Hürriyet ve Nizam

63

Son zamanlarda  “Hürriyet”  ve  “Nizam”  mefhum ve kavramları, Türkiye’de yanlış anlaşılmaya ve yorumlanmaya başlanan ıstılah ve terimlerdendir. Ne hikmetse bizde ser-azadlık / başıbozukluk / serserilik ve sınırsız serbestlik; Hürriyet sanılsın istenmektedir. Yine Nizam, İntizam ve Düzen içinde olmak da Esaret havasına sokulma yolundadır. Oysa hayat, ancak nizamla kaimdir.

Lokomotif kırk vagonu arkasına takar ve çeker. Ama rayda gitmek şartıyla. Raydan alıp, herhangi bir yola koyarsanız, apışıp kalır. Artık yol alamaz. Üstelik tepetaklak olur.    Lokomotifin rayda gitmesi, onun nizamıdır. Bu nizam onun hürriyet çerçevesidir. Hayatta kalmasının da, yegane şartıdır. Tren, raydan usanıp da, şayet kırk yılın başı, bir kerecik olsun, ray dışında yol katetmek istese. Ne olacağı malum. Yani hürriyetini rayın dışında araması serserilik. Raya uymaması ise hürriyet değil esarettir.

Demek, biraz kendi başıma buyruk olayım diye raydan çıkar ve bunu hürriyet sanırsa, aslında hürriyet sınırlarını tesbit eden kendi nizam ve düzenini çiğnemiş olur. Ki bu onun kendi varlığına bir hatime çekmekten başka bir şey değildir.

Halbuki kainatta nizam dışı bir şey yok. Hakikaten hürriyetler nizamdadır. Yani çizilen çerçeve içindeki serbestlik helal / meşru daire olup, ancak bu muayyen ve belli mekanlarda namütenahi / sınırsız serbestlik sözkonusudur. İşte ancak bu manada helal dairesi geniş olup, her türlü keyfe kafidir.

Hürriyet sanılan keyfilik ve nizamsızlık ise;  aslında esaret ve düzensizlikten başka bir şey değildir. Oysa düzensizlik  adem ve yokluktur. Sadece felaket getirir. Hürriyet nizam ve vücud yani var olma halidir. Çünkü vücud, nizamı; nizam ise vahdeti / birliği / bir elden çıktığını gösterir. Klasik ifadeyle:

“El-vahidü la yasduru illa ani’l-vahid.” / “Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir vahidden, bir elden suduur edebilir.” (Bediüzzaman Said Nursi, Tabiat Risalesi, Envar Neşriyat, İstanbul – 1991, s.11)

Zira bir elden suduur etmeyen, çıkmayan, birinin tasarrufunda bulunmayan bir şeyde birlik olmaz, nizam bulunmaz. Nizam olmayınca faaliyet gösteremez. Bu ise hayatiyet gösteremiyor demek olup, ademe / yokluğa eş bir durumdur. Oysa nizamda Bir’in tasarrufu ortaya çıkar. Ki bu da varlık alametidir.

Yukarıdan beri bütün bu sayıp dökdüklerimiz; hürriyeti sınırsızlık, nizama tebaiyyeti / bağlılığı / uymayı esaret sanmak gibi yanlış bir anlayış ve yorum tarzına açıklık getirmek içindir.     Mesela Yüce Allah bile, Zat’ını düşünmemizi men’ ediyor / yasaklıyor. Çünkü mahluk, Haalıkı ihata edemez. Yaratılmış olan Yaratan’ı, yapılan Yapan’ı kavrayamaz. Bu hududu aşmak istediğimiz takdirde, akli dengemizi kaybedeceğimiz muhakkaktır. Çünkü Ziya Paşa’nın dediği gibi:

“İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez
Zira terazi bu kadar sıkleti çekmez.”

Velhasıl, kainatta herşey kayıt kuyut altında. Yani nizam içinde. Hürriyet ise, bu nizam dahilindeki hareket ve faaliyetimizden ibaret.

292

İşte bu mübarek vatanda nizama başkaldırmak hürriyet; nizam içinde bulunmak esaret sanılsın diye, suret – i haktan görünerek, sinsi bir şekilde haince çalışanlar var!

Hiç adam öldürmenin, yangın çıkarmanın, zarar vermenin, yakıp yıkmanın, kısaca Vatan’a,

Millet’e ve Devlet’e ihanetin hürriyeti olur mu?

Veya insanı kendisine, başkalarına, Vatan, Millet ve Devlet’e zarar vermekten men’ edecek zecri tedbirler almayı, bunun için kısıtlamalara gitmeyi, yasaklar getirmeyi esaret mi telakki etmeli?

Yoksa bütün bunları, varlık ve birliği hep birlikte ve hep beraber; bizleri yarınlara  ulaştıracak hürriyet çerçevesi, uyulması gereken nizam olarak mı değerlendirmeli?

Toparlarsak, Türkiye’de bir kaos / bir karışıklık peşinde koşanlar; hürriyet ve nizam mefhumlarını, asli mecrasından saptırmak isteyenler var.

Vatanın birliği, dirliği ve istikbali / geleceği ise bunlara fırsat vermemekten geçer.

 

 

 

Önceki İçerikEşitlik Üzerine
Sonraki İçerikÖğretilmiş Lümpenlik ve Halkı Adam Etme Senaryoları – II
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.