MİT Müsteşarı ile ikisi eski dört MİT mensubunun, KCK soruşturması kapsamında “şüpheli sıfatıyla ifadeye çağırılması” derin sarsıntılara yol açtı. Dahası sarsıntının nerelere, hangi şiddette uzanacağını bugünden tahmin etmek çok zor. Mahkeme ifadeye gelmeyen dört kişi hakkında yakalama emri çıkardı. Hükümet acele bir kanun değişikliği ile soruşturmayı Başbakan’ın iznine tabi kılarak, Savcılığın yetkisini kısmak için harekete geçti.
Bu arada soruşturmayı yürüten Özel Yetkili Savcı bu görevden alındı. Birkaç gün önce de KCK soruşturmasını yürüten Terörle Mücadele ve İstihbarat Müdürleri görevden alınmıştı.
Bugün MİT Müsteşarı ve diğer görevliler hakkında şüpheli sıfatıyla ifade vermeye çağrılmasını eleştirenlerin söyledikleri, Genelkurmay Başkanı, komutanlar, bilim adamları, gazeteciler vd sanıkların yargılama usulü hakkında yazıp söylediklerinin tam zıddı. Oysaki bu soruşturmanın ve önceki davaların savcılığı, mahkemesi ve uyguladığı usul aynı.
Emniyetin KCK operasyonları esnasında elde ettiği delillere göre, MİT görevlileri bazı MİT görevlileri Öcalan’ın “terör yapın” talimatlarını PKK yetkililerine ulaştırmış. KCK yapılanması MİT’in gözetiminde tamamlanmış. PKK saldırı talimatlarını önceden öğrenen MİT bu saldırıları önlemek için harekete geçmemiş. Örgüte verdiği taahhütler gereği olarak güvenlik güçlerinin PKK’ya karşı operasyonlarını önlemek için çalışmış ve bu konuda örgüte rapor vermiş.
Oslo’da yürütülen görüşmeler Savcılık makamı tarafından “devletin bütünlüğü ve anayasal düzenin değiştirilmesi konusunda siyasi mahiyette görüşme yaparak anlaşmaya çalıştığı” şeklinde yorumlanmış.
Olay neresinden bakılırsa bakılsın vahim. İddialar da, ülkenin istihbarat teşkilatının tepe yönetiminin böyle ağır iddialarla şüpheli konumunda olması da vahim. Emniyet, Yargı ve İstihbarat teşkilatları arasındaki çatışma da vahim. Bazı kişileri yargının elinden almak için özel kanun değişikliği yapılması da vahim.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ da “terör örgütü kurmak” gibi vahim iddialarla tutuklanmıştı. Bu tutuklamaya itiraz edenler “emrinde 600 bin kişilik ordu bulunan bir komutan neden bir terör örgütü kursun?” sorusunu sormuştu.
Ceza Muhakemesi usulü açısından durum şöyle idi: Anayasa’nın 148. Maddesinde, “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar” denilmektedir.
Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 250/3. Maddesi şöyle: ” … belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hâli dâhil askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.“ Özel yetkili mahkeme ise ilk cümlenin geçerli olduğu görüşüyle İlker Başbuğ‘u tutuklamıştı.
Anayasa’nın açık hükmüne rağmen, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un özel yetkili mahkemede tutuklu yargılanmasını bir kesim büyük memnuniyetle karşılayarak destek verdi. “Sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun” ibaresinin sırf bu yüzden konulmuş bulunduğunu, “demokrasilerde kimsenin dokunulamaz olamayacağını”, eski Genelkurmay Başkanının yargılanmasının demokrasimizin ve hukuk devleti uygulamasının geldiği üst seviyeyi gösterdiğini söylediler, yazdılar.
