OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE DEĞİŞME MÂCERÂMIZ
13,5 X 21 santim ölçülerindeki 152 sayfalık eserinde birbirinden farklı 32 konu ele alınıyor:
*Devlet Nedir? State Nedir? İmparatorluk Nedir? Makalede Osmanlı Devletine ‘imparatorluk’ denilmesinin ‘iftira’ olduğu delillerle açıklanıyor. *Atın Dişleri: Manastırdaki râhipler atın kaç dişi olduğunu tartışmaktadır. Kimi, ‘Aristo’nun falan kitabında şu sayfada 22 adet olduğunu belirtiyor’ diyor. Diğeri, ‘Hayır Aristo filanca kitabında 18 olduğunu yazıyor.’ Tartışma uzayınca, manastıra yeni gelen ve henüz formatlanmamış olan genç râhip adayı; ‘Tartışacağımıza ahıra gidip sayalım’ diyecek oluyor, yaşlı papazlar hiddetleniyor: ‘Aristo saymış. Sen kim oluyorsun ki yeniden sayalım’ diye ukalalık ediyorsun?’
*Târihi Anlamak: ‘İçinde bulunulan dönemin târihi, son 200 yılın târihi bilinmeden anlaşılamaz.’
*Bozulma Başlıyor: Fâtih Sultan Mehmet Han, ikindi vaktinden sonra surlardan şehre girilmesini yasaklamıştı. Kendisi tebdil-i kıyâfet edip şehir dışına çıkmış, farkında olmadan gecikmişti. Kapıdaki görevli onu içeri almadı. Fâtih kendini tanıtıp içeri girerken ‘Hünkârım, kendi töreni niçin kendin bozarsın’ sorusuna mâruz kalmıştı.
*İdil (Don-Volga) Kanalı -1569: Osmanlı Devletinin târihî kayıplarının başlatan olaylar…
*Eğlendiriciler Yeniçeri Oluyor! Kanûnî’nin torunu Sultan Üçüncü Murâd (1574-1595) çağında, Osmanlı Cihân Devletinin hudûdu, Batı’da, Litvanya’ya kadar uzanıyordu. Sultân Üçüncü Murâd, oğlu Mehmed’in günlerce süren sünnet düğününde şaşılacak hünerler gösteren canbazlara, hokkabazlara, mükâfat olarak ne istediklerini sorunca, yeniçeri olmak istediklerini söylediler! Yeniçeri Ağası Ferhad, bu gülünç isteğe uymaktansa ağalığı bırakmayı yeğledi. Yerine geçen makam heveslisi Yûsuf Ağa, bu maskaraca işi irtikâb etti, hokkabazları, canbazları yeniçeriliğe aldı. Böylece, dünyânın en güçlü ordusunun bozulmasında çok mühim bir adım atılmış oldu.
*Kâtip Çelebi: On yedinci yüzyılın büyük münevverlerinden olan Kâtib Çelebi (1609-1657), Osmanlı Devleti yönetimindeki aksaklıkları görmüş, kötüye gidişi beyân etmekle kalmamış, yazdığı eserlerde durumun iyileştirilmesi için tavsiyelerde bulunmuştur.
*Kavalalı Meselesi: Osmanlı Devleti, Mısır’ın işgaline karşı ordu gönderirken Rumeli’den de asker toplamıştı. Bu askerler içindeki Kavalalı Mehmed Ali, zeki ve ihtiraslı biri idi. Vali Hüsrev Paşa’ya karşı entrikalar çevirdi. Ona ve ondan sonra gelen vâlilere meseleler çıkarttı. Vali Hurşid Paşa’nın imzâsı ile, vezir rütbesiyle Cidde vâliliğine tâyin edilen Mehmed Ali, gitmedi, askeri ayaklandırdı. Sonunda, Arabistan’daki Vahhâbî meselesiyle meşgul olan Osmanlı yönetimi, bir de onunla uğraşmamak için 1805 yılında Mehmed Ali’yi Mısır’a vezir rütbesiyle vâli yaptı. Mehmed Ali Paşa, Kölemen ileri gelenlerine de baş eğdirdi, Mısır’a tam mânâsıyla hâkim oldu. Bu hâkimiyet kendisinin ve oğlu İbrâhim Paşa’nın ölümüne kadar devam etti.
Diğer bölümlerden bâzılarının başlıkları: *Amerikalıların Târih Karşısındaki Durumu. *İnebahtı. *Genç Osman’ın Şehâdeti. *Dördüncü Murâd ve Koçi Bey. *Onyedinci Yüzyıldaki Bozukluk. *Köprülü Mehmed Paşa. *Rüşvet Felâketi, Prut. *Lâle Devri. *Askerlik Alanında Yenilikler. *Onsekizinci Yüzyıl: Batıya Açılma. *Vak’a-i Hayriyye (1826) *Baltalimanı Anlaşması. *Teslimiyet: Tanzimat, Islâhât. *Devlet Eliyle Kültür İstilâsı. *İlk Borçlanma. *İttihat ve Terakki.
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
KIRIM TÜRKLERİ
Kırım Türkleri; 1227-1501 yılları arasında hüküm süren Altın Orda İmparatorluğunda, şehzâdeler arasında yaşanan taht kavgaları sebebiyle dağılmasından sonra Karadeniz’in kuzeyinde 1449 yılında kurulan Kırım Hanlığı’nda yaşayan soydaşlarımızdır.
Fâtih Sultan Mehmed Han’ın 1475 yılında gönderdiği Gedik Ahmed Paşa, Kırım kıyılarındaki Ceneviz kolonilerini aldı. Taht kavgası sebebiyle Cenevizlilere sığınan Mengli Giray, Kırım Hanı oldu. Mengli Giray’ın imzaladığı anlaşma ile Kırım Hanları, gerektiğinde askerleriyle birlikte Osmanlı ordusuna katılmayı taahhüt etti. Böylece Kırım Osmanlı himâyesine alınmış oldu. Kırım Hânı, Osmanlı Sadrâzamı ile aynı seviyede tutulmuştur. Polonya ve Rusya, Kırım Hânına haraç öderlerdi.
Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu; 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 135 sayfalık eserine ‘Tatarlar Kimdir’ başlıklı yazı ile başlıyor: ‘Ruslar ‘Tatar’ deyimini, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusya’sında yaşayan bütün Türk soylu Müslümanlar için kullanmıştır.’
Eserden dikkat çekici bir bölüm:
Yıldırım Bâyezîd ordusunda iken Emir Timur ordusuna geçenler, 1243 yılında Kösedağı Savaşı’nda Selçukluları yenip Anadolu’yu istilâ etmiş olan ve kendilerine o çağlarda TATAR denilen MONGOLLARDIR. Bunlar, Selçukluların kendilerini toparlayamamaları için Anadolu’da bulunuyorlardı. Yoksa günümüzde kendilerine ‘Tatar’ denilen Kırım veya Kazan Türkleri değildi;
Kırım veya Kazan Türkleri, 1000 kilometreden fazla mesâfeyi aşıp 1402 den önce Anadolu’ya gelerek Yıldırım ordusuna katılmadılar, sonra da Timur ordusuna geçmediler.
Prof. Maksudoğlu eserinde; iddiaya göre Murad Giray Han’ın ihâneti sebebiyle bozguna dönüşen İkinci Viyana Kuşatması hakkında şu bilgileri veriyor:
1-Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Reîsü’l Küttâbın pohpohlamasına aldanıp Viyana’nın kuşatılmasına, yalnız başına karar vermişti. Pâdişâh, Kırım Hânı, Orta Macar Kralı Tököli İmre, Osmanlı’ya tâbi Erdel (Transilvanya) Kralı Apafî Mihal, Budin Beylerbeyi Uzun İbrahim Paşa bu işin yanlışlığının farkındaydılar. Pâdişâh, ‘önceden haberim olsaydı râzı olmazdım’ demiş, sonra yine de işin kolay, olmasını dilemişti. Kara Mustafa Paşa, görüşüne karşı çıkanları şiddetle tekdir etmiş, savaşta canla başla çalışmalarını önlemişti.
2-Bu kadar kalabalık orduyla gidildikten sonra, bekleyip vakit geçirmek yanlıştı, Viyana’nın hücûm ile alınması çok kuvvetle muhtemeldi Viyana hücûmla alınsa, askerlerin yağma hakkı vardı. Allah, Muhammed ümmetine ganimeti helâl kılmıştır. Viyana teslim olursa, her şey hazîneye âit olacak, Sadrâzam tarafından kullanılacaktı.
Eserin sonraki bölümlerinde Prut Savaşı Rusların Kırım’a saldırması, 1854-1856 Kırım Savaşı, Rus Çarlığı Devrinde Kırım, 18 Mayıs 1944 târihinde Kırım Türklerinin topyekûn sürgünü, Kırım Türkleri Millî Hareketi, başlığı altında Rusya’nın 2014 yılında Kırım’ı ikinci defa işgal ve ilhak etmeleri gibi Kırım’daki gelişmeler özetleniyor.
