Hür Olmanın Yolu

49

     “Bismillah” demek, Allah’a bağlı olduğumuzun bilincinde olmaktır. Bu ise hürriyetimizin elimize verilmesiyle eş anlamlıdır. Tuhaf değil mi, hem bağlıyız, hem hür! Bu olacak şey mi? Bu nasıl iş derseniz, sevgili okurlar! Burada biraz duralım. Çünkü burada ince bir iş var! Daha doğrusu, işin püf noktası burada.

     Bu âdeta”Kısasta hayat var!” mealindeki âyeti anımsatıyor. Ne diyor âyet? “Öldüren öldürülür!” Peki nerede kaldı hayat? Biraz düşünecek olursak, gerçekten kısastan hayat fışkırıyor. Bu çok enteresan bir âyet. Sözünde ölüm, anlamında hayat var! Neden derseniz? Öldürmeye kalkışan, öldürüleceğini bilirse, öldürmekten cayar.

     Böylece, hem öldüreceği kişi hayata kavuşmuş, hem de kendi hayatını kıyas dolayısıyla öldürülmekten korumuş oluyor. Ben, işte bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim be dostlar! Âyet, sözde ölümden bahsediyor. Fakat sonuçta hayat kurtarıyor. Âyet bu üslûbla, caydırıcı bir rol oynuyor.

     Aynen bunun gibi, “Bismillah” sözüyle Allah’a bağlanırken, O’nun emri altına güle oynaya girmeyi canımıza minnet bilirken, aslında bizler hürriyet andı içmiş oluyoruz. Artık hürsünüz müjdesini almış bulunuyoruz. Artık serbestsiniz buyruğuyla karşılaşıyoruz. Nasıl mı? Örneklerle açıklamaya çalışalım:

     İnsan için başka mülk yok ki, oraya gitsin. İnsan için başka mahlûk yok ki, ona sığınsın. İnsan için başka Tanrı yok ki, ondan yardım istesin. Öyleyse mülk sahibinin yaratıklarından, mülk sahibine teslim ol, kurtul. Yâni “Bismillah” de, kulluğunu göster. “Bismillah” de, hür ol. “Bismillah” de, sultan ol.

     Çünkü Padişahın elinden tuttuğu kimseye, onun mülkünde onun adamları içinde, ona yan bakan çıkar mı hiç? Çıkmaz tabii. Çünkü, aslında kul olan hürdür. Bahçıvanın, sarayın adamı olmasından dolayı saray bahçesinde hür olması gibi. Demek ki, bağlanmak hür olmanın ta kendisi. Demek ki, görünüşte hür olmak, aslında esaretin ta kendisi! Çünkü istediği gibi hareket ettirmezler, istediğini yaptırmazlar, istediğini söyletmezler.

     Demek ki, görünüşte kayıt kuyut altında bulunmak, aslında hür oluşun ta kendisidir. Çünkü Hakk’a kul olan, halka sultan olur. Yâni Hakk’a uyana, herkes uyar. Çünkü Hakk’a uyana uyulması, zaten mahlûkata ilhamen emredilmiştir.

     Sarayın bahçıvanı, saray bahçesinde rahatça, istediği gibi gezer tozar. Kimse bir şey demez. Çünkü intisabı / bağlanışı var. Çünkü o; sarayın adamı. Çünkü o, oraya mensup. O bağı koruduğu sürece; saray bahçesinde istediği gibi dolaşabilir. Herkes onun, o mensubiyetini bilir. Ona ses çıkarmazlar. Ona engel olmazlar. Hatta ona görünmezler bile. Yoklarmış gibi davranırlar. Bahçıvanın, bahçe kendisininmiş gibi hissedip, rahatça hareket edebilmesi gibi. Üstelik bahçıvan, sarayda tasarruf sahibidir. Bahçeyi istediği şekilde tanzim edip düzenler. Bu yetkiye de sahiptir.

    İşte biz insanlar da, dünya sarayında, saray sahibini tanıdığımız, ona bağlı, ona mensup olduğumuz takdirde, o bahçıvan gibi hürüz serbestiz. Sarayda söz ve tasarruf sahibiyiz. Demek ki, kulluğumuzda sultanlığımız, sultanlığımızda kulluğumuz gizli. Evet Allah’a kul olan, dünyada sultandır. Âhirette de sultan olacaktır.

     Allah’a kul olmayan, mahlûkata kul ve esir olmak zorundadır. Görünüşte kendisini sultan bile sansa neye yarar? Çünkü kendisine cephe alan, kendisine yabancı tüm varlık karşısında korkak ve hiç hükmündedir. Her şey onu korkutur. Her şey onu üzer. Her şey ona düşmandır. Bütün mahlûkatı karşısına alanın sultanlığı; köleliğin ta kendisidir. Sultanlığı kuru bir avunmadan ibarettir. İşte “Bismillah” dememizin, Allah adına harekete geçmemizin sebebi budur.

     Çünkü Allah, hakkıyla mâbuddur. Kendisine tapılmaya lâyık tek varlıktır. İşte sırf bu yüzden Allah; zâtı için sevilir. Ve sevilmeli. Çünkü kalpler, ancak Allah’ı anmakla doygunluğa ulaşır. İşte “Bismillah” dememizin, Allah adına harekete geçmemizin, gerçek sebebi budur.

     Cenabı Hakk, insanı; kâinatın kapılarını Bismillah anahtarıyla açarak; kâinatı tefekküre / gözlemlemeye çağırıyor. İnsanın Bismillah sayesinde Dârü’s-Selâm olan Cennet yurduna gireceğini. Orada ebedî / sonsuz olarak kalacağını müjdeliyor.     

Önceki İçerikİki Yıl, İki Yüz Yıl Gibi
Sonraki İçerikÖtüken Neşriyat’tan Hacmi Küçük, Muhtevâsı Dolgun İki Kitap 1-Bildiklerim: Kilisli Muallim Rifat Bilge 2-NASIL ÖLDÜLER: Vecdi Bürün
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.