“Kumpas” olduğu kesinleşmiş bulunan Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Oda TV vd davalarda yaşanan hukuksuzlukların bir benzeri “paralelci” davalarında yaşanmakta.
Samanyolu Yayın Kurulu Başkanı Hidayet Karaca ile “Cemaat yanlısı polisler” için verilen tahliye kararları infaz savcılığı tarafından uygulanmıyor.
Başbakanın seçim mitinginde verdiği gözdağından sonra tahliyelerin yapılması pek mümkün değil. Ama bu aynı zamanda demokrasinin vazgeçilmez şartı “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin rafa kaldırıldığının bir kere daha ispat edilmesi olur.
Bu tutuklu şahısların bir kısmının geçmişteki benzer hukuksuzlukları yapmış veya savunmuş olmaları “adil yargılanma hakkını” ortadan kaldırmamalı. Hukuk kendi kuralları çerçevesinde çözüm bulmalı. Seçim meydanından verilen direktifler yargı bağımsızlığına leke sürmek demektir.
Bu hukuksuzluklar da muhtemelen kitlelerin seçimlerdeki tercihini pek etkilemeyecek. Seçmene sorsanız “Hukuk karın doyurmuyor” diyecektir.
Araştırma şirketleri özellikle 17/25 Aralık 2013 olaylarını takip eden bütün seçimlerde beklenenin aksine rüşvet, yolsuzluk iddialarının oldukça somut verilerinin bile etkili olmadığını gösterdi.
Bu iddiaların muhataplarının yargıdan kaçırılması için yapılan hukuksuzlukların da oy tercihinde etkisi pek olmadı.
Bu sebeple ilk defa bu seçimde muhalefet partileri de ekonomik konuları ve vaatleri ön plana alana kampanyalara başladılar.
***
Bu gelişmeleri izlerken benim aklımda bir cümle vardı: “Hukuk Ekmektir.”
Taha Akyol Hürriyet’teki yazılarında bu hususu defalarca vurgulamıştı. Hukuk devleti kurallarının işlediği, şeffaflığın geliştiği devletlerde dış yatırımcının ve finans kaynaklarının daha kolay ve uygun şartlarda geldiğini anlatmıştı.
Yolsuzluk ve hukuksuzluğun çoğalmasıyla, güven azalması ekonomik dengeleri olumsuz etkiliyordu. Nitekim 27 Aralık 2013 tarihli yazısında “Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın 2013 yılsonu için 1,92 yi geçmez dediği dolar kuru 2,1 i geçti. Dolardaki her 8 kuruşluk artış toplam borçlarımıza 20 milyar TL ekliyor” diye uyarmıştı.
Bu tarihten sonra “paralel ile mücadele” adı altında yapılan mevzuat değişiklikleri ve hangi kurumlardan ne kadar atama ve görevden almaların olduğunu sadece başlıkları ile yazmaya kalksam yerim dolar.
“Hukukun üstünlüğü” yerine “üstünlerin hukukuna” geçişe dair onlarca örnek vermek mümkün.
O günden bu yana dolar kuru 2,74 e geldi. Bu hesaba göre borçlarımıza 160 milyar TL (160 katrilyon lira) kur farkı eklenmiş oldu. Bu paranın biz vatandaşlardan çıkacağını belirtmeye lüzum yok.
Yargı üzerinden oynanan bilek güreşinin ekonomik yansıması olacak. Vatandaşın üzerine binen kur farkı yükünü muhtemelen daha da artıracak.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da “Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıkça, ilk 10 ekonomiden biri olma hedefimiz hayal olarak kalır” demişti.
Görünür gelecek için bu hedef maalesef bir hayal.
*****
Cumhurbaşkanı Seçim Kampanyasında
“Ben partilere eşit mesafede olan tarafsız bir cumhurbaşkanıyım” sözüne inanan acaba kaç kişi var bu ülkede?
Bu sözü söyledikten hemen sonra muhalefet liderlerinin seçim kampanyasını oturttuğu hususları “nasıl olsa iktidara gelemeyeceğini bilenlerin sorumsuzluklarının ürünleri” olarak niteleyip “ağızlarına geleni vaat diye ifade ediyorlar” şeklinde tenkit ediyor.
Seçim milletvekili genel seçimi. Sistem parlamenter sistem, siyasi partilerin yarıştığı bir seçim söz konusu. Cumhurbaşkanı bu sistemde sorumsuz.
Muhalefet liderleri mantıksız vaatler verirse, rakibi AKP cevap verebilir. Bu partinin bir başkanı ve yetkilileri yok mu ki Cumhurbaşkanı cevap veriyor?
Zaten seçim kampanyaları başlamadan en az 400 milletvekili isteyerek meydanlara indi. Davet ettiği muhtarlara konuşmaları, açılış törenleri, bayram aklınıza ne gelirse her vesileyle her gün birkaç defa canlı yayınlarla onlarca TV kanalında.
Başkanlık sistemi istedi. Anketler gösterdi ki O’nun başkanlık istemesi AKP’ye oy kaybettiriyor. Bu defa AKP başkanı imiş gibi konuşmaya devam ediyor.
Bütün bu kampanyanın masrafı da devletten çıkıyor.
Hukukçular mevcut anayasal sistem içerisinde bu müdahalelerin suç oluşturduğunda, en azından ettiği yemine sadakatsizlik ve yetki aşımı olduğunda hemfikir. Ama buna müdahale edecek bir mekanizma yok.
Kanaatimce vatandaşımızın çoğunluğu (buna AK Partililer de dâhil) “sorumsuz Cumhurbaşkanı’nın” siyasi partilerin alanına girmesini, bu yetki aşımını olumlu karşılamıyor. Yani Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla Başbakanken yaptığı konuşmaların benzerini yaparak AKP’ye oy kazandırması pek mümkün değil.
Üstelik Erdoğan’ın partili gibi konuşması, partinin resmi genel başkanı Davutoğlu’nu etkisiz, konuşmalarını anlamsız hale getiriyor.
*****
Türkiye Caydırıcı Değil
1915 Tehcir olayının 100. Yılı sebebiyle dünya devletlerinden veya liderlerinden yaşananların ‘soykırım’ olarak tanınmasına dair tasarılar ve sözlü ifadeler geldi.
Bazı ülkeler ise 1915’te Ermenilere katliam yapıldığını kabul ediyor ve ‘soykırım’ ifadesini tarihçilere bırakıyor.
Bugüne kadar 24 ülke Ermeni tezini resmen kabul etti: Ermenistan, Uruguay, Güney Kıbrıs, Rusya, Kanada, Lübnan, Belçika, Fransa, Yunanistan, Vatikan, İtalya, İsviçre, Arjantin, Slovakya, Hollanda, Venezuela, Polonya, Litvanya, Şili, İsveç, Bolivya, Çek Cumhuriyeti (15 Nisan 2015), Avusturya (21 Nisan 2015), Suriye (23 Nisan 2015)
Büyük Britanya’da Kuzey İrlanda, İskoçya ve Galler soykırımı tanırken İngiltere’de merkezi hükümet ve kraliyet soykırımı tanımış değil.
Bu ülkelerin yanında Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu da Ermeni soykırımını tanıdı.
Her geçen yıl “soykırım yaptığımızı” kabul eden ülke sayısı artıyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin caydırıcı olamadığı ortada.
***
Neden Caydırıcı Olamıyoruz?
Dışarıdan bakınca 2004-2009 yılları arasında Ege’de 16 Adamız ile bir kayalığımızın Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmesine karşı sessiz ve çaresiz kalan bir Türkiye var.
Defalarca bitme noktasına getirdiğimiz PKK terör örgütüne karşı, son senelerde yenilgiyi kabul etmiş bir Türkiye görüntüsü var. Bir bölgemizde devlet terör örgütüne hâkimiyeti devretmiş. Bu terör örgütü ile devletin anayasasını birlikte yaparak onu devletin ortağı haline getirme çalışması devam ediyor. Dolmabahçe Sarayında Başbakanlık çalışma ofisinde ortak mutabakat metni açıklanıyor.
Böyle olunca içinde hep Sevr özlemi taşıyan devletler (Osmanlı’nın hasta adam dönemi gibi görerek) Ermenilere soykırım iddiasını Tanıma ve akabinde Tazminat ve Toprak taleplerinde acele ettirmezler mi?
Her şey olup bittikten sonra, “Türkler soykırım yaptı” diyen Almanya’ya, Fransa’ya, Rusya’ya, Papa’ya, ABD’ye laf çakmakla, kınamakla devleti yönetiyoruz zannediyorlar.
“Değerli yalnızlığımız” artıyor. Gözümüz aydın(!) olsun.