-4.2 C
Kocaeli
Salı, Aralık 30, 2025
Ana SayfaÖne ÇıkanlarIğdır – Doğubayazıt ve Nahçivan Gezi Notları

Iğdır – Doğubayazıt ve Nahçivan Gezi Notları

Bu yazımda sizlerle Iğdır–Doğubayazıt ve Nahçıvan gezimiz sırasında edindiğim gözlem ve izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.

Bölge, I. Dünya Savaşı ve sonrasında oldukça çalkantılı bir dönem yaşamıştır. Bu süreçte, Osmanlı vatandaşı bazı Ermenilerin Rus ordusu ile birlikte hareket ederek çetecilik faaliyetlerine girişmeleri, bölgede yaşayan Müslüman Türk ve Kürt halk için ciddi güvenlik sorunlarına yol açmıştır. Ankara Hükûmeti’nin Kazım Karabekir Paşa’yı tam yetkili Doğu Orduları Komutanı olarak görevlendirmesiyle yapılan askerî harekâtlar sonucunda, 3 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile bugünkü sınırlarımız kesinleşmiş ve bölgede sükûnet sağlanmıştır. Bu gelişme, doğudaki bazı askerî birliklerin batıya kaydırılarak Yunan işgaline karşı verilen Millî Mücadele’nin kazanılmasına da önemli katkı sunmuştur.

Bölgeyi yakından gördüğünüzde, bu coğrafyanın tarih boyunca neden pek çok devlet için vazgeçilmez olduğunu kolayca anlıyorsunuz. Doğu–batı ve kuzey–güney bağlantı yollarını kontrol eden stratejik konumu, bölgeye ayrı bir önem kazandırmaktadır. Bu kapsamda Kars ilimizden sonra Iğdır ve çevresini gezmeye başlıyoruz.

Kars’tan Iğdır’a yaklaşık 140 kilometrelik, oldukça düzgün bir karayolu ile ulaşılıyor. Bölgenin yoğun kar yağışı alması nedeniyle yol çizgilerinin sarı renkte olduğu ve yol kenarlarında kar tipilerine karşı yapılan koruganların dikkat çektiği görülüyor. Kürt vatandaşlarımızın yoğun olarak yaşadığı, “arkası dağ önü bağ” benzetmesiyle anılan Digor ilçesinden geçerek Tuzluca’ya ulaşıyoruz. Eski adı Kulp olan bu ilçedeki tuz mağaralarını gezdikten sonra Iğdır’daki otelimize yerleşiyoruz.

Iğdır kelimesinin yiğitlik ve bahadırlık gibi anlamlar taşıdığı, adını Oğuz Kağan’ın torunu Iğdır Bey’den aldığı rivayet edilir. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Ertuğrul Bey’in de 400 çadırlık oymağıyla burada konakladıktan sonra Söğüt’e geçtiği bilinir. Bölge, 1064 yılında Alp Arslan’ın oğlu Melikşah döneminde Selçuklu hâkimiyetine girmiştir. Aras, Kür ve Çoruh gibi Türkçe nehir adları, bu toprakların çok eski dönemlerden beri Türk yurdu olduğunun önemli göstergeleridir.

Iğdır, 1991 yılında Kars’tan ayrılarak 76 plaka numarasıyla Türkiye’nin en doğudaki illerinden biri olmuştur. Ermenistan, Azerbaycan (Nahçıvan) ve İran ile sınırı bulunan ilimiz; ılıman iklimi ve verimli ovası sayesinde pamuk ve narenciye üretimiyle tanınmaktadır. Manavların önünde gördüğümüz mandalina yığınları bunun açık bir göstergesiydi. Otelimizin karşısında yer alan, yeni yapılmış büyük Ulu Cami dikkatimizi çekti. Bu caminin yapımında, şu anki Kocaeli Müftüsü Mehmet Sönmezoğlu’nun önemli katkılarının olduğunu öğrenmek bizler için ayrıca anlamlıydı.

Iğdır’ın meşhur Bozbaş yemeğini tattıktan ve Ulu Cami’de namazımızı kıldıktan sonra Nahçıvan’a gitmek üzere yola çıktık.

Nahçıvan sınır kapısı, Iğdır’a yaklaşık 85 kilometre mesafede, Dilucu mevkiinde yer almaktadır. Bu bölgenin Türkiye sınırlarına dâhil edilmesi, Mustafa Kemal Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün önemli bir örneğidir. 1933 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye ziyareti sırasında, bölgedeki akrabalık ilişkileri gerekçe gösterilerek bu toprakların istenmesi gündeme gelmiş; Atatürk’ün “hediye değil, bedel karşılığı olmalı” yaklaşımı sonucunda yaklaşık 15 kilometrelik bir sınır hattı elde edilmiştir.

Nahçıvan; 8 şehirden oluşan, yaklaşık 500 bin nüfuslu, yönetim merkezi 80 bin nüfuslu Nahçıvan şehri olan özerk bir cumhuriyettir. 1924’te Sovyetler Birliği’ne bağlıyken, 1990’da bağımsızlığını ilan etmiş; 1991’de ise Azerbaycan’a bağlı özerk cumhuriyet statüsünü kazanmıştır. Nahçıvan şehri, geniş yolları, az katlı binaları ve son derece temiz görünümüyle bizleri hayran bıraktı. Yere çöp atmanın (sigara izmariti dâhil) 300 manat (yaklaşık 7.500 TL) cezası olduğunu öğrenince, bu temizliğin sebebi daha iyi anlaşılıyordu. Şehrin güneyinde, İran ile ortak yapılan Aras Nehri üzerindeki baraj gölü de bölgeye ayrı bir zenginlik katmaktadır.

