Herşeyden önce bu büyük ve değerli insan, idealist müslüman, ehl-i
ilim ve hilim, ahlak-ı hamide, edeb ve fazilet sahibi samimi can
hocamıza Cenab-ı Hak’tan rahmet ve mağfiretler dileyerek sözlerime
başlamak istiyorum. Kendileri doktora yöneticim ve danışmanım olması
dolayısıyla öğrencisi olma, onu çok yakından tanıma, hele gözleri
kamaştıran bazı hareket ve davranışlarını görme, örnek insan haza
müslüman bir sahib-i ilim ve irfandan ders alma şerefine nail olduğum
için Allah’a hamdediyorum.
Çağımız ekonomi çağı olması dolayısıyla 1970 yıllarında İzmir İmam
Hatip Lisesinde öğretmenlik yaparken aynı zamanda İslam Ekonomisi
üzerine çalışmalara başlamıştım. Bazı büyüklerimizin arkadaş ve
dostlarımızın teşviki ile bu çalışmalarımızın doktora yaparak daha
bilimsel bir nitelik kazanması arzu edildi. Böylece biz İslam
ekonomisinin esaslarını Kur’anda arayıp bulup tesbit etmek istiyorduk.
Ancak o zamanlar Ankara İlahiyat Fakültesi bizlere doktora yapma imkan
ve hakkı tanımadığı için Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler
Fakültesinde doktora yapmaya karar verdik. Fakat İslam ekonomisi
ifadesi literatürümüze henüz yeni yeni girmeye başladığı için bu
çalışmayı bir ekonomi alimi olan zatın denetim ve gözetimi altında
yapmak daha faydalı olacaktı. Bu zat da ancak kendilerini 1965
yıllarında İzmir Türkocağında verdiği konferansından tanıdığımız
muhterem hocamız Prof. Dr. Sabahaddin Zaim olabilirdi. Çünkü Türkiyede
akademisyenler arasında İslam ekonomisi üzerine düşünüp fikir üreten ve
çalışmalar yapan ondan başka bir kimse hemen hemen yok gibiydi. O
sebeple biz kendisine muraceat edip doktora yöneticisi olmasını
kendilerinden isteyerek ricada bulunduk. Hocamız da lütfedip
memnuniyetle kabul buyurdular.
Hocamız, ilmi seven, ilim öğrenmek isteyen kimseye yardım etmeyi
seven ve bunun için de zaman ve zemin sınırlaması tanımayan bir kimse
olduğunu bilfiil uygulayarak göstermiştir. Gece gündüz demeden,
üniversite, fakülte, çalışma odası ve ev demeden, hatta çalışma zamanı
ve tatil zamanı demeden her zaman ve her yerde ilim öğrenmek ve
öğretmek onun için olağan bir şeydi. O kendi ifadesile “güzel insanlar”
yetiştirmek için çalışan çalışan ve yorulmayan hep hizmet eden güzel
bir insandı.
İlk defa Beyazıtta Üniversiteye gittiğim zaman odasında bilimsel
çalışma usul ve yöntemleri üzerine yol gösterip bir çok tavsiyelerde
bulunduktan sonra “gel şimdi seninle kütüphaneye gidelim, ben sana
oradan bazı kitapları seçip vereyim. Sen onları okursun, buna “kuluçka
dönemi” derler böylece asıl çalışacağımız konu kendiliğinden ortaya
çıkar” dedi. Kütüphanede tavana kadar uzanan raflarda dolu dolu
kitaplar vardı. Yüksekte oldukları için bunları elle dokunup almak
mümkün olmadığından hocamız orada duran seyyar merdiveni aldı, üzerine
çıktı ve benim için faydalı olabilecek olanlarından üç kitabı seçip
bana verdi. Hocamın kütüphaneye git, görevli memur şu şu kitapları sana
versin demeyip, bizzat kendisinin gelip meşgul olmasından son derece
hislenmiştim.
Yine bir gün evine randövü vermişti. Erenköy’de Bilim sokak
Kardeşler Ap. No:6 D.6 da beni çalışma odasına aldı. Benim yazdıklarımı
okuyor ve bazı konularda tartışma yapıyorduk. Bir ara ben “hocam, Necip
Fazıl bu konuda biraz farklı düşünüyor; onun şu kitabında şöyle
yazıyor” dediğim zaman “Osmancım” dedi – bana genellikle “Osmancım”
diye hitap ederdi – “ilim ile sanat biraz farklıdır. Alimlerde abartı
olmaz, ilim ne ise odur. Halbuki şairler sanatkarlar şiir ve
edebiyatlarında biraz mübaleğa yaparak meseleleri abartabilirler” dedi.
Vakit epeyce ilerlemiş, saat 01.00 i geçmiş nerede ise 01.30 lara doğru
yaklaşıyordu. “Osmancım”, dedi “ben hemen hemen her gece böyleyim, gece
çalışmak benim için daha verimli oluyor, Fakülteden ayrılıp vapura
bindiğimde ininceye kadar dinlenmiş oluyorum ve akşamları burada hep
saatlerce çalışırım” dedi. “Sen bana şimdi imam ol, yatsı namazımızı
cemaatle kılalım inşallah” dediler. Namaz bittikten sonra “vakit epey
ilerledi; şimdi belediye otubüsleri ve dolmuşlar çalışmaz. Ben seni
götüreyim, sen nerede kalacaktın?” Ben “Çifte Havuzlarda Fehmi Koru’ya
gideceğim” diye cevap verdiğim zaman “tamam buyrun inelim”, deyip beni
siyah renkli mercedes arabasıyla kalacağım yere götürdüğünü şimdi olmuş
gibi hatırlıyorum.