Ek sayfalarında Kırım Türkçesinde kullanılan bâzı kelimelerle, Divân-ü Lügati’t-Türk’teki en eski Türkçe kelimeler ile Numan Çelebi Cihan’ın yazdığı ‘Ant Etkenmen’ başlıklı Kırım Millî Marşı yer alıyor.
Son 9 sayfa ise ‘Dizin’ listesine tahsis edilmiştir.
İNKILAB BASIM YAYIM
Akşemseddin Mahallesi, ŞehitKubilây Sokağı Nu: 6/A-B Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-524 44 99
HATIRLADIKLARIM
Eserin arka kapak yazısından birkaç satır:
Hâtırat yazıları, milletlerin gerçek târihlerinin anlaşılmasında mühim işler görür. Siyâset adamlarının yazdıkları, yaşanan siyâsî olayların anlaşılmasına ışık tutar. Kültür adamlarının, edebiyat ehlinin, öğretim-eğitim görevlerinde yer almış olanların hâtıraları da toplumun belli bir dönemdeki sosyal hayatının anlaşılmasına ayna tutar; o toplumun hayâtından ‘kesit’ sunar, anlatılanların sunuluşunda ‘objektif’ olunması, yazılanların gerçekten faydalı olması için, şarttır.
Prof. Dr. Mehmet Maksuoğlu , ‘Hatırladıklarım’ isimli eserinde, ‘İlkokul: Kültür Emperyalizminin İlk Şubesi’, ‘Cumhuriyet Devrinde Okullarda İlk Defa Din Dersi’, ‘Anadilim Türkiye Türkçesi’, ‘Câmi ile Okul Birbirine Küs’, ‘Kol Faaliyetleri’, ‘27 Mayıs Trajedisi’, ‘Tunus’a Gidiyoruz’, ‘Vahhâbîlik’, ‘İngiltere’ye Gidiş’, ‘İngilizlerin Târihlerine Bakışı’, ‘Lastik Yazılıp Kauçuk Okunan Dil’, ‘Oryantalist Davranış’, ‘Emperyalist Mantık’, ‘Bir Delille 40 âlimi ikna ettim, fakat 40 delille bir câhili iknâ edemedim’, ‘Vâizliğim’, ‘Çok Bilmişlere Türkçe Dersi’, ‘Mütekebbire Haddini Bildirmek Gerek’, ‘Gayri Millî Eğitim’, ‘Yabancı Dil Öğretiminde İlk İsâbetli Karar’, ‘Metot Meselesi’, ‘Şam, Amman, İrdib’, ‘Türk Dünyasının Kimliğini Korumaya Yönelik Eğitim’, ‘Tatarlar Kimdir?’, ‘Kırım’, ‘Açılmış Fakülteye YÖK 10 Yıl Öğrenci Vermiyor’, ‘Hürriyet Gelince Irmak Yatağını Buluyor’, ‘Laikçilik’, ‘Kltür Emperyalizminin Karşısında Yerlilik’, ‘Osmanlı Türkçesinin Kolaylığı’, ‘Rufâiler’, ‘Ölçü Konusu Haramı Haram, Helâli Helâl Bilmek’, ‘Türkçeyi İyi Bilen Alman’, ‘Hanefî ve Mâlikî Mezhepleri’, ‘Roma/Rum Nasıl Bizans Oluyor?’, ‘Çağdaş Aydın Kafası,’ ‘Kültürün Büyük Değeri’…
ve benzeri başlıklar altında uzunlu-kısalı 225 parça yazıda, hâtırâlarını, hayatını, yurt içinde ve yurt dışında öğrenci ve öğretmen olarak öğretim hayatını anlatıyor.
Alâka ile okunacak bâzı bölümler:
Kültür İstilâsı Tam Gaz
Galiba Von Grunabeum; diyordu ki: ‘Bir medeniyette, ‘müzik’ en son meydana çıkan değerdir. En sonra da o unutulur.’
