Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne
kendi kimseye benzer ne kimse
kendisine
Şâirliği
Edebiyat ve
yazı dünyâsına girişi, devrinin gençlerinin çoğu gibi şiir yolu ile olan
İbnülemin Mahmud Kemal İnal, erken yaşta Mehmed Âkif Ersoy’la birlikte ilk
nazım denemelerine başlamış bulunuyordu. On iki-on üç yaşlarına geldiğinde
ifâde ve teknikçe epey gelişmiş olmakla beraber şiiri Mehmed Âkif gibi kendisi
için tek saha olarak almadı. Şekil ve muhtevaca zamanının yenilik modalarına
iltifat etmeyip eski şiirin izinde yürüyerek çoğu gazel tarzında olan
manzumeler meydana getirdi. Hersekli Ârif Hikmet gibi üstatları örnek tuttu, o
vaktin ünlülerinin şiirlerine nazîreler söylemekten hoşlandı. Zaman zaman ‘Nâlânî’ mahlasını kullandı. Şiirlerinde
tema dâima aşk idi. Yılların akışı içinde kaleme aldığı manzumeler hacimlice
bir şiir mecmuasını dolduracak miktara ulaşmakla birlikte bunlara fazla değer
vermedi. Bununla beraber ilmî çalışma ve araştırmalarının iyiden iyiye öne
çıktığı zamanlarda da şiiri büsbütün bırakmadı. Sonraları mizacının sevkiyle
şiirde çok defa latîfe ve mizah vâdisine yöneldi. Ayrıca târihî ve biyografik
eserlerinde, fikrî yazılarında, konu arasına kendi kaleminden çıkma manzum
parçalarla müdâhaleler yapmaktan da hoşlanıyordu. Daha Millî Edebiyat akımı hız
kazanmadan önce hece veznine ilgi gösteren İbnülemin’in bu vezinle yazdığı
manzumeler de az değildir.
Manzumeleri
arasında duygu ve dinî heyecan bakımından na‘tlarının en başta söylenmesi
gerekir.
Şiirin bütün
inceliklerini bilen bu muhteşem tetkik ve tenkit âbidesi, kendisinin şâirliği
ile ilgili menfî hükmünde de büsbütün haksız değil… Ahmet Hamdi Tanpınar için
de aynı hüküm verilebilir: Şiirin sırlarını bilen ender tenkit ve tetkik âlimlerindendi,
buna mukabil, şâirliği çizginin hemen üstünde idi. Yarının edebiyat tarihçisi
O’nun şiirine bir cümle yer verirken, bir olayı hikâye edişindeki ifâde gücü söz konusu olduğunda uzunca
bir bölüm ayıracaktır. Edebiyat Târihi ile makaleleri ise aşılması zor
metinlerdir.
Fikrî
yazılarında ayrıca ifâdesini bulduğu üzere Hz. Muhammed’e karşı derin bir sevgi
duyan İbnülemin’in na‘tlarının büyük bir kısmı Hüseyin Sadettin Kaynak, Hüseyin
Kâzım Uz ve Hâfız İsmail Nisfet gibi zamanın ileri gelen mûsikîşinasları
tarafından bestelendi. Yakın arkadaşı Hüseyin Vassaf’ın Süleyman Çelebi’nin ‘Vesîletü’n-necât’ına yazdığı takriz ve
bunun içindeki manzum parça, O’nun Hz. Peygamber’e olan duygularının en
kuvvetli olduğu kadar en güzel ifâdesini verir. Bunlardan başka bestelenmiş
ilâhileri ve diğer bazı manzumeleri de vardır. Dağınık olan şiirlerinden elinde
kalabilenleri ‘Mevzun Sözler’ adıyla
bir araya getirdiyse de bastıramadı. Şâir Tâhir Selâm’ın (v. 1844) bir
gazelinin görebildikleri iki beytine şâir arkadaşlarıyla beraber söyledikleri
on dokuz nazîreyi ‘Gülzâr-ı Nezâir’
adı altında topladı İbnülemin’in tasavvufî bir kıtasına Feyzü’l-Kemâl ve bir
na‘tına da ‘Mir’âtü’l-Kemâl’ adıyla
Hüseyin Vassaf tarafından etraflı birer şerh yazılmıştır.
