Ey ikinci, bozuk Avrupa! Senin çürük, esassız esaslarının bir kısmı şunlardır:
“En büyük melekten en küçük balığa kadar her bir canlı, kendi nefsine yani kendine maliktir! Kendi zâtı yani kendisi için çalışır! Kendi lezzeti için çabalar! Onun bir yaşama hakkı var. Gayret, çaba ve çalışmasının amacı yaşamaktır. Asıl varmak istediği hedefi; bekasını / kalıcılığını sağlamaktır!” diyorsun.
Hâlbuki Hâlık-ı Kerîm’in; ikramı bol, yaratıcı Allah’ın; cömertlik, lütuf, ihsan, bağış gibi kerem denilen düstur ve kuralları var. Kâinat erkânı arasında; âlemin esasları, kâinatın rükun ve direkleri demek olan teavün / yardımlaşma düsturu / kuralı var. Bu kurala tam bir itaat etme ve uyma var. Nitekim bitkiler hayvanların imdadına, hayvanlar da insanların yardımına koşuyor. Bu şekilde o teavün / o yardımlaşma kanunu, kendini apaçık gösteriyor. Böylece o umumî / genel kanun rahîmane / merhametle, kerîmane / cömertçe kendini belli ediyor. İlahî ışıklarını etrafa saçıyor.
İşte bu cihanşümul / evrensel / kâinatı içine alan kanun ve kuralı; İkinci Avrupa görmüyor! Canlılar arasında bir cidal yani muharebe, cenk, kavga ve savaş var sanıyor! “Hayat bir cidaldir / kavgadır!” diye tutturmuş gidiyor. Ahmakçasına, akılsızcasına bir hükümde bulunuyor.
Acaba o teavün / yardımlaşma denen kanunun tecellî ve görüntüsünden ileri gelen taam; yani yiyecek zerreleri ve yemek taneciklerinin; tam ve kusursuz bir istek ile, beden hücrelerinin gıdalandırılması için koşmaları; nasıl olur da bir cidal, bir muharebe, bir cenk, bir kavga ve bir savaş sayılabilir? Bu nasıl bir çarpışmadır?
Tam tersine o yardım, o birbirinin yardımına koşmak; olsa olsa ihsan ve ikramı bol, kerîm bir Rabbin emriyle yapılan bir teavün, bir yardımlaşma ve birbirine yardım etmektir.
Hem çürük bir esasın: “Her şey kendi nefsine mâliktir!” / “Her şey kendi kendinin sâhibidir!” diyorsun. Oysa hiç bir şey; kendi nefsine / o şeyin kendisine, kendi şahsına malik ve sahip değildir. Nitekim bunun böyle olmadığına kat’î / kesin, şüpheye yer bırakmayan bir delil ve kanıt şudur ki:
Sebep, vasıta ve aracılar içinde en şerefli olan insandır. İrade, tercih, kendi istek ve arzularına göre hareket etme noktasında, en geniş irade ve dilemesi olan insandır. Bu konuda, yâni bir şeyi yapıp yapmama hususunda, iktidar ve güç sahibi yine insandır. Halbuki bu insanın düşünmek, söylemek ve yemek gibi en zâhir, en açık, en görünür fiil ve hareketlerinin oluşmasında; yâni kişinin kendi isteğiyle yaptığı işlerin, kendi arzusuyla yerine getirdiği fiillerin oluşması için, yüzlerce şıkkın yerine getirilmesi lâzımdır. Bu yüzlerce şık ve husustan; onun irade, istek eline verilen, güç ve kuvvet dairesine giren; yalnız -o da şüpheli olan- tek bir cüz, tek bir parçadır. Böyle en zâhir, en açık ve görünür bir fiil, iş ve hareketin; yüz cüz ve şıkkından ancak bir cüz ve şıkkına / seçeneğine bile malik olamayan insan için, nasıl olur da “Kendine mâliktir!” denilir?
Madem ki, en şerefli, en iyi, en güzel insandır. İrade, tercih, kendi istek ve arzularına göre hareket etmesi en geniş olan yine insandır. Üstelik o insanın; hakikî tasarruf ve sahiplenmekden eli bu derece bağlanmış hâldedir. İşte gerçek bu iken: “Diğer hayvanlar ve cansız varlıklar kendine maliktir!” diyen kimse; hayvandan daha ziyade hayvandır. Cansız varlıklardan daha ruhsuz ve cansızdır. Hattâ daha şuursuz, bilinçsiz ve ince kavrayıştan uzaktır.
İşte ey İkinci Avrupa! Seni bu hataya atıp vartaya / büyük bir tehlikeye düşüren, tek gözlü dehandır. Kendini çok akıllı, çok zeki, çok harika ve olağanüstü sanman; yani o uğursuz zekândır. O kör dehân ile, her şeyin Hâlıkı / her şeyi yoktan var eden yaratıcı Allahı, yani Rabbini unuttun! Aslında olmayan, vehim ve hayal ürünü olan mevhum bir tabiata isnat ettin / dayandın! Her şeyi ona mal ettin! Allah’ın eserlerini sebep ve vasıtalara verdin! O Hâlık’ın malını bâtıl / boş ve mânâsız olduğu hâlde, tapılan mâbud ve tagutlara / Allah’a isyan ettirenlere taksim ettin / paylaştırdın! Şu noktada, o dehan nazarında; her canlı ve her insanın; tek başına, sayısız düşmanlara karşı koyması ve nihayetsiz ihtiyaçlarını kazanabilmesi için, çok çabalaması gerekiyor. Zerre gibi bir iktidar, ince tel gibi bir tercih ve seçme kabiliyeti, zail / yok olmaya mahkûm parıltılı bir bilinç, çabuk söner ışıltılı bir hayat, çabuk geçer dakika gibi bir ömür ile, o hadsiz düşmanlara ve ihtiyaçlarına karşı dayanmaya mecbur oluyor!
Hâlbuki o zavallı canlının sermayesi, binler isteklerinden birine bile yetmiyor. Musibete uğradığı zaman; kör ve sağır sebeplerden başka derdine derman olacak birini bulamıyor.