Devr-i Osmanlı’da huzurun bozulduğu devletin duraklama dönemine girdiği yıllarda yeniçeri isyanlarıyla o paşanın kellesini, bu vezirin azlini istedikleri gibi aldıkları bir dönemde mevcut padişah vefat etmiş.
Yerine gelen genç padişah da gayet halis bir niyetle askerle de arayı iyi tutmak için Yeniçeri ocağını ziyaret edip asker kullarımla beraber karavanalarından bir yemek yiyeyim demiş.
Fikrini lalasına açmış, açmış ama onun bütün karşı çıkmasına rağmenTopkapı Sarayı’ndan vezirleri ile birlikte Yeniçeri ocağına doğru yola çıkmış.
Yeniçeriler cülus bahşişlerini yeni aldıkları için oldukça mutluymuşlar. E bir de koskoca padişah ayaklarına geliyormuş, daha ne olsun?
Kışlanın girişinde Padişah gayet güzel karşılanmış, gülbank ve nevbet eşliğinde içeriye duhul edilmiş. Edilmiş de, protokol konuşmaları ardından Padişah’ın besmele çekmesi ile yemeğe geçilmiş.
Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra hoşafa gelmiş.
Padişahın önüne kâse içerisinde bir hoşaf gelmiş, gelmiş de; üzerinde bir parmak yağ yüzüyormuş. Padişah yeniçeri ağasına sormuş, “Bu nedir ağa? Böyle hoşaf mı olur?”
Ağa ezile büzüle cevap vermiş, “Şey Sultanım, asker taifesi bu işlerden pek anlamaz, ne versek yer. Biz de o nedenle mutfakta fazla iş çıkmasın diye pilavı – yemekleri pişirdiğimiz kazanları yıkamadan, meyveleri de içine atıp tekrar pişiriyoruz. Bu nedenle de böyle yağlı hoşaf oluyor” demiş. Padişah’ın gözleri dolmuş. “Asker kullarıma siz bunu reva görürsünüz de ben nasıl sarayımda rahat yemek yerim? Tez bundan beru, bütün kap kacaklar yıkanacak, kalaylanacak. Askerlerim her şeyin en iyisini yiyecekler. Aksini yapan olursa derhal kellisi vurula!” demiş ve hışımla ayağa kalkmış.
Elbette onunla birlikte herkes ayaklanmış…
Tabi bu muhabbeti duyamayan yeniçeriler ne olduğunu pek anlamamış. Duyanlar duymayanlara kulaktan kulağa aktarmış…
Ertesi gün ferman gereği bütün kaplar kalaylanmış. Eksikler giderilmiş. Ve her yemek pişimi ardından kap kacak güzeeelce yıkanmış.
Öğlen saati olmuş, yemekhaneye toplanan yeniçeriler dua ardından yemeğe başlamış.Her şey pırıl pırılmış. Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra tekrar hoşafa gelmiş…
Amanın o da ne?
Hoşafta yağ yokmuş!…
Herkesi almış bir homurdanma. Kimi, “padişah dün geldiğinde hoşafımızın üzerindeki yağı görünce bu yağ askere fazla değil mi? Devlet-i Aliye’yi iflas mı ettireceksiniz?” Demiş ve o nedenle hışımla çıkmış, demiş. Kimi de “o kadar vezirin kellesini alan yeniçeriye bir de yağ masrafı mı yapacağız tez kesin yağ istihkaklarını demiş. Yeniçeri ağamız itiraz edecek olmuş; vurdururum kelleni deyip bir de tehdit etmiş”…(!)
Kısa bir sürede homurdanma nümayişe, oradan da isyana dönüşmüş ve kazanları kapan yeniçeriler Sultanahmet’teki At Meydanı’nın yolunu tutmuşlar. Yüzler binleri, binler on binleri bulmuş ve kazanları havaya kaldırıp Topkapı Sarayı’na dayanmışlar.
Padişah gürültüyü duyunca lalasına sormuş, “Bre lala asker niye ayaklanır? Daha dün kışlalarında değil miydik?”
Tecrübeli Lala,devletin bekası için can verme sırasının kendisine geldiğinin farkında ama dili bunu izah etmeye mecalsiz bir şekilde, “Devletlum siz kendi kulaklarınızla dinleyin” demiş ve camı aralamış…
Yeniçeri bağırıyormuş:
– Askerin rızkıyla oynayan, hoşafımızın yağ istihkakını kesen. Padişahımızı kandıran baş vezirin kellesini isterük. Eğer ki Padişah lalasının kellesini vermezse biz yapacağımızı biliriz. Hâl başkaca olur!
* * *
Yıllardır ülkede yaz – kış saati uygulamasının yanlışlığı söylenir durur. Türkiye 2 saat dilimine yayılmış büyük bir ülkedir diye ders kitapları yazar. Yurdumuzun en batısı ile en doğusundaki meridyenler arası 76 dakikadır. Bu da 1 saat 16 dakikaya tekabül eder. Dolayısıyla bu 16 dakikalık fark için ya diğer büyük ülkeler gibi (Rusya, ABD veya Çin vb.) farklı saat dilimleri kullanmamız gerekir ya da orta bir değeri yani ülkenin coğrafi çoğunluğunun ve nüfusunun bulunduğu saat dilimini genel kabul edip uygulamak gerekir.
Bu gerçeğe rağmen yıllarca enerjiden tasarruf edeceğiz iddiasıyla Türkiye mevcut iki saat dilimi arasında yaz saati – kış saati uygulaması yaparak hem halkının biyolojik saatini bozdu, hem de iddia edildiği gibi enerji tasarrufu hiçbir şekilde beklenildiği gibi gerçekleşmedi.
Avrupa ülkelerinin saatlerine uyacağız diye kendi halkımızı sağlığı ile oynadık. Sağlığımızı neden kaybettiğimizi, neden kendimizi sürekli yorgun hissettiğimizi bir türlü anlamadık.
Oysa her insanın ve hatta her canlının biyolojik saati vardır. Bünye bunu güneşin hareketlerine göre ayarlar. Sağlığımız için kuşkusuz çok önemli olan uyku düzenimizi de vücudumuz buna göre kendisi ayarlar.
Şimdi ülkemizin genelinde doğal yaşama uygun olan bir saat uygulamasına geçilmişken sırf “istemezük” mantığıyla hareket edip bunu eleştirmek en azından insafsızlıktır. Bir süredir yazılı basında ve sosyal medyada süren eleştiri süreci dün KKTC’de lise öğrencilerinin Başbakanlığa dayanmasıyla artık farklı bir boyuta ulaştı.
Çocuklar imsak vakti sokaklara dökülüyor diye eleştirirken valiliklerin ilin şartlarına göre belirleyebilecekleri bir düzenlemeyi hatırlatmak yerine Batı’nın talepleri doğrultusunda ileri saat uygulamasından vazgeçilmesini önermek, en azından hoşafın yağının kesilmesini eleştirmek kadar komik ve cahilcedir…