Evde bir ara teneffüs molası olmuştu sanki. Hocamız odadan dışarı
çıktı. Baktım henüz bir aylık veya iki aylık olduğu belli olan 5.
çocuğu Halil kucağında olduğu halde salavatlar getirerek içeriye girdi.
“Amcası buna oku, dua et” diye söyledi. Ben de bazı dualar okumuştum.
İşte hocamız bu kadar ince, nezaketli ve çocuğunun sevgisini bir
öğrencisiyle bile paylaşacak kadar, onun için birlikte dua edecek kadar
samimi ve alçak gönüllü idi.
Fakültede çalışma odasındayız. Hocamız yine benim yazdıklarımı
kontrol edip bir takım tavsiyelerde bulundu. Zaman ilerleyip dersimiz
bitince “sen nereye gideceksin?” diye sordular. Ben de
“Fatih-Karagümrükte oturan bir arkadaşım var Abidin Sönmez ona
gideceğim” deyince “a! ben de oraya gidecektim, beraber gideriz” deyip
arabasıyla beni oraya kadar götürmüştür.Onun bu sözünden ve bu hareket
ve davranışlarından son derece etkilendiğimi söylemeliyim. Hayatımda
Yaşar Tunagür Hocanın hitabeti ve hutbeleri, Muhterem hocam Prof. Dr.
Sabahaddin Zaim Hocamın da sözleri, konuşma uslubu, büyük küçük kim
olursa olsun, insanlara karşı hareket ve davranışları beni çok
etkilemiştir.
Hocamızın insana ve insanlara karşı olan sevgisi komşularından
tutun da çalışma arkadaşlarına varıncaya kadar, yakınlarına karşı
müstesna bir iletişim ve irtibat kurma özelliğini bahşetmiştir.
Beyazıtta Üniversitenin büyük giriş kapısının, portalin önündeyiz.
“Osmancım” dedi, “şu anahtarı al ve benim odaya git ben geliyorum.”
Epey zaman geçtikten sonra odaya giren Hocamız “Osmancım, biraz
beklettim seni ama, ben arkadaşların odalarına uğrayıp onlara birer
selam verip hayırlı sabahlar demek istedim. Beklettim kusura bakmayın”
deyecek kadar gönül insanı olduğunu göstermiştir.
Hocamız, ilme sadece gecelerini tahsis etmekle kalmamış aynı
zamanda dinlenme tatillerinde bile öğrencilerine randövü vermiş ve
onlarla beraber olabilmiştir. Mesela telefonlaşmamız neticesinde
Bodrum’da Turgutreis Dinlenme evinde beni kabul ederek hemen hemen
sabahtan öğleye kadar çalıştğımızı hatırlıyorum.
Ben sizlere bu büyük insan, değerli ilim adamı Merhum hocamız Prof.
Dr. Sabahaddin Zaim Beyfendinin çok uzaklarda olan bir talebesi ile
zaman zaman meydana gelen beraberliğinden bir iki örnek vermek istedim
ve bunu bir görev bildim. Bu kıymetli insanı hayatımda beni etkileyen
iki kişiden birisidir diye az önce ifade etmiştim. 10 Aralık 2007
Pazartesi günü Fatih camiinde kılınan cenaze namazı ise onun için dua
etmeye gelen insanların, onu tanıyan, o gülümseyen, devamlı insanlara
gülerek hitap etmek isteyen o güzel insanın etkilediği insanların
sayısını vermektedir. Ona yakışır bir cemaat, hem sayı itibariyle ve
hem de nerede ise istanbulun tüm müslüman eşrafının teşrif etmesiyle
dua için saf tutan müminler, hocamızın nasıl bir insan olduğunu bize
çok açık bir şekilde göstermektedir. Hiçbir şeyhülislama imam unvanını
vermemiş olan bu kadir bilir büyük millet, Birgivi Hazretlerine “imam”
rütbesini verirken bu zamanımızın sahabisi denilebilecek büyük
şahsiyete de “Hocaların Hocası” sıfat ve payesini vermiştir.
Yakın ve akrabalarına baş sağlığı ve sabr-ı cemil dilerken sanki
karşımda olan hocama şunları söylemek istiyorum: Pek muhterem üstadım,
burada yaptığın hizmetlerin karşılığı olan sevaplarınızın sizi orada
karşıladığına inanıyorum. Namazına katılan tüm müslümanların duası hep
sizinle olmuştur. İnşallah nur içindesiniz, çünkü siz hep Allah
rızasından bahsederdiniz, onun için Rabbimiz Tealanın rahmet ve
mağfireti üzerinize olsun, makamın Cennet olsun, nur içinde yat
inşallah. Bize olan haklarınızı da helal ettiğinize inanıyorum.
Rabbimiz, Rahman ve Rahim olan Allah, size rahmetini bol bol ihsan
eylesin.