30 Ocak’taki “Ulusa Sesleniş” konuşmasında Başbakan şöyle demişti: “Yargıya millet eli değdi. Yargı, bir hizbin, dar bir anlayışın, bir grubun arka bahçesi olmaktan çıktı, milletin yargısı haline geldi…”
Şimdi aynı kişiler “büyük resme bakılmasını” tavsiye ederek savaş işaretlerinin görüldüğü bölgemizde MİT Müsteşarının bu gibi meselelerle uğraştırılmasının mahzurunu hatırlatmakta. Müsteşarın “görevi ile ilgili ve görevi esnasında” yaptıklarıyla ilgili suçlanırken dikkatli olunması gerektiğini ifade etmekte. “Canları pahasına görev yapan kamu görevlilerinin terör örgütü mensubu olmak gibi suçlamalarla yargılamanın doğru olmadığına” dair makaleler döşenmekte. “Bağımsız yargı” laflarının yerine, “jüristokrasi” (yargıçlar yönetimi) ve “yargının sivil darbesi” kavramları kullanılmakta.
Bazı komutanların, yine bölgede karışıklık varken, terörün en azgın zamanında, tatbikat veya operasyon yönetmekte iken tutuklanmalarını zil takıp oynayarak kutlayan ve sevinçlerini “hukukun üstünlüğü” kavramı ile açıklayanların çifte standardı iyice açığa çıktı.
Komutanlar hakkında “görevleri esnasında” işlendiği iddia edilen suçlar için, “görevleri ile ilgili olmayan” eylemler olması sebebiyle özel yetkili mahkemeler yetkilidir deniliyordu. “Darbe görevle ilgili olabilir mi?” diye soranlar, savcılıkça şüpheli MİT mensuplarına isnat edilen suçların da (Apo’nun “saldırın” talimatını örgüte iletmenin de) görevle ilgili olmadığını dile getirmesi gerekmez mi?
Ergenekon, Balyoz, Oda TV tutuklamaları hakkında “bu işlerin yürütmenin değil, bağımsız yargının kararıyla” olduğunu ve herkesin saygı göstermesi gerektiğini söyleyenlerle, bugün yargının kendi yetki alanını aştığını söyleyen, “şüpheli” MİT mensuplarının ifade vermeye gitmemesi gerektiğini savunan ve de “yargının elinden adam kurtarma yasası” çıkarılacak olmasıyla rahatlayanlar aynı kişiler.
Demek ki taraf olunca ileri sürülen bütün değerler tersine yorumlanabilmekte imiş.
Bizim gibi “eğer suç ve suçlu varsa hukukun temel değerleri ve ülkenin güvenliği gözetilerek tarafsız ve bağımsız bir yargılama ile ortaya çıkarılsın. Burada ana ölçü hukukun üstünlüğü ilkesi olsun” diye düşünen saf vatandaşları aldatmayı bırakın.
“Özel yetkili yargının” mahzurlarını anladıysanız, hiç olmazsa “bu mahkemelerin genel yetkili hale getirilmesini” isteyin ve sistem bütünüyle rahatlasın. Çünkü esas problem budur.
Sadece MİT Kanunu 26. Maddesini değiştirmekle, Müsteşar Hakan Fidan için başlatılmış işlemlerin geri alınması ve soruşturulması için Başbakanlık izni gerekenler kapsamına alınması mümkün olmayabilir. Ayrıca “zaten bu bilindiği için olsa gerek, savcı bu soruşturma görevinden alındı” ithamından hükümet kurtulamaz.
“Biz geçmişin mazlumları olarak rövanş duygularımızı tatmin ederken, hukuk ayağımıza dolanmasın. Bize yakın olanlara dokunan yargıya da haddini ve gücün kimde olduğunu göstermeyi biliriz” derseniz, sizin yaptıklarınıza değil ama dürüstlüğünüze saygı duyarız. Yeter ki hukuki kılıf aramayın.
Ancak kamu vicdanı “adalet” duygusuyla programlanmıştır. “Güçlünün yanında değil, haklının yanında olmak” ister. Ey eli kalem tutan, ağzı laf yapanlar, ey muktedirler “Adalet devletin temeli” ise ve “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözlerine iman ediyorsanız gereğini yapın, bize güç değil dürüstlük gösterin.
Çifte standart uygulayacaksanız bari hukuktan bahsetmeyin.