Birinci Dünya
Savaşı’nın yaşandığı günlerde bir cuma sabahı konağının, Fransız askerleri
tarafından işgal edilmesi üzerine İbnülemin’in kaleme aldığı dörtlük O’nun
güçlü bir şâir olduğunun göstergesidir:
Dârımızdan dûr edüb berbâd ü tarâc ettiler
Hazret-i Âdem gibi cennetten ihrac ettiler
Zevk bahşâ beyt-i Firdevsî’de eylerken karar
Bir temelsiz külbe-i ahzâne muhtâc ettiler
Şiirlerinden Örnekler
Râm edilmez bir güzelsin vuslatın hulyâ gibi
Her nigâh-ı iltifâtın tatlı bir rüyâ gibi
Bir mücessem neşvesin keyfiyyetin sahbâ gibi
Yok mudur bir niyyetin üftâdeni ihya gibi
Açıklama:
Ele geçirilmez bir güzelsin, seninle beraber olmak hülya
gibi
Her iltifatlı bakışın tatlı bir rüyâ gibi
Neşenin madde hâline gelmiş bir şeklisin, vasfın ise
şarap gibi.
Sana düşkün olana
hayat vermek gibi bir niyetin yok mudur?
Gazel
Hitâb-ı lutfunu yârin itâba benzetirim
Safâ-yı âlem-i aşkı azâba benzetirim
Görünce rûyini zîr-i nikabda o mehin
Sehâb içinde kalan mâhitâba benzetirim
O nûr-ı çeşm-i mahabbet tebessüm ettikçe
Tulûa mâil olan âfitâba benzetirim
Geçer neşâtı gönülde hazîn yâdı kalır
Zamân-ı vuslatı fasl-ı şebâba benzetirim
Zuhûr edince peyinde hafâ da zâhir olur
Vücûd-ı zâili ayni habâba benzetirim
Ne güllerinde vefa var ne gülşeninde safâ
Cihânı lâne-i bûm u gurâba benzetirim
Nasibi ehl-i kemâli bahâr-ı âlemden
Nasib-i bülbül-i mihnet-nisâba benzetirim
Gazel’in Açıklaması:
Sevgilinin lütfeden hitabını azarlamaya benzetirim.
Aşk âleminin zevkini azâba benzetirim.
O ay yüzlü güzelin yüzünü, örtü altında görünce
Bulutlar içindeki aya benzetirim.
O sevgi gözünün
nûru gülümsedikçe,
Doğmaya yakın
güneşe benzetirim.
Sevgiliyle beraber
olma zamanının sevinci geçer,
Üzüntülü bir hâtırası
kalır, onu gençlik çağına benzetirim.
O ortaya çıkınca,
arkasından gizlilik de görünür,
Yok olan varlığı su damlalarına benzetirim.
Dünyânın ne güllerinde vefa var, ne de gül bahçesinde
zevk var.
Dünyâyı baykuş ve karga yuvasına benzetirim.
Olgun kişilerin bu dünyanın baharından nasibini,
Kısmeti ıztırab
olan bülbülün nasibine benzetirim.
Mahmud Kemal İnal, şiiri hiciv sâhasında kullanmakta çok
mâhirdi.
Öyle zenginmiş ki fikri benzemez
En büyük milyarderin sâmânına
Böyle şâir gelmemiş dünyâya hiç
Şiir ü şâ’rı benzemez akrânma
Şi ‘rinin uymaz hesâbı parmağa
Bâhusus gelmez aruz evzânına
Öyle hayranmış ki şi’r ü nesrine
Ehli irfan turp sıkar iz’ânına
Veçhi benzer şi’rine canlar yakar
Şi’ri benzer vech-i nâ râhşânına
Baksa mir’ata olurmuş bî şuur
Kendi âşık kendi hüsnü ânına
Postu sermiş çıkmamış meyhâneden
Yan verip pîr-i mugan yârânına
Öyle mihnetkeş imiş ki bî misâl
Düşman ağlar derd-i bî pâyânına
Şişe şişe nûş edüp boş durmamış
Akıbet girmiş zavallı kânına
Kendine her veçhile hemdem bilüp
Bekri Mistik almış ânı yânına
Yazdılar târihi lâfzi serhoşân
İçti içti s… Orhan cânına.
