Oğuz Çetinoğlu: Hucurat Sûresi’nin 13. Âyeti ve bu Âyet’i yorumlayan Hadis-i Şerif’lerde yasaklanmış olduğu belirtilen kavmiyetçilikle; ‘Türkçülük’, ‘Milliyetçilik’, ‘Türk milliyetçiliği’ olarak adlandırılan düşünce sistemi arasında bağlantı-ilişki var mıdır? Varsa, neden, yoksa hangi sebeplerle?
Dr. Emin Işık: Kuran, aile, oymak, aşiret ve kabile gerçeğini inkâr etmez. Tam aksine insanın ana-babasına, hısım ve akrabasına saygılı ve bağlı olmasını, elinden geldiğince onlara iyilik etmesini emreder ve bunu dinin temel ilkelerinden biri sayar. Kişiler için olduğu gibi, kavimler için de kendi kavmini üstün görüp, başka kavimleri hor görmenin çirkinliğine dikkat çeker.
İslâm inancına göre, Allah, âlemlerin Rabbi’dir. Yüce Rabbin emri odur ki. ‘Bütün insanlar eşit, bütün Müslümanlar kardeştir.’ Zira hepsi bir anadan, bir babadan yaratılmıştır. Peygamber Efendimiz, Veda Hutbesi’nde ‘Arap’ın, Arap olmayana, beyazın siyaha hiçbir üstünlüğü yoktur. Hepiniz Âdem ile Havva’nın çocuklarısınız.’ Derken bu gerçeğe vurgu yapmıştır.
Bir boy (aşiret) ailelerden, bir kavim de boylardan meydana gelir. Ancak kavim, soyu ve dili bir olan toplum demektir. Kavmiyetçilik de, kendi kavminin üstün olduğunu iddia etmektir. Meselâ İsrailoğulları, yani Yahudiler, kendilerinin Tanrı tarafından üstün ırk olarak yaratıldığına inanırlar ve bunu savunurlar. Diğer hiçbir kavimin kendileriyle eşit olduğunu kabul etmezler. Hitler Nazizm’i de onların bu iddialarına tepki olarak doğmuştur; Alman ırkının daha üstün olduğu iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Hitler Almanya’sında Nazizm’in ortaya çıkmasının esas sorumlusu da yine Yahudi’nin üstün ırk iddiasıdır.
Ashaptan biri, Hazret-i Peygamber’e geliyor, ‘Ey Allah’ın Resulü, kavmiyetçilik nedir, bunu bana açıklar mısın?’ diyor. Peygamber Efendimiz de ‘Haksız olduğunu bildiğin halde kendi kavminin tarafını tutmandır.’ Diye cevap veriyor.
Çünkü Müslüman Hak ehlidir. Hakka tapmak ve Hakka kul olmakla görevlidir. Bu sebeple dünyanın neresinde olursa olsun, yalnızca Hakkı gözetmek ve haklıdan yana olmak zorundadır. Hatta kendi aleyhine ya da ana-babası ve hısım akrabası aleyhine olsa bile! (Nisa Sûresi 4/135).
Onun için Mehmet Akif, Diyor ki: Halık ‘in namütenahi adı var, en başı Hakk,
Ne büyüktür kul için hakkı tutup kaldırmak!
Milliyetçilikle kavmiyetçilik aynı şey değildir. Çünkü kavim kelimesi ile millet kelimesi, hem kapsam, hem de içerik bakımından ayrı kavramlardır. İslâm dininin ortaya koyduğu ve gerçekleştirdiği millet, aşiretlerin ve kavimlerin eşitliği ve kardeşliği üzerine kurulu olan büyük birlik, daha doğrusu birlikteliktir. İslâmiyet’in, kavimlerin eşitliğine önem vermesi ve bu konuda hassasiyet göstermesi, millet birliğini sağlam temellere dayandırmak içindir. Çünkü hür ve eşit olmayan, eşit haklara sahip bulunmayan unsurların sağlam bir birlik meydana getirmesi mümkün değildir. Hac ibadeti, millet olmanın ibadetidir. Irk, renk ve dil farklıklarına rağmen Müslümanlar, Kâbe etrafında tavaf etmekle tek millet hâline gelirler. Kavim olmak için soy ve dil birliği yeterlidir. Fakat millet olmak için bu ikisi yeterli değildir. Kültür ve tarih birliği de gereklidir. Millet, kavramının temelinde din ve dinden gelen manevî değerler vardır. O toplumun bu değerlere bağlı olarak, müşterek bir tarihleri ve tarih içinde kader birliği etmiş olmaları şarttır. Çünkü milletleri, kendi tarihleri yoğurur ve oluşturur.
Bu anlamda her millet, kendi tarihinden ve kültüründen ibarettir. Söz konusu kültürel değerleri ve tarihî gerçekleri göz ardı ederek, milletten söz etmek mümkün değildir. Milleti tarihinden ve kültüründen soyutlayarak tarif etmeye kalkışmak, bilim dışı ve akla ziyan bir şeydir.
Türkiye olarak, mübadelede (1924) Anadolu’daki (Kayseri, Tokat, Konya Ereğli vs.) Türk asıllı olan ve Türkçe konuşan yerli Rum ve Ermenilerle Rumeli’deki Müslüman Arnavut, Boşnak ve Pomakları takas ettik. Çünkü gönderdiklerimiz, kendilerini bizden saymıyorlardı. Gelenlerin çoğu da hiç Türkçe bilmedikleri halde, kendilerini Türk sayıyorlardı.
Demek ki, Milliyet, bir aidiyet duygusudur ve kültürel bir olgudur. Sait Halim Paşa da ‘Müslüman’ın vatanı ezan-ı Muhammedi’nin okunduğu yerdir.’ Diyordu. ‘Milletim nev’-i beşer, vatanım Rû-yi zemin.’ Diyen Fikret’in bu iddiası, sosyoloji açısından hiçbir anlam ve değer taşımaz. Çünkü beşer cinsinden olmak millet olmaya yetmediği gibi, doğup büyüdüğü ülkenin dışında, yeryüzünde, ‘vatanım’ diyebileceği bir karış toprak yoktur. Bundan dolayıdır ki, bir başka şâirimiz Mithat Cemal Kuntay, ‘Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.’ Diyor.
Millet gerçeği, toplum hayatında üç yerde kendini açıkça gösterir: Bu üç yer, mabet, mezarlık ve nikâh dairesidir.
Bir şehir veya kasabada yaşayan insanlar, eğer aynı mabette ibadet ediyor, ölülerini aynı mezarlığa gömüyor ve birbirlerinden kız alıp vermede bir sakınca görmüyorlarsa, soyları ve dilleri ne olursa olsun, onlar tek millettirler.
Milliyetçilik, ‘Milleti meydana getiren kültürel ve manevî değerleri, âdet ve gelenekleri yaşatmak için gösterilen çaba’ demektir. Millete varlık kazandıran değerlerin yıpranması ve erozyona uğraması, millet varlığının güç kaybetmesi ve çözülmesi anlamına gelir.
Milliyetçilik dinle çatışmaz, bilakis dindar olmayı gerektirir. Her dindar insan, dinini, tarihini ve kültürünü korumak ve yaşatmakla görevlidir.
Dinle çatışan şey, ırkçılıktır. Kavim taassubu demek olan kavmiyetçilik, milliyetçilikle taban tabana zıttır. Bizim tarihimizde de görülmüştür ki, millî birliğimiz, ırkçılık yüzünden yıpranmış ve dağılmıştır.
İslâm dünyası, milletten, kavime, kavimden aşirete, aşiretlerden nerdeyse ailelere doğru bölünüp parçalanırken, günümüz Avrupalısı, birbirine düşman kavimlerden bir millet, daha doğrusu bir ümmet oluşturma yolunda ciddî adımlar atmış ve bu yoldaki çabasını azimle sürdürmüş bulunuyor..
