Hz. Mevlana Hakkında (3)

97

 

Hz.Mevlana’ya  – dilleri nasıl varıyorsa, haşa –  casusluk, ajanlık gibi ithamlar da yazık ki, yapılmıştır. Hem de güya o sahanın ehil kişilerince. Gerçekten anlamakta zorlanıyor insan. O koca koca adamlar, nasıl böyle bir hataya düşerler. ‘Aman Yarabbi’ diyesi geliyor insanın.     Değerli okur! Bu hususta yanlış yorumlar, yanlış bilişler, eksik anlayışlar söz konusu.

İyi bilelim ki, Vesika / Belge her şeydir. Fakat yine unutmayalım ki, Vesika / Belge aynı zamanda her şey demek değildir.

Hani bilirsiniz, yanılmıyorsam Napolyon’un şöyle bir sözü vardır: “Bana birisine ait bir kelime getirin, onu ipe götürmek mes’ele değil!” Vesika / Belge çok önemli bir hüccet ve kanıttır. Lakin gerçeğin küçük bir parçasıdır. Onu bir kenara atamayız. Ama onun için, tek başına her şeyi ifade eder, her şeyi ortaya koyup, çözer de diyemeyiz.

O konuda bütün belgeler ortaya konulmadıkça, soruna çok yönlü bakıp, her bakımdan incelemeye tabi tutulmadıkça, sıhhatli bir sonuca varılmaz. Fakat bu demek değildir ki, vesika; gerçeğe hiç ışık tutmaz.

Belge, Aysberg / Buz Dağı’nın deniz yüzeyinde görünen kısmını ifade eder. Bilirsiniz, Buz Dağları’na Kuzey ve Güney kutuplarında rastlanır. Deniz altında kalan kısmı, suyun üstünde görünen kısmından binlerce defa daha büyüktür.

Aysberg / Buzdağı’nı sadece görünenden ibaret sanmak çok yanıltıcıdır. Çünkü Aysberg; dağın göğe doğru uzanan son çıkıntısı kadardır. İşte belge de denizdeki Aysberg gibidir. Gerçeğin ancak çok küçük bir bölümünü gösterir. Asıl büyük kısmı ise su altında olup, bizce meçhul / bilinmez kalır.

Öyleyse Belge, ne tamamen bir kenara itilmeli, ne de her şeyi sırf onun açısından ele almalı. Kaldı ki, tarih olaylarını tekrarlatmak imkansızdır. Mevcut kalıntılarla yetinmek zorunda kaldığımız için, çok temkinli olmalıyız.

Yoksa, körlerin Fil’i tarif ettikleri duruma düşeriz. Çünkü, körlerin her birinin Fil’i tarifi; bir bakıma doğru, diğerlerine göre çok yönlerden yanlıştır. Ancak hepsinin yaptıkları tarifler, yerli yerine oturtulduğu takdirde, Fil’in tarifine, en çok yaklaşılmış olunur.

Bu yüzden bazen kesin keslikten kaçınmalıdır. Bundan dolayı tarihteki bazı gerçeklere tam olarak kavuşamayacağımızı bilmeli. Tarihteki kimi hakikatlere ancak yaklaşılabilineceğini unutmamalıyız.

Tarihsel olayları anlama ve yorumlamada düşülen en büyük hata şudur: Olayları bugünkü ortamda oluyormuş gibi yoruma tabi tutmak! Oysa her olayı, kendi zaman ve zemininde ele almak gerekir. Kendimizi hayalen, o zamana götürmeli. O günün şartlarında sorunu ele almalı. Hükmümüzü ona göre vermeliyiz.

Yoksa bugünkü demokrasi ortamına bakıp memnun olurken, “Niye Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi zamanında demokrasi yoktu?” dersek. Bu şekilde onu tenkide kalkıp, eleştirirsek. İşte bu, abesle iştigal etmek olur. Yani boş bir uğraştan öteye geçmez.

O halde, Hz. Mevlana hakkında hüküm verirken çok titiz davranmalı. Öncelikle onun manevi şahsiyeti ve kimliğini nazara almalı. Kutsal irşat ve yol göstericiliğini asla göz ardı etmemeli. Kalbinin sırf  insanlık aşkı için attığını, zinhar hatırdan çıkarmamalı.

Velhasıl onun hakkında hüküm verirken, ince eleyip, sık dokumalı. Çünkü Hz. Mevlana, şu anlamdaki sözlerle, fikir ve düşünce çerçevesini çok net biçimde belirtiyor ve diyor ki:

“Ben, sağ kaldığım sürece Kur’an’ın kölesiyim.

Muhammed Muhtar’ın yani O seçilmiş Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum.

Benim sözümde bundan başkasını yani Kur’an’a aykırı ve Hz. Muhammed’e ters düşen sözü kim naklederse,

Ben, ondan da bizarım, davacıyım. O sözlerden de bizarım, şikayetçiyim.”

 

Önceki İçerikGerçek Suçlular Nerede?
Sonraki İçerikYahya Kaptan
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.