Her Şeyi Kanıksamak

107

Yarım asrı devirmeye doğru giden ömrüm boyunca, ülkemizde ve dünya da yaşanan ne olaylar gördüm. Bu günlerde hepsi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor.
Çocukluğumda oturduğumuz evin balkonundan semtin Halkevi binası gözükürdü. Bir gün halkevinden çıkan bir grup gencin, önlerinde taşıdıkları bir büyük Türk bayrağının ardından “kardeş kardeşi vurur mu” diye marş söyleyerek yürüyüş yaptıklarını hatırlıyorum. Ne yazık ki; bu topraklar üzerinde kardeş bildiklerimiz hiçte acımadan vuruyor. Eğer kendi vuramazsa; İran, Suriye ve Irak gibi ülkelerden terörist transfer edip vurdurtuyor. Hem de silah ve lojistik desteğini ABD, İsrail, AB ve Yunanistan gibi ülkelerden sağlayarak.

Daha sonra 1974 yılında bir Kıbrıs Barış Harekatı yaptık. Bu askeri müdahalenin gerekli olup olmadığı asla tartışılamaz. Ancak bu olay sonrasında Türkiye, binlerce gencini toprağa verdiği binlercesini de zindanlarda çürüttüğü bir anarşi dönemini yaşadı. Her köşe başında aynı mihrakların dağıttığı silahlarla bir insanımız vuruluyor ve çoğu zaman aynı silah hem sağcıyı hem de solcuyu vuruyordu.

Bu gelişmeler sadece terörle sınırlı kalmadı. Ülkemiz büyük bir yokluk ve ekonomik sıkıntı yaşadı. Sonradan öğrendik ki; bunların hepsi planlıymış. Küreselleşmenin tahakkuku için bizim de serbest piyasa ekonomisine ama onların istediği şekilde geçmemiz gerekiyormuş. Bütün amaç kapitülasyonlarda olduğu gibi ekonomik olarak Türkiye’yi borçlandırarak teslim almakmış.

Benimle aynı dönemde yaşayan,  gelişmiş bir ülke vatandaşının başına gelmesi mümkün olmayan olaylar, Türkiye’de benim ve benden sonraki nesillerin başına geldi. Gerçi bizden öncekilerde ne sıkıntılar çekti biliyorum ama orası da ayrı bir fasıldır.

Gençliğimde, adına sağ-sol veya alevi-sünni çatışması denilen ama perde arkasında asla öyle olmayan bir terör yüzünden insanlar ölürken, bir gaz tüpü veya 5 litre benzin için akaryakıt istasyonunda yada tüpçünün önünde ki kuyruklarda uykusuz sabahladığım gecelerin haddi hesabı yok. Hele belediyenin tanzim satış mağazasının önünde 2 küçük paket margarin için kuyrukta beklediğim uzunca saatleri ve tepkisiz toplumun kuyruktaki geyik muhabbetlerini hiç unutamam. Ya sular kesiktir ya da tasarruf adı altında elektriğiniz yoktur. Öyle geçti o yıllar…

1980 yılında ilk defa uçağa binip yurt dışına gittiğimde, uçak gece vakti inerken, altımızda ışıl ışıl parlayan şehri görünce kendi kendime mırıldandığım ilk söz “Türkiye’de bizi kandırmışlar” demek olmuştu.

Daha sonra 1984 yılında, devletin bildiği ama halkından gizlediği ve bu yüzden halkını tedbirsiz yakalattığı bir bölücü terör başladı. Bazılarının gözünde çok muteber bir adam olan Turgut Özal; o dönem başlayan bölücü terörü, üç beş çapulcunun işi olarak niteliyordu. Halbuki bu kanı bozukların silahı üzerimize kaçıncı defa doğrultuşuydu!..

Bu güne kadar bölücü terör yüzünden resmi ve sivil binlerce şehit verdik. Tecavüz, gasp, darp, soygun, yangın gibi olayların hesabı yok. Ortada kolunu, bacağını, gözünü veya bir uzvunu kaybetmiş çok inanılmaz sayıda insanımız var. Ayrıca bu olaylar, bir insanın yaşamı boyunca görebileceği en büyük travmalardan biri olan iç ve dış göçlere sebebiyet verdi.