‘Pan Türkizm’ denilen Türkçülük hareketi, başlangıçta, bütün Türk kavimlerinin, gaye iş ve eylem birliği yapmaları gerektiğinden söz ediyordu.
Sonraları, ne olduysa, İslâm dinini dışlayan ve hattâ ‘Kâbe Arap’ın olsun, bize Çankaya yeter.’ Diyen koyu bir ırkçılığa dönüştü. Malazgirt’ten bu yana bütün tarih boyunca, İslâmiyet uğrunda büyük fedakârlıklarda bulunmuş,
Süleymaniye, Selimiye ve Sultanahmet gibi dünyanın gözünü kamaştıran muhteşem âbideler dikmiş ve binlerce dinî eser vermiş bir milletin tarihini, kültür ve sanat değerlerini hiçe sayan bir zihniyetin bizim tarafımızdan ve bizimle kader birliği etmiş hiçbir Müslüman kavim tarafından benimsenmesi mümkün değildi. Kaldı ki, Türkçülük hareketinin öngördüğü büyük birliğe katılmaları istenen Uygur, Özbek, Tatar, Kazak, Türkmen vs. farklı coğrafyalarda yaşayan diğer Türk kavimleri de bizim gibi Müslüman idiler.
Aralarında en kuvvetli müşterek bağ olan din bağını inkâr ederek, birlik oluşturmaya kalkışmak, bindiği en büyük dalı kesmek demek değil midir?
Irkçılık anlamına gelen bu Türkçülük hareketine itibar etmemekle insanımız, büyük bir basiret göstermiştir.
Çetinoğlu: İbn-i Haldun kavmiyetçiliği; kan ve akrabalık bağlarından oluşan ‘nesep kavmiyetçiliği‘ ve kavmini sevmek, kavmini yükseltmek düşüncesi temeline oturtulmuş ‘sebep kavmiyetçiliği‘ olarak iki gruba ayırır.
Sizin görüşünüze göre, Türk milliyetçiliği düşüncesi, hangi gruptandır? Görüşünüzü ve görüşünüzü oluşturan sebepleri açıklar mısınız?
Dr. Işık: Bunun birincisine kavmiyetçilik, ikincisine milliyetçilik demek daha doğru olur. Kavmiyetçiliğin ve ırk taassubunun İslâm’da yeri yoktur. Başta din olmak üzere, tarih ve kültür değerlerini dışlayan kavmiyetçiliğin milliyetçilikle bağdaşır bir yanı yoktur. Katı ırkçılık, yakın tarihimizde denenmiş ve milletimiz tarafından kabul görmemiştir.
İkincisine, yani kendi kavmini sevmek ve yücelmesini istemek anlamına gelen milliyetçilik anlayışına gelince, bu zaten tarih boyunca yaşadığımız ve atalarımızdan devraldığımız bir gerçektir. Her millet, kendi milletini sever, onun her alanda gelişmesini ve yücelmesini ister. Kültür ve sanat eserleriyle övünür, tarihteki kahramanlarıyla, ilim, sanat, din ve devlet ulularıyla gurur duyar. Onları minnetle ve rahmetle anar. Çünkü millet, geçmişi, bu günü ve geleceğiyle bir bütün teşkil eder. Güçlü gelecekler, köklü bir geçmiş üzerine kurulur. Biz ilkel bir kavim değiliz, ileri ve büyük bir milletiz. Çünkü şanlı bir tarihimiz, köklü bir edebiyatımız, kültürümüz ve sanat eserlerimiz var.
Çetinoğlu: Peygamber Efendimiz (sav); ‘Ben Arap’ım‘ buyurmuşlar. Bir Türk olarak bizlerin de ‘Ben Türk’üm‘ demesi İslamiyet’e aykırı mıdır?