Müzik dersinde (Mûsiqî demem gerektiğini öğrenmem için yarım asrın geçmesi gerekti) bol bol Batı müziği öğrendik, allegro, allegretto, bemol… En komik veya acıklısı da opera aryaları idi. Derste, öğretmenimiz Refiye Hanım, opera aryaları dinletirken (herhalde müfredât öyle idi, öyle yapması gerekiyordu) kendimizi tutamaz, gülerek sıralara kapanırdık. Öğretmenimiz kızar, bizi azarlar, zevksiz olduğumuzu söylerdi. İyi de Eskişehir’e yakın Bozüyük’ün ‘et koydum tencereye’, Söğüt’ün ‘Söğüdün Erenleri’, yine Eskişehir’in ‘Karşı yakaya geçelim, atlara yonca biçelim’ Tatarlar arasında, her toyda çalınan ‘Sit(Siyt veya Seit) Osman saray saldırgan’ türkülerini niye dinletmezdi? Kendi türkülerimizin ne kabahati vardı? O yörede yaşamış olan Yunus Emre Hazretlerinin İlâhilerini mevlidlerde filân dinliyorduk; okulda niçin dinlemiyorduk? Tabiî, o zaman bunları düşünemiyordum, zâten, olayları ciddîye almama havasında gidiyorduk. Bilinç verilmiyordu; belli bir ‘öngörü’ye göre ‘imâlât’ olarak yetiştiriliyorduk.
Bu beyin yıkama işlemi, her alanda hâkimdi. O zaman henüz televizyon yoktu. Tek kitle iletişim aracı radyo idi. Ve radyoda Türk mûsikisi YASAK idi! Şaka gibi değil mi? Ama durum bu idi. Daha sonraları, Demokrat Parti -sözde- iktidarda iken, radyoda Türk mûsikîsi de çalınmağa başlandı. HİÇ İSTİSNÂS1Z durum şöyle idi: Meselâ, otobüste gidiyordunuz, radyoda türküler var. Sonra, Batı müziğine geçiliyor (öyle ya, kulaklar alışacak; millet, pardon ulus, çağdaşlaşacak), şöför derhâl, sâniye gecikmeden radyoyu kapatırdı, yolcuların duygularına tercüman olurdu.
Teneffüse çıktığımızda da okulun hoparlöründen, avluda, yine batı müziği dinletilirdik. ‘Kulaklarımız alışsın, medenî olalım’ diye herhâlde. Yarım asırdan daha fazla sonra, bu korkunç olaya kültür emperyalizmi denildiğini öğrenecektim.
(1960 lı yıllarda, bir opera öğrencisinin, radyoda türkü dinlediği için konservatuardan atıldığını işitmiştik.)
Laikçilik Sonraki yıllarda bile, yakın zamanlara kadar, hâlâ laik dedikleri, münhasıran İslâm karşıtı statüko hâkim olduğu için, gazetelerde hac mevsiminde, mutlaka, Suriye, Irak veya Arabistan’da kolera vb. hastalığın çıktığı, yayıldığı haberleri yer alırdı. Oyun kâğıdı, kozmetik filân söz konusu olmaz, hacca gideceklerin ülkeye verecekleri döviz zararı gündemde olurdu.
Hac şirketleri ortaya çıkmadan önce, hacılar bütün işlemleri kendileri yaparlardı. Döviz almak için bankaya giden hacı adaylarına, oradaki memurelerin bazıları güçlük çıkarmayı mârifet zannederlerdi. Tabîi, medyanın yönlendirmesi. (0 zihniyetin maânevî mirasçısı olan bir bayan, 2020’nin son aylarında, yolda gördüğü, tanımadığı, başı kapalı bir hanım öğretmene tokat atmak terbiyesizliğini, şımarıklığını, alçaklığını irtikâb etmiş, cezâ olarak (ödül mü deseydik?) 2000 (iki bin) tl yi de taksitle ödemeğe mahkûm olunca, sırıtarak alçak değil; çukur seviyesini göstermişti.)
Osmanlı Emperyalist Değildi
Osmanlı’nın, Balkanlarda 400-500 yıla yakın kaldığı bölgelerde, 19. Yüzyıl ortalarında istiklâlini elde eden halklar, Türkçe konuşmuyordu, dâvâları olduğu zaman İstanbul’a gelip kendi dilleriyle şikâyette bulunuyorlardı. Emperyalizmin en etkili, en derin iz bırakan veçhesi, dil sömürüsü Osmanlı’da yoktu, olmadı. batılıların yapıştırdığı ‘imparatorluk’ lâfı ders kitaplarımıza kadar girmiş, lâfın nereye vardığını kestiremeyen okumuşlarımızın, Osmanlı ile iğrenç imparatorluk sözünü yan yana kullanan târihçilerimizin kulakları çınlasın! Hele târihçilerimizin: mâlûmât deposu olmayı târihçi olmak zannedenlerin!
Askerî Okul’da Âyet Hadîs!
Recep Binbaşı, Okul Komutanına arzetmiş, benim ‘İslâm ve askerlik’ konusunda subay ve astsubaylara bir konuşma yapmam kararlaştırılmıştı. Konferans salonunda, başta okul komutanı olmak üzere, bütün subaylar, rütbe sırasına göre ön sıralarda, astsubaylar da yine rütbe sırasına göre arka sıralarda yerlerini aldılar. İlgili âyetteki şehidliği anlatırken, ‘Cennet’e giren hiç kimsenin tekrar dünyâya gelmeyi istemediğini, şehîdin ise, gördüğü ikrâm üzerine, 10 defa dirilip 10 defa daha şehîd olmak istediğini müdeleyen hadîs-i şerifi söyledim. Yedek subaylardan ikisinin, (onların arasında birkaç solcu vardı) belli yüz ifâdesiyle aralarında fısıldaştıkları gözüme ilişti. Konuşmama devâm ederken, sözlü bir parantez açıp ilâve ettim: ‘doğuştan kör olan birine, renklerden bahsedilse, kırmızı, yeşil, sarı, mâvi, beyaz var denilse, ona masal gibi gelir, onun için sâdece siyah vardır; ama o göremiyor diye, renkler yok değildir. Bu durum da böyledir, bâzı inançsız, nasipsizler inanmasa da, durum değişmez’ Ve devâm ettim. Arka sıralarda oturan astsubaylardan da gülümseyenler oldu. Konuşma bittikten sonra kendileriyle görüştüğümde anlaşıldı ki o başçavuşlar, bir askerî birlikte, ilk defa âyet, hadîs okunduğunda yadırgamışlar, şaşkınlıkla, aslında hoşlarına giderek de gülmüşler.
*hezarfen: Çok kabiliyetli, elinden çok iş ve sanat gelen, çok şey bilen ve birçok ilim dalında bilgi sâhibi insan.
AKIL FİKİR YAYINLARI
Alemdar Mahallesi, Alayköşkü Caddesi, Küçük Sokak Nu: 6/3 Cağaloğlu, Fatih, İstanbul
Telefon: 0.212-514 77 77 e-posta: bilgi@akilfikiryayinlari.com www.akilfikiryayinlari.com
Prof. Dr. MEHMET MAKSUDOĞLU 1939 yılında Eskişehir’de doğdu. Eskişehir (şimdiki adıyla Atatürk) Lisesi’ni 1956’da, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ni 1960 yılında bitirdi. İzmir İmam-Hatip Lisesinde, 1960-1961 öğretim yılında Hadis, Arapça, İngilizce ve Farsça öğretti. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde, 1961 yılı Temmuz ayında İslâm Târihi Kürsüsünde asistan oldu. Tunus’ta 2 yıl kaldı, teziyle ilgili mahallî kaynakları inceledi. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde 1966’da ‘Tunus’ta Osmanlı Hâkimiyeti’ konulu teziyle doktor oldu. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi, (Faculty of Oriental Studies’te) üç yıl (1967-f970) Türkçe öğretti, oryantalist zihniyeti yakından tanımak imkânı buldu. Yedek Subaylığında, bir askerî okulda Târih ve İngilizce öğretti. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde dokuz (1973-82) yıl Arapça öğretti. 1983’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde Yardımcı Doçent, 1986’da Doçent, 1998’de Profesör oldu. Malezya’daki Milletlerarası İslâm Üniversitesi’nde dört yıl (1991-1995) Târih ve Medeniyet Bölümü Başkanı olarak görev yaptı. Orada iken yazdığı ‘Osmanlı History’, bu üniversite tarafından bastırıldı. 1996 yılı Eylül ayında, doğup büyüdüğü Eskişehir’deki Osmangazi Üniversitesi llâhiyat Fakültesi’ne kurucu Dekan olarak tâyin edildi. Kazakistan’ın Türkistan beldesindeki Milletlerarası Hoca Ahmed Yesevî Türk-Kazak Üniversitesinde 2004-2005 öğretim yılında Târih ve Arapça öğretti. 2006-2007 öğretim yılında Hollanda’da Rotterdam İslâm Üniversitesinde Arapça olarak ‘İslâm Târihi’ öğretti. Yayınlanmış çok sayıda makalesi ve birkaç kitabı vardır. |