Çok sık
tekrarlanan ziyaretlerinden rahatsız olduğu şahsa yazdığı hiciv şiiri:
Bir takım lâf ile teşviş-i huzur
Etme ey şâir-i bî şi’r ü şuur
Her
dakika bana gelmekten ise
Yılda bir kendine gelsen ne olur?
Köpeğe Mersiye:
Mürd olunca eyledi herkes keder,
Çünki
nâdir bir köpekti Mösyö Pit
Farkı yoktu bâzı insandan ânın
Rûyine baksa demezdi kimse it
Bir mücessem kibr idi pür debdebe
Kuyruğunda var idi sırma şerit
Âleme gelseydi vaktinde eğer
Arman’ı
sevmezdi Gotye Margirit
Na’t -1
Ey ruh müşahhas ki bütün canlara
cansın
Ağyare nihansın dili yarâne
iyansın
Bayındır eden güllere İrası
revayih
Rayinle de mihrü mehe envar
feşansın
Her zerre senin lem’ai vechinle
celidir
Zahirde fekat mühri
hafiyüllemansın
Hüsni ezeli, âşıkı hüzni
ezelindir
Bir öyle cemilsin ki cemallerde
nihansın
Aşkındır eden sureti hestiyi
nümayan
Aşkınla ki ayinei imkânü mekânsın
Keşf eyle nikabı ruhuni sırrını
göster
Görsün ki cihan ruhi
lâtifüseryansın
Dünyada yere düşmedi sayen fekat
ey nur
Ukbada rüusı beşere saye resansın
Ey nahbei mahlûkı ahad, gelmedi
mislin
Vallahi ve billâhi vahidi dü
cihansın
Ümidi kerem etmededir salihü
talih
Sen kânı kerem, melcei âfet
zedegânsın
Atfı nazar et haline biçare
Kemalin
Biçarelere lûtfile daim
nigeransın.
Na’t 2
Öyle ekmel halk olunmuşsun ki ey
mihri hüdâ
Hâlik-ı âzam, senin halkında
etmiş itinâ
Ferd yaratmış, ferd bırakmış tâbe
mahşer zâtını
Suretü siretde mislin halk
olunmaz bir daha
Etse mirata tekabül hak nüma
vechin senin
Misli mevhumun olur belki o
yüzden runümâ
Lemai hüsnün bütün dünyayı Şeyda
eylemiş
Zerre zerre incizab eyler bütün
dünya sana
Her güzel senden eder ahzi füyuzı
hüsnü an
Afitabı hüsnü ansın matlaın vechi
hüdâ
Öyle bir hüsni müşehassın ki seyr
etse seni
Hüsni mutlak, şübhesiz tekbire
eyler ihtidâ
Hangi cânândır o kim aşkiyle
olsun sine çak
Alkı Âdemden beri uşşakı vahdet
âşinâ
Sad hezarân kere mahv olsa vücudi
ehli aşk
Aşkı canbahşin gönülde ruh gibi
bulmaz fenâ
Can fidayı aşkınız, aşkınla
bulduk biz hayat
Âşık olmuşdur şehidi aşkına çünki
beka
Öyle ümmisin ki ilmin etdi ihyayi
ulûm
Müftekirdir tâ ezelden âlemi
irfan sana
Öyle ümmisin ki tâlim eyleyen
hakdır seni
Bildiren mahlûka sensin halikı
eyhak nüma
Hangi dâhidir o kim nurundan
olmaz müstefiz
Müstefizi nurun olmakdır
hakikatde dehâ
Isrı pekinden eder mi ehli biniş
inhiraf
Devleti sermed, senin irsinde
etdi incilâ
Akli Kâmil, tabiî hükmi cehlindir
senin
Mevlâ aklıselim yektedı ya satıfî
Rahmeti uzmayı haksin cümle
mevcudate sen
Sabitü seyyare nurındır eden
neşri ziya
İsmini ismi İlâhiyle beraber zikr
eder
Çar aktarı cihanda her nefes ehli
nüha
Ey veliyi nimeti âlem, senin sâyendedir
Bunca küfranla beraber nimeti bi
intiha
Ya Resûlullah senin şevkinle oldı
cezbe nak
Zerrei hâki derin Mahmud kemâli
bi nevâ.