Dr. Işık: Ben bunda bir aykırılık görmüyorum. Kuran âyeti ‘Biz her peygambere kendi kavminin lisanıyla vahyettik.’ (3/4) buyuruyor. Sonra da ‘Biz bu Kuran’ı apaçık bir Arapça ile gönderdik.’ (26/195) âyeti yer alıyor.
Peygamber Efendimiz, ‘Ben Arap’ım.’ Dememiş olsa bile, onun Arap olduğu Kuran âyetleri tarafından ortaya konmuş bulunuyor.
Bir insanın nereli ve hangi kavimden olduğunu açıkça beyan etmesi kadar normal bir şey olamaz. Bunda İslâmiyet açısından günah sayılan bir şey de söz konusu olamaz. İslâm’ın kabul etmediği şey, kendi kavmini üstün, başka kavimleri hor ve hakir görmek anlamına gelen katı ırkçılıktır.
Bu da insanların ve kavimlerin eşitliğine aykırı düştüğü ve din kardeşliğini zedelediği için yasaklanmıştır.
Maalesef, gerek eski çağlarda ve gerekse çağımızda kendi kavmini üstün gören ve üstünlük iddiası taşıyan birçok kavim olmuştur.
Üstünlük iddiası şeytana ve onun izinden gidenlere mahsus bir iddiadır.
Çetinoğlu: İlahiyatçılar ve din adamları, ‘Bir insanın kavmine olan sevgisinin
mâkul ölçüde olanı faydalıdır. Aşırısı gereksiz ve zararlıdır.’ Diyorlar.
Bu cümleyi yorumlar mısınız? İlgi ve sevginin ölçüsünün sınırları nasıl çizilmelidir?
Dr. Işık: Ben de buna ‘âmin’ diyorum. Mâkul ölçüdeki milliyet sevgisi sâdece faydalı değil, aynı zamanda gereklidir. Biz kendi geçmişimizi ve geçmişteki büyüklerimizi sevmeden millet olamayız ki. Ancak onları sever ve benimsersek bu millete mensup oluruz. Kendi ailesini ve kavmini sevmek ırkçılık değildir. Irkçılık, üstün ırk iddiası taşımaktır. Türkler, üç kıtada hükümran oldukları devirlerde bile, üstün ırk iddiasında bulunmamışlar ve kendilerine farklı ve imtiyazlı bir konum tanımamışlar. Aksine Peygamber Efendimizin hatırı için Araplara ‘Kavm-i Necip‘ demişler.
Bu da onların dinlerine ne kadar bağlı ve saygılı olduklarını gösterir.
Mehmet Akif in dediği gibi:
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz.
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz.
Allah bizleri her türlü aşırılıktan ve ırkçılıktan korusun. (Âmin)
Dr. EMİN IŞIK:
1936 yılında Hatay’ın merkez ilçesine bağlı Karmanca köyünde doğdu. İlk dinî bilgilerini ve Kuran öğrenimini aynı zamanda doğduğu köyün imamı olan babası Hoca Şemsettin efendiden talim eyledi.
İlkokul’dan sonra iki yıl Antakya Kuran Kursu’nda talim okudu ve hafızlık yaptı. Orta kısmını Adana’da, lise kısmını İstanbul’da okuduğu İmam-Hatip Lisesi’nden 1960 da, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden 1964 yılında mezun oldu. Dört sene kadar İstanbul İmam-Hatip Lisesi’nde meslek dersleri öğretmeni ve idarecilik yaptıktan sonra açılan asistanlık imtihanını kazanarak İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Kuran İlimleri ve Tefsir Bilim Dalı’nda Ebubekr İbnu’l-Enbarî’nin Kitabu’l-Vakfı ve’l-İbtida adlı eserinin edition critiqueini yaparak yayına hazırladı. YÖK Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle Marmara Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesi’ne dönüşen aynı kurumda önce doktor, ardından Yardımcı Doçent olan Emin Işık, 15 Temmuz 2001 tarihi itibariyle emekli oldu.