Kale, müze ve geniş bahçesiyle dikkat çeken Haydar Mescidi önünde mola verdik. Gül kokulu bahçesi, zarif mimarisi, toplantı salonları, abdesthane ve tuvaletleriyle son derece bakımlı olan bu mekân hepimizin takdirini kazandı. Hemen bitişiğinde, Hz. Nuh’a ait olduğuna inanılan anıt mezarı, kale ve müzeyi gezdikten sonra yerel mutfağın bilinen lezzetlerinden Lüle kebabını yiyerek Iğdır’a döndük.

Ertesi gün Doğubayazıt’a hareket ettik. Ağrı iline bağlı olan Doğubayazıt, Iğdır’ın yaklaşık 60 kilometre güneyinde, tarihî önemi büyük bir yerleşim yeridir. Türkiye’nin İran’a açılan Gürbulak Sınır Kapısı burada bulunmaktadır. Doğu Anadolu’daki Osmanlı döneminden kalma en önemli eserlerden biri olan İshak Paşa Sarayı da Doğubayazıt’tadır. Eski Beyazıt’ın bulunduğu yamaçlarda, kartal yuvasını andıran bir konumda yer alan bu saray, Avrupa’daki şatoları hatırlatmaktadır. Yapımına 1685 yılında başlanmış, 1784 yılında, tam 99 yılda tamamlanmıştır.

Taş işçiliği, duvar içlerindeki merkezi ısıtma kanalları, harem bölümü ve camisiyle bölgeye damgasını vuran bu eser, mutlaka görülmesi gereken bir saraydır. Muhteşem giriş kapısı, süt ve suyun ayrı aktığı söylenen iki musluklu salon çeşmesi ve pencere üstlerindeki nefis süslemeler insanı hayran bırakır. Sarayda yer alan kitabelerden birinde şu ifadeler yer almaktadır:

“Gökyüzünde güneş ile ayın ışıkları parladıkça Allah bu devletle bu ocağı ebedî eylesin.

Dünya durdukça buranın nimeti bol olsun.

Bu çeşmenin suyu cennetteki Kevser gibi olsun.”

Bölgenin önemli âlimlerinden Ahmed-i Hânî (1651–1707), Halep, Şam ve Buhara gibi ilim merkezlerinde eğitim görmüş; İshak Paşa Sarayı’nın temel atma töreninde dua etmiş ve bir süre kâtiplik yapmıştır. Kürtçe kaleme aldığı Mem û Zîn adlı eseri, yaklaşık 3.000 beyitten oluşan manzum bir eserdir. Bu eser, Fuzûlî’nin Leyla ve Mecnun’una benzer nitelikte bir yapıttır. Sevgi, sabır, hoşgörü ve ilmin önemini vurgular. Türbesi ve bitişiğindeki cami 1991 yılında yeniden yapılmış olup, bölge halkı tarafından ziyaret edilmektedir. Halk arasında “Baba” olarak anılan Ahmed-i Hânî’nin girişte yer alan şu nasihati oldukça anlamlıdır:

“Evlatlarımdan ümidim odur ki boş işlerle uğraşmasınlar. Ders ve ödevlerine çalışsınlar.

Bizleri unutmasınlar.

Güzellik ve iyilikler yapsınlar, dualarında bizleri ansınlar.”

Dualarımızı edip namazımızı kıldıktan sonra, tepedeki çay evinde sarayı, dergâhı, aşağıdaki ovayı ve Ağrı Dağı’nı seyrederek kahvelerimizi içtik. Ardından Doğubayazıt çarşısına inip hediyelik eşyalarımızı aldık ve Iğdır’a dönüş yoluna çıktık.

Dönüş yolumuz, 5.165 metre yüksekliğiyle dağcıların önemli adreslerinden biri olan Ağrı Dağı’nın eteklerinden geçmektedir. Zirvesi yılın 365 günü buzullarla kaplı olan bu dağ, mitolojik anlatımlarda Nuh Tufanı sonrası geminin indiği yer olarak da bilinir.

Iğdır’a döndüğümüzde, bölgeye özgü çağ kebabını da tattıktan sonra, şehir merkezine yaklaşık 15 kilometre uzaklıktaki havalimanına geçtik. 2017 yılında Şehit Bülent Aydın Havalimanı adını alan bu tesis, 2015’te Genelkurmay Başkanlığı’nda şehit olan Iğdırlı subay Bülent Aydın’ın anısını yaşatmaktadır. Bu bilgilere, bekleme salonundaki panolardan ulaştık.

Bilgilendirici ve ufuk açıcı bir seyahat daha yapmanın mutluluğuyla şehrimize döndük. Bu gezide bize rehberlik ve başkanlık yapan Öztekin Kaşukci’ye, uyum içinde yolculuk yaptığımız arkadaşlarımıza ve aracımızı kullanan Zeki Aytekin’e teşekkür ederim.

Önceki İçerik

Seçtiklerimiz

spot_img