Hayatta iken ve 22 Kasım 2012 tarihinde ebedî âleme doğduktan sonra kendisine uygun görülen sıfatların birkaçı şöylece belirtilebilir:
‘Türk Dünyasının Dede Korkutu’‘, ‘Türk Birliği Mefkûresinin Mücâhidi‘, ‘Nehirleri Türk Birliğine Akıtan Bilge‘, ‘Türk Dünyasının Çağdaş Korkut Atası‘, ‘Ulu Bilge’, ‘Bir Türkmen Kocası‘…
Prof. Dr. Turan Yazgan, bu sıfatların hepsini ve daha fazlasını hak etmişti.
O’nun üstün vasıfları ve adı ile özdeşleşmiş fikirleri başlıklara da makalelere de sığmaz. Gücü bedenine, düşünceleri ve zekâsı beynine sığmadığı gibi…
Turan Yazgan Hocamızın vasıflarının birkaçına sahip olabilenler bile; günümüz toplumunda çok saygın insan olarak kabul görürler.
O, mayası bizden olmakla birlikte, sanki başka türlü yoğrulmuş, ‘nimet‘ olarak kabul edilecek bir fikrî gıda, ipliği-boyası bu toprağın ürünü olmakla birlikte farklı dokunmuş çok değerli bir kumaş gibiydi. Kendini gerçekleştirmiş farklı ve üstün bir şahsiyet abidesi idi.
Dünyanın neresinde olursa olsun, Türk milletine mensup her insanın; başı dik, karnı tok olarak kendi millî bayrağının altında bağımsız bir ülkede yaşaması idealine gönül vermişti. Babası, onda bu idealin oluşmasını istediğinden mi oğluna ‘Turan‘ adını koymuştu, yoksa o mu adını, ruhuna fikrine yansıtıp bu ideali benimsemişti? Bilinmez. Fakat bir insanın fikrî yapısının ismi ile özdeşleşmesinin mûcize kabilinden ender görülen örneğidir.
Türk ırkının bütün özelliklerini şahsiyetinde toplamıştı. Fakat asla ırkçı değildi. Irkçılığa dayalı milliyetçiliği reddettiği gibi, Türkçenin doğru ve güzel konuşulması için çalışırken, her dilin, diğer milletlerin dilinden kelimeler alabileceğini belirtiyor, kelime ırkçılığı da yapmıyordu. O, gerçek anlamda ‘Kültür milliyetçisi‘ idi.
Çok kişi Turan Yazgan’ı, yalnızca millî değerlerimizle ilgilenen ‘Türkçü-milliyetçi fikir adamı‘ olarak bilir. Biraz daha yakından tanıyanlar, O’nun mânevî değerlerimize de gönülden bağlı olduğunun şahididirler. Şöyle diyordu:
‘Türk üreticisi, sanatkârı ahlak sahibidir. Ahlakın kaynağı dindir. Sanatkâr-esnaf olarak yetişecek Türk genci, çıraklığa kabul edildiği gün, ezan okumasını öğrenir. Kalfalık imtihanını başardığı gün Kur’an-ı Kerim’i hıfzetmiş olur. Usta olduğu zaman da cemaatin önüne geçer, namaz kıldırır. Bunları gönüllü olarak yapar. Para-pul beklemez. Hangi ustanın çırakları, hangi caminin, hangi minarenin, hangi şerefesine daha önce tırmanmışsa, ezan okuma hakkı onundur. İçten okur. En güzel şekliyle okur. Hangi usta mihraba yakın oturmuşsa, tesadüfen veya bilerek; o, namaz kıldırır. Çırağı, kalfası ve ustası böyle bir ahlakla donanmışsa, onlar hileli mal yapmazlar. Kaliteli üretim yaparlar. Ürettikleri mallar her yerde aranır. Toplum, refaha erişir. Ahlak sayesinde, din sayesinde…’
‘Türk Birliği’ni görüyor ve ona candan-yürekten inanıyordu. İnancını şu sözlerle ifade ediyordu: Nehirlerin akışı Türk birliği yönündedir: Dil birliği, fikir birliği, işbirliği!‘ İş birliğini de şöyle yorumluyordu:
‘İşbirliği, karşılıklı ticaret değildir. Onu, İsrail ile İran da yapıyor. Türk dünyasında işbirliği; Herhangi bir Türk Devleti’nin tesis yetersizliği sebebiyle işleyemediği hammaddesini, bir başka Türk Devleti’nde nihai mamul hâline getirip, gerek hammaddeyi üreten ve gerekse, işleyen ülkenin ihtiyacı karşılandıktan sonra dünyaya, piyasa değeri üzerinden satmak ve elde edilen dövizin bir kısmını cari harcamalar için kullanıp, geri kalan kısmını yeni yatırımlarda değerlendirmektir.’
* * *
İnsanlar, mezara konulduklarında değil, fikirleri unutulduğu, isimleri anılmaz olduğu zaman vefat etmiş olurlar.
Turan Yazgan, eserleriyle anılacak, fikirleriyle yaşayacaktır.