Top yekün 75 milyon insanın ortak serveti olan devlet hazinesinden yüzlerce milyar dolar ” bölücü terörü önleyelim”  diye harcandı. Hepsi helali hoş olsun. Milletimizin ve devletimizin güvenliği için elbette para harcanacak. Ancak genç yaşta toprağa düşen şehitler ve kaybettikleri uzuvlar nedeni ile hayattan erken yaşta terhis olan gaziler yok mu? işte, insanı onlar kahrediyor.

Kanaatimce; ömrü hayatım boyunca yaşadığım bu meselelerin en önemli yanı, yaşadıklarımızın çok çabuk kanıksanmasıdır diye düşünüyorum. Şimdi de bizi çocuklarımızın şehit oluşlarına ve başımıza gelen her türlü melanete alıştırmaya başladılar.

Oysa Türk milletinin bir canı değil tırnağının bir parçası bile bizim için çok önemlidir ve her zaman da bu böyle olmalıdır.

Gördüğüm kadarıyla bir canımızın şehit oluşuna verilen tepkiler klişeleşmeye başladı. Ateş öncelikle düştüğü yeri yaktığı için analar, babalar ve evlatların içi elbette kan ağlıyor. Ancak onların beden dili bile sanki farklılaşmaya başladı. Şehit cenazeleri medyada bir zamanlar olduğu kadar yer bulmuyor. Çünkü medya malum güçlerin kontrolünde ve onlar yayınları ile pkk ve bölücü teröre psikolojik üstünlük sağlatıyor. Amaçları sahipleri adına pkk ile barışı gerçekleştirmek. Medya kendisine verilen bu görevi hassasiyetle yerine getirmeye çalışıyor. Bu yaratılan hava ile başına bir şey gelenler sanki bu değişmez bir kadermiş gibi yaşananları kanıksar hale geldiler.

Terör karşısında mücadele eden kardeşlerimiz; aileleri ve arkadaşları ile vedalaşırken ya da mesajlaşırken hep helallik ister oldular. Kanıksamışlık olarak değerlendirdiğim bu görüntü bir milletin hayatiyeti açısından hiçte hayra alamet bir şey değildir. Yaşamayı istemek yerine ölüm dahil başına gelecek her şeye razı olmak sağlıklı bir ruh hali olarak kabul edilemez bir durumdur.

Onun için Türk milletinin içinde bulunduğu durumda yaşadığı, sosyolojik değişimler ile bireysel ve toplumsal psikolojiyi çok iyi etüt etmemiz gerekiyor. Eğer kötüye giden bir durum varsa da bilimsel metotlarla hemen tedbir almalıyız.

Çünkü başına gelen çok sıkıntılı olaylara karşı bu kadar sessiz ve tepkisiz kalmayı başarmak, sağlıklı bir milletin ruh haliyle izah edilecek bir şey değildir.

Bazen empati yaparak, terör olayları sırasında şehit olmuş çocuklarımızın veya normal yaşamlarında bir bomba ya da molotof kokteyli ile hayattan kopmuş insanlarımızın ana ve babalarının yerine kendimi koyuyorum. Benim başıma böyle bir olay gelse ne yapardım? diye. İsterseniz cevabı vermeyeyim bende kalsın.

Yalnız şunu bilmeliyiz ki; eğer benim hissettiğim gibi milletimiz nezdinde başımıza gelenlere karşı böyle bir kanıksamışlık varsa, bu Türk milleti ve devleti açısından doğuracağı sonuçlar itibarıyla çok kötü bir durumdur.

Böyle giderse Türk milletinin ruhsal genetiğindeki zafiyetlerden faydalanılarak, milletimiz ikna edilecek ve tabir caizse diz çöktürüleceğiz. Şimdi bunun farkında değilsek sebebi de; İstiklal Mücadelesinde olduğu gibi bir kısım şuurlu insanımızın gösterdiği milli dirençtir. Onun için ağızdaki bakla bir türlü dışarı çıkartılmadan ıslatılıp durmaktadır.

Bu sebeplerle eğer varsa; bölücü teröre, şehit ve gazi olan çocuklarımıza, ekonomik sıkıntılara, bankalara olan borçlara, emekli aylıklarının yetersizliğine, yoksulluğa ve bil cümle sıkıntıya karşı bakışımızdaki kanıksar ruh halinden kurtulalım ve başımıza örülmek istenen her musibete büyük bir dirençle ve milli bir duruşla karşı duralım.