Hürriyet

96

İslâm dini, varlığına başlangıç olmayan, yani ezelî olan Allah’ın sözünden geldiğinden, ebede yani sonsuza gidecektir. Zira insan; gelişmeye ve mükelleşmeye yönelmiş olan kâinat ağacının dalıdır. İnsan da ilerleme ve yükselme istek ve meyli vardır. Zaten istidat ve kabiliyet; insanın yükselme ve ilerleme isteğinin bir sonucudur. Bu istidatın ortaya çıkardığı neticeler; fikirlerin birbirine eklenmesiyledir. İşte bu sonuçların bir canlı gibi gelişmesi nasılsa, İslâm da aynen bir canlı gibi genişler ve uyum sağlar. İşte bütün bunlar, İslâm dininin ezelden gelip ebede gideceğine, açık birer delil ve kanıttır.

Hz. Peygamber zamanı ve onun devamı olan dönemler; Asr-ı Saadet / Saadet Asrı’ydı. Onların gösterdikleri ve uyguladıkları HÜRRİYET, adalet ve eşitlik; bizler için örnek alınacak kavramlardır. Özellikle ta o zamanlardan beri kesin olarak bilinir ki, İslâm dini; eşitliği, adaleti ve hakikî HÜRRİYETİ bütün gerektirdikleriyle beraber içinde bulundurur.

Nitekim, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Salâhaddin-i Eyyubî dönemleri; bu iddiaya açık birer delil ve kanıttır. Bundan dolayı kesin bir şekilde denilebilir ki: Şimdiye kadar noksaniyetimiz geri kalmışlığımız ve kötü durumumuz dört sebepten ötürüdür.

Bir: İslâm’ın hükümlerine uymamaktan,

İki: Bazı dalkavukların, yüze gülen samimiyetsizlerin; istediği gibi yaptıkları kötü yorumlardan,

Üç: Dış görünüşe önem veren gerçeği kavrayamayan, kuru bilgi sahibi sözde ilim adamlarının yersiz tutuculuklarından ve hattâ gerçek bilginleri tanımayan, ilme ve âlime kıymet vermeyen sözde âlimlerin yine yersiz taassuplarından,

Dört: Kötü talih cihetiyle, kötü seçim sebebiyle elde etmesi zor olan Avrupa’nın güzel, iyi ve faydalı taraflarını terk ettik. Çocuk gibi, heva ve hevese uyduk. Nefsin olumsuz isteklerine tâbi olduk. Medeniyetin menfî yönü olan kötülüklerini papağan gibi taklit ettik. İşte bunlardan dolayıdır ki, kötü sonuçlar ortaya çıktı.

Memur hakkıyla görevini yapsa, memur olmayan çağın gereklerine uygun çalışsa, zevk ve eğlenceye zaman bulamıyacaktır. Bu iki kısmın hangisinde bir fert sefahate / heva ve hevese ahmakça düşkünlük gösterirse, bu sosyal hayat için zararlı bir mikrop suretini alır.

X

Kur’an; Kur’anî HÜRRİYET’E güzel ve müjdeli bir ses ile çağırıyor. Gaflet içinde uyuyanları uyandırıyor. Çünkü HÜRRİYET yoksa; millet esirlik zindanında demektir. Fakat bu geçici bir durumdur. HÜRRİYET ebedî olarak önlenemez. Varlığına engel olunamaz. İki dünyanın hayat kaynağı olan Din; hayat kaynağı olarak bilinir ve bu sağlanırsa; dünyayı da manen cennete çevirmek işten bile değil. Çünkü dünyada ilerleme, medeniyette gelişme ancak HÜRRİYET havasını teneffüs etmekle kabil, mümkün ve olasıdır. Eğer HÜRRİYET hakkıyla rehber olur, şahsî garaz / kişisel kin ve intikam fikriyle kirletilmezse; her türlü baskı içimizde yer bulamaz. Birlik ve beraberlik gerçekleşir. Millet birbiriyle kucaklaşır. Aralarında sevgi ve muhabbet bağları ziyadeleşir.

Menfaat ve yararını genelin zararında görenler, istibdat ve baskıyı arzulayarak, devamlı kılmak isteyenler; hayal kırıklığına uğrar. Millet rahat bir nefes alır. HÜRRİYET ve özgürlüğün kıymeti daha iyi anlaşılmış olur.

X

Geçmişte insan sınırsız yetenek ve kabiliyete sahipti. Fakat çok dar ve sınırlı bir alanda hareket ediyordu. İnsan sanki hayvan gibi yaşıyordu. Bu yüzden fikir, düşünce ve ahlâkı o daire nispetinde gerilemiş, sınırlı kalmıştı.

İslâm’ın adaletli HÜRRİYETİ bozulmadan devam ederse, insan; fikir ve düşüncesinin ağır zincirlerini kırar. İlerleme yeteneğine karşı set ve engelleri darmadağın eder. O küçük alanı dünya kadar genişletebilir. Böyle bir ortamın beşikliği sayesinde inanıyoruz ki, bu kuvvetli Asya ve Rumeli toprakları çok vatan gençlerini yetiştirecektir.

Bunun gerçekleşmesini kuvvetle umuyor ve bekliyoruz.

Çünkü biliyoruz ki, yeis / ümitsizlik; her türlü gelişmenin en büyük engelidir.

 

 

Önceki İçerikYeni Abant; Kartepe Zirvesi mi?
Sonraki İçerikMutlu Olmanın Temeli “İyi Tarafından Bakabilmek”
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.