Sevgi, insanın yaratılıştan sahip olduğu ulvî bir duygudur. İnsan bu fıtrî duygu ile insanları, bitkileri, hayvanları, tabiatı kısaca canlı-cansız tüm varlıkları sever. Sevginin dereceleri ve çeşitleri vardır. Sevginin en yüce mertebesi ise; tüm güzelliklerin ve iyiliklerin yaratıcısı olan ve bunları Yüce Zâtı’nda toplayan Yüce Allah’ı sevmektir. Dinimize göre hakiki sevgi ancak Allah sevgisidir. Cenâb-ı Hak’tan sonra sevilmeye en layık kimse ise; Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir.
Bir mü’min için hiçbir kimse, hiçbir dünyevî menfaat Allah ve Resûlü’nden daha önemli ve değerli değildir. Bu nedenle mü’min, hiçbir sevgiyi Allah ve Resûlü’nün sevgisinden, Allah ve Resûlü’nün değer verdiklerinin sevgisinden daha üstün tutmamalıdır. Zira Kur’an’da; bir mü’min için hiçbir kimsenin, hiçbir dünyevî menfaatin Allah ve Resûlü’nden daha önemli ve değerli olamayacağı vurgulanmaktadır. (Tevbe, 9/ 24)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’i sevmek, mü’min olmanın bir gereği olduğu kadar bir insanlık görevidir. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), hayatı boyunca insanlığın kurtuluşu ve hidayeti için mücadele etmiş, bu uğurda türlü eza, cefa ve meşakkatlere maruz kalmıştır. Bundan dolayıdır ki, bütün insanlık O’na şükran borçludur.
Kendi başına gelen eza ve sıkıntılara hiç aldırış etmemiş olan Peygamberimiz (s.a.s.), ümmetine düşkünlüğü sebebiyle onların ızdıraplarını dindirebilmek, dertlerine çare bulabilmek için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir. Bu dünyada bizim kurtuluşumuz için çaba gösterdiği gibi hesap günü de bizlere şefaat etmek, bizim affımız ve cehennemden kurtuluşumuz için secdeye kapanıp Yüce Allah’a yalvaracaktır. (Buharî, Enbiyâ, 3,9; Müslim, İman, 327, 328)
Hz. Peygamber ile mü’minler arasında güçlü bir sevgi ve yakınlık bağı bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de bu yakınlık şöyle ifade edilmektedir: “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir…”(Ahzâb, 33/6) Hz. Peygamber (s.a.s.) de, “Hiçbir mü’min yoktur ki, ben ona, dünyada ve ahirette insanların en yakını olmayayım…”(Müslim, Ferâiz, 14-15) buyurmuştur.
Mü’minlerin Hz. Peygamber (s.a.s.)’e gösterdikleri sevgi ve yakınlığın ölçüsü de bir hadis-i şerifte şöyle açıklanmıştır: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, sizden biriniz, ben kendisine; anasından, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça hakiki manada iman etmiş olamaz.”(Buharî, İman, 8)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.), kendisine “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana, nefsim hariç her şeyden daha fazla sevimlisin” diyen Hz. Ömer (r.a.)’i: “Hayır ya Ömer! Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın” buyurarak uyarmıştır. Hz. Ömer (r.a.)’in bu defa: “Vallahi şimdi sen bana nefsimden de daha sevimlisin” demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.): “Şimdi imanın kemale ermiştir ya Ömer” buyurmuştur. (Buharî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I, 31)
Kur’an’da ve Sünnet’te peygamber sevgisinin bu kadar vurgulanmasının birçok sebep ve dayanağı vardır; O’nu Allah sevmiştir, bu sebeple kendisine “habîbullah” (Allah’ın sevgilisi) denilmiştir. (Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsiri, DİB. Yay. Sh. 367-368) Yüce Allah, sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’e büyük değer vermiş, O’na itaati kendine itaatin şartı saymıştır. Kur’an-ı Kerim’de diğer peygamberlere isimleriyle hitap ettiği halde Efendimiz (s.a.s.)’e “Ey Muhammed” gibi hitaplarda bulunmamıştır. Bizleri de kutlu elçisine karşı edepli olmamız konusunda uyarmıştır: “(Ey müminler!) Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın.”(Nûr, 24/63)
Başka bir ayet-i kerimede ise; “Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.” (Hucurât, 49/2) buyrularak O’nu görme bahtiyarlığına erişen ashab-ı kirama Efendimizin yanında edebli ve saygılı olmaları emredilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de; “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin!”(Ahzâb, 56) buyrularak, Yüce Allah’ın ve meleklerin Hz. Peygamber (s.a.s.)’e salât ettiği bildirilmiş, bizlere de ümmeti olduğumuz Hz. Muhammed (s.a.s.)’e salâtü selam getirmemiz (Allahümmesallîalâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed) emredilmiştir. Öyleyse; Efendimiz (s.a.s.)’e sevgimizin gereği ve bir şükran nişanesi olarak her fırsatta salatü selam getirmeliyiz.
Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflere baktığımızda; Hz. Peygamber (s.a.s.)’i samimi duygularla sevmeden ve O’na itaat etmeden Allah’ı gerçek anlamda sevmenin mümkün olmadığını anlamaktayız.(Bkz. Âl-i İmrân, 3/31) Çünkü sevdiğinin sevdiğini sevmek, sevginin en açık alametidir.O halde; Allah’ın Resûlüne karşı gereken sevgi ve saygıyı göstermeliyiz. Bu sevgi sözden ibaret kalmamalı O’na tabi olmalı, sünnetini hayatımıza tatbik etmeliyiz.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’i sevmenin eşsiz örneklerini O’nun sahabelerinin hayatında görmekteyiz. Çünkü onlar, Hz. Peygamber (s.a.s.)’i herkesten ve her şeyden fazla sevmişler, O’na derin bir saygı ile bağlanmışlardı. Her konuda O’nu kendi nefislerine, ailelerine ve her türlü dünyalık menfaate tercih etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i canları pahasına korumuşlar, O’na bir zarar gelmesine hatta ayağına bir diken batmasına bile gönülleri razı olmamıştır.
Zeyd bin Desine (r.a.) ve Hubeyb (r.a.) müşriklerin eline esir düşmüşlerdi. Bu iki güzide sahabeye çeşitli işkenceler yapan müşrikler onlara: “Hayatınızın kurtulmasına karşılık şimdi sizin yerinizde peygamberinizin olmasını ister miydiniz?” diye bir soru yönelttiler. Hz. Hubeyb (r.a.)’in verdiği cevap ashabın Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’e duyduğu muhabbeti özetlemeye yetecek nitelikteydi: “Değil Allah Resûlü’nün benim yerime burada eziyet çekmesini istemek, Medine’de ayağına diken batmasına bile gönlüm razı olmaz.” Bu anlamlı cevap karşısında şaşıran müşriklerin reisi Ebu Süfyan şunları söyler: “Hayret doğrusu! Ben, dünyada Muhammed’in ashabının O’nu sevdiği kadar önderlerini seven başka bir topluluk asla görmedim.”(Vâkidî, I, 360-362; İbn-i Sa’d, II, 56)
Evet, Ebu Süfyan doğru söylemiştir, yaşlı dünyamız hiçbir beşerin Hz. Muhammed (s.a.s.) kadar sevildiğine şahit olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. Hz. Ali (r.a.) de ashabın Hz. Peygamber sevgisini, “Resûlullah’ı susuz bir insanın suya hasreti gibi severdik” sözleriyle ifade etmiştir. (Nebhani, Fezâil-i Muhammediyye, s. 171)
Her mü’minin gönlünde cennette Hz. Peygamber (s.a.s.) ile beraber olmak arzusu vardır. Bu arzunun gerçekleşmesi ise Efendimiz (s.a.s.)’i sevmeye ve O’nun yoluna tabi olmaya bağlıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadis-i şerifte; “Kişi sevdiği ile beraberdir”(Buharî, Edeb, 96) buyurarak, kişinin ancak sevdikleriyle beraber olabileceğini haber vermiştir.
Sahabeden bir adam Allah Resûlüne gelerek, “Kıyamet ne zamandır?” diye sordu. Efendimiz (s.a.s.) de ona, “Kıyamet için ne hazırladın” diye karşılık verdi. Adam, “Allah ve Rasûlü’nün sevgisini”diye cevap verince Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın” buyurdular.” (Müslim, Birr, 163)
Allah Resûlü’nün“herkesin sevdiğiyle beraber olacağı”nı bildiren bu sözü ahirette de O’nunla beraber olmayı gönülden arzu eden ashab-ı kiramı derin bir sevince boğmuştu. Onlardan sonra gelen bütün mü’minler gibi bugün bizler de Efendimiz (s.a.s.)’in bu müjdesiyle teselli bulmakta, hesapların görüldüğü mahşer yerinde şefaatini ve cennette O’nunla birlikte olmayı ümit etmekteyiz.
Çünkü“Ümmetim içinde beni en çok sevenlerin bir kısmı benden sonra gelenler arasından çıkacaktır. Onlar beni görebilmek için mallarını ve ailelerini feda etmek isteyeceklerdir.”(Müslim, Cennet, 12)buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ahir zamanda da kendisini büyük bir aşkla sevecek insanların geleceğini haber vermiştir.
Gerçekten de asr-ı saadetten günümüze kadar mü’min gönüllerde Hz. Peygamber sevgisi hiç eksik olmamıştır.Özellikle necip milletimiz Hz. Peygamber (s.a.s.)’e derin bir sevgiyle bağlanmıştır. Nice Peygamber sevdalısı gözü yaşlı âşıklar, muhabbet ve hasret duygularını yazı ve şiire dökmüşlerdir.Böylece kültürümüzde “Peygamber Edebiyatı” adı altında pek çok edebî eser meydana gelmiştir. Bunlardan birkaç örnekle yazımızı sonlandıralım:
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel, kendi güzel Muhammed! (Yunus Emre)
Ruhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim. (Ali Ulvi Kurucu)
Yüce Rabbimiz, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’i yakından tanıyabilmeyi, layıkıyla sevebilmeyi ve O’nun sünnetine hakkıyla tabi olarak şefaatine ulaşmayı nasip eylesin.