Kur’an; mevcudat /
var edilen her şeyin aslından,
Her an
genişletilmekte olan kâinat / evrenden,
Kâinat / evren ve
içindekilerin yaratılış sebepleri, yaratılıştan beklenen gaye ve sırları,
Şahsî / özel ve
içtimaî / sosyal hayat düstur / prensip ve ilkelerinden,
Hâdise ve
olayların istinat ettiği / dayandığı küllî / kapsamlı düsturlardan,
Yaratılan cemadat
/ cansızlar, nebatat / bitkiler, hayvanat / hayvanlar ve insanların
Lisan-ı hâl / hâl diliyle neyi anlattıkları, neyi sorup
sorguladıkları;
Kısaca var oluş
hikmet ve gayelerinden,
Bir şeyin hakikati
/ gerçeğini anlamak için, evvelemirde onu yapanı bilmek
Ve gayesini
anlamaktan geçtiği,
Bu konularda ilk
başvurulacak, ilk dinlenilecek olanın, onun kendi beyanı olduğu,
Hele insanları var
etmenin asıl gerekçesi ne olduğu,
Kur’an’ın; kâinatı
Yaratan’ın gaye ve hikmetlerini bildiren Kelâmullah / Allahın kelâmı / sözü,
Kur’an; beşer /
insan aklının göremediği ahiret ahvali / halleri, berzah / kabir âlemini,
Akıl, felsefe ve
hikmetin Kur’an’a başvurmak ve ona tabi olup uymak zorunda olduğu,
Allah’ın mülkün
Mâlik’i, bilmediğimizi bilen bir Alîm,
Hikmetinden sual
olunmayan bir Hakîm olduğu,
Hikmetini
anlamadıklarımız hakkında; onların hikmeti / gaye ve maksadı olmadığı
anlayışından
Uzak durmamız icap
ettiği,
Çünkü bir şeyin
hikmetini / var ediliş gayesini bilmeyişimiz;
Onun hikmeti
olmadığını sanmamızı gerektirmediği,
Hakikî, ezelî,
ebedî ilim, hak ve hikmet; yalnız Allahta olup, insanın;
Nâkıs, noksan,
eksik mâlûmatı / bildikleriyle, Allahın;
Anlamadığı
hikmeti, gayesi hakkında ileri geri konuşmasının doğru olmadığı,
Tam bir
teslimiyetle, sabır ve niyazla anlamayı yine O’ndan istemesi lâzım geldiği,
Kur’an / İlâhî
kelâmın / sözlerin; aslında taşa toprağa bürünerek,
Şu san’atlı
kâinatı teşkil ettiğini,
Bunun da ezelden
beri Hakîm olan Allah Tarafından böyle olması istendiği,
Nitekim Yunus
Emre; bunu ne güzel terennüm edip, dile getirerek ortaya koymuş:
Ete, kemiğe büründüm,
Yûnus diye göründüm.
Kur’an’ın; Kâinat
denen Büyük Kitab / Kevnî, Maddî ve Somut Kur’an / Kâinat Kitabı’nın;
En yüksek bir
müfessiri / tefsir edeni / açıklayanı, en beliğ / en anlaşılır bir tercümanı
olduğu,
Mevcudat /
varlığın küçük büyük her birinin, mânâlı / anlamlı birer kelime olduğu,
Maddî kelimeler,
yani küçük büyük varlıklar olarak; somut kâinat kitabında yer aldıklarını,
İnsanın kâinata
nasıl bakması gerektiğini,
Nasıl ki, bir
kitabda yer alan harfler, o sayfada kendileri için değil;
Kelime ve mânâları
ifade ettikleri için bulunur.
Kâinatta bulunan
varlıklar da birer harf hükmünde. Kendileri için değil, yaratılmış olduklarını,
Bir Yaratıcıları
var olduğunu göstermeleri için, kâinat sahifesine yazıldıkları,
Temaşa
ettiklerimiz, gördüklerimiz; “Ne güzel.” demek için değil,
“Ne güzel
yaratılmış.” diyerek, her şeyden Hakk’a yol bulmak, bu gayeyle,
Bu amaçla
yaratıldıklarını tefekkür etmek / düşünmek için yaratıldıkları,
Var edildiklerini nazarı itibara
almak ve bu gibi,
Daha nice esrar,
sır ve hikmetleri Kur’an içinde barındırıyor.
Zaten Kurân’ın;
çöz çöz bitmeyecek bir hikmetler yumağı olduğunu;
Yâsîn sûresinin
ikinci âyeti veciz ve özlü bir şekilde dile getirmekte:
“Hikmet dolu
Kur’an hakkı için.” / ve “Ant olsun
bilge Kur’an’a!” diyerek.