvanî ihtiraslarda terakki edip ilerledikçe, daha şiddetli bir hayvanlık mertebesine yükselir. Oysa görüyoruz ki, hayvanların kemiyet ve adet bakımından sayısız bir çokluğu varken, ona nisbeten insan gayet az iken, bütün hayvanlar üstünde sultan, halife ve hâkimdir.

İşte İkinci Bozuk Avrupa’nın yolunda giden sefîhler; ahlâksızca bir hayat sürenler; Cenabı Hakkın hayvanlarından bir çeşit habis ve kötülerdir.

Fakat hikmetinden sual olunmayan ve her şeyi hikmetle yaratan Allah; onları farkında olmadıkları hâlde, dünyanın imarında, dünyanın bayındır hâle gelmesinde çalıştırıyor. Çünkü Allah; mümin kullarına verdiği ve vereceği birçok nimetlerine, onları vasıta ve aracı kılıyor.

Velhasıl altında kalkamayacağımız öyle İlâhî işler var ki, cevap bulmakta zorlanıyoruz ne kelime hiç cevap bulamıyoruz bile. Çünkü:

“İdrak-i maalî bu küçük akla gerekmez

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.”

 

 

Önceki İçerikAdaletsiz Ekonomik Kalkınma Olmaz
Sonraki İçerikSeçime Çeyrek Kala Türkiye…
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.