25 yıldır kamuda, 15 yıl sendikalarda görev yaptım. Son 20 yılda en az 10 adet STK’nın kuruluşunda inisiyatif kullandım. 30 yıldır hem tarihçilik hem de ülkücülük yolunda kendimi geliştirmeye çalıştım. 34 yıldır da kesintisiz Müslüm dinlerim.
Son 10 yılda köşe yazarı olarak 500’e yakın yazı yazmışım. Tarih, dış politika ve edebiyat alanında yarım düzine yayınlanmