Hükmettiğiniz Zaman…

115

Emanete karşı gösterilen hassasiyetin tamamlayıcı unsuru “adalet”tir. “(Allah) İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.” Müslümanlar nasıl, emanetleri, yönetim işini ehliyet ve liyakat sahibi kimselere devretmek zorunda iseler, aynı zamanda kendilerine bu emanetler tevdi edilen yöneticiler, kamu otoriteleri, bürokratlar, yöneticiler, yargı mensupları vd. de adaleti gözetmek zorundadırlar. (Bkz. 6 / En’am, 152; 16 / Nahl, 90; 38 / Sad, 26). Hz. Peygamber, kendi ümmetinin misyonunu ve bekasını doğruluğa, adalete ve merhamete bağlamıştır: “Bu ümmet, konuştuğunda doğru söylediği, hükmettiğinde adaletle hükmettiği ve kendisinden istendiğinde merhametle davrandığı müddetçe, hayırlı olmaya devam edecektir” (Ebu Davud, İcare, 54). Hiyerarşik olarak herkes diğerinden sorumludur. Bunu Allah’ın Elçisi “çoban-sürü” metaforuyla anlatmıştır: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz. Devlet başkanı yönettiklerinden, aile reisi ev efradından, kadın kocasından, köle efendisinin malından sorumludur” (Buharî, Cuma, 1; Müslim, İmare, 20). (Bu teşbih / benzetme ilişki benzetmesidir. Yoksa ne halk sürüdür, ne de idare eden çoban. Fiil benzetiliyor, fiili / eylemi / hareketi, işi yapan, yapacak olanlar değil. Tıpkı “arslan gibisin” dediğimiz türden. Yani arslanın kuvvetli oluşu gibi sen de kuvvetlisin demek istendiği nev’inden. Yoksa, “sen arslansın” demek istenmiş değil.)

Hz. Ömer’e dayandırılan bir söz bugün meclislerin duvarını süslemektedir: “Adalet mülkün temelidir.” (El-Adlü esasü’l-mülk.) Eski Sasanî krallarından Nuşirevan şöyle der: “Devlet askerle korunur, asker para ile beslenir, para vergi ile elde edilir, vergi ülkenin gelişmesiyle sağlanır, ülkenin gelişmesi ise adaletle mümkündür.” Yusuf Has Hacib’e göre “Adalet göğün direğidir, yıkılırsa gökyüzü yerinde duramaz.” Selçuklu veziri Nizamülmülk’e “Bir devlet başkanı inkâr ve küfürle ayakta kalır, fakat adaletsizlikle kalamaz.” sözü izafe edilir. Genceli Niyazi, “Dünyaya fatih olmaz zulüm ile rezalet / Yeryüzünün fatihi adalettir, adalet!” der. Sokrates’e göre adaletin tecellî etmesi için “Bir yargıç, iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir.”

Eflatun, adaletin olmadığı yerde ahlâkın da olamayacağını düşünür. Sigmund Freud bile “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” der.

Amerika’daki ırkçılığa ve ırk ayrımına karşı mücadele eden Martin Luther King, “Bir yerdeki haksızlık, adalet için her yerde tehlikedir” der.

Merson’a göre “İnsanlar ancak adaletle doyurulur.” Gandhi, adaletsiz bir rejimin, adaletle yıkılması gerektiğini düşünür.

Ömer Hayyam, adaleti evrenin ruhu mesabesinde görür. Epiktetos’a göre “Adaleti seven bir insan için her yer emindir.”

Kısaca adalet yoksa barış yoktur; hukuk yoksa adalet yoktur; ahlâk yoksa hukuk yoktur. Adaletin olmadığı yerde bol bol dinden söz edilir ama dinin özü yoktur. (Papağanın sözü insan sözü olduğu, fakat özünün insan olmadığı gibi.)

Ayet, “İnsanlar arasında hükmettiğiniz zaman” der ki, bunun anlamı Müslüman olsun olmasın her kimin davası görülecekse, hakkında hüküm verilecekse; davanın usulüne uygun ve hükmün adaletle verilmesi mecburiyeti vardır. Bu yöneticiler için söz konusu olduğu gibi, ihtilâflara bakan hâkimler veya sıradan gündelik anlaşmazlıklar konusunda fikri sorulanlar için de söz konusudur.

Adalet, taşın gediğine yerleştirilmesi, yani bir şeyin yerli yerine konulması, her hak sahibine hakkının verilmesidir. Adalet zamanında tecellî etmelidir, adaletin gecikmesi adaletsizliktir. Bu konuda dinler, etnik gruplar arasında ayırım yapılmaz. Maide, 42. ayette göreceğimiz gibi, Allah’ın Elçisi’ne “Yahudiler arasında hüküm vereceksen, adaletle hükmet” buyrulmuştur. Adalet tarafgir olmamak, hak sahibini üstün tutmak, dağıtımı-bölüşümü liyakate ve emeğe göre yapmak, hem hukukî adaleti hem gelir bölüşümünde adaleti tesis etmektir. Bu yüzden iktidar ilişkisini düzenleme mekanizması olarak tanımlanan siyasetin ve genel olarak yönetimin (mülk) temelinin adalet olduğu söylenmiştir. Hak ve hukuk, eşitlik ve hakkaniyet ancak adaletle sağlanır. (KUR’AN DERSLERİ / Dirâsâtü’l-Kur’an, Meâl – Tefsîr, 4 – Nisa – 58)

 

 

Önceki İçerikObezite ile Savaş
Sonraki İçerikKıyamet Yaşanıyor, Haberinizi Var mı?
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.