Gül yüzlü güzelim
Düşdüm senin aşkın ile dağlara
Bak bir kere sinemdeki dağlara
Gönlüm hazin, fikrim ise perişan
Hasretinle oldu halim pek yeman
Bahar geldi, buldu âlem bin safa
Bülbül ile ben ağlarım daima
Behar zevki yerde göğde uyandır
Sensiz behar benim içün hazandır
Yaklaşırdın diken olsam yanıma
Benden kaçar, kasd edersin canıma
Seni seven firkatinle âh eder
Her dakika dost ağlar, düşmen
güler
Yok mu rahmin derdin ile ağlara
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim
Gece gündüz eyliyorum ben figan
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim
Güller güler, culer akar her yana
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim
Güller gibi açılacak zemandır
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim
Bülbül oldum girdin benim kanıma
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim
Sevmeyenler gül yüzünü seyr eyler
Nerde kaldın a gül yüzlü güzelim.
Lâtifeâmiz bir manzumenin ilk beyitleri
Mandıra çiftliğinin manzarai
mergubi
Getirir hatırı naşadımıza mahbubi
Öyle bir manzara kim cenneti
tanzir eyler
Tabişi zevku safa gözleri tenvir
eyler
Gülşeninde görünür feyzi rebiî
her dem
Hiç tasavvur edemez anda hazanı
âdem
Didei âşıkı şeyda gibi culer
çağlar
Bezmi vuslatda sanırsın ki
gönüller ağlar
Gülleri, dilberi gül ruh gibi can
bahşadır
Bülbüli, bülbüli cennet gibi zevk
efzâdır.
Her tarafdan geliyor gûşe sadayı şadi
Her sada olmadadır cuşü huruşe
badi
Böyle bir çiftliğe mâlik olanın
unvanı
Olsa lâyık mı değil mülki safa
sultanı
Beyitler
Cilve zari vechi kudret sanma
yalnız turdır
Didei hak bine her bir zerre turı
nurdır
Çeşmi jenk alûdeye etmez tecelli
bir zeman
Nuri paki aşk ancak didei bina
arar
Gözü dünya görür seni görenin
Nuri çeşmi mehabbet olmuşsun.
Şu gülistanı gam alûde misâli
günce
Hande ber Leb geliriz, âh perişan
gideriz.
Muktezayı fitrata ekmekde cümle
ittiba
İsmi zâhir, herkese bir neş’e
izhar eyledi
Ağyâr değil, yâr ediyor derdini
efzun
Güldür seni güldürmiyen ey
bülbüli nalân
İzdihamından şuam etme şekva ey
melek
Bir İlâhî nursun pervanen olmuş
âfitab.
Bahşi hayret ediyor doğrusu ehli
hirede
Kredi sahibidir bankada şimdi
kırede.
Vermesün adaya fürsat rüzgâr
Âdemi bir sözle eyler tarümar.
Yayımlanmamış bir şiiri:
Bayezıd Kütüphânei Müdür-i
Umûmîsi İsmâil Efendi vefatına
tarih:
Kırk sene talim’i cilm’u marifet
Etti İsmail Efendi millete
Sâhib’i hulk’i hasen bir zât idi
Lâyık olmuştu bihakkin hürmete
Müşkilâtı hallederdi rıfk ile
Talibi teşvik ederdi gayrete
Nazikâne hâl’ü kali bi riya
Herkesi mecbur ederdi rağbete
Hubb’i hirre cilleti bi çâreyi
Gark ederdi her dakika zahmete
Hirreler uğrunda sarfı nakd’i cân
Eyledikçe vakf olurduk hayrete
Vardı seksenden ziyade hirresi
Hasr’ı evkat eylemişti hizmete
Birbirinden her kedi bedter idi
Seyredenler duş olurdu nefrete
Gözlerinden ekseri mahrum idi
Nail olmazdı zavallı vuslata
Bazısı şiddetle olmuştu uyuz
Uğramıştı her biri bir illete
Nail olmazdı zavallı vuslata
Bazısı şiddetle olmuştu uyuz
Uğramıştı her biri bir illete
Çünki her gün etle sütle
beslenûp
Sevk olunmuştu muhalif âdete
Sütlü aşla ballı kaymak pirzola
Onları etmişti hasret sıhhate
Dostlarından bir kaçile kendi
de
Mübtela olmuş idi ol âfete
İrtihaliyle bütün ahbâbını
Doğrusu uğrattı derd’i zecrete
Geldi yüz hirre dedi tarihini
Gitti İsmail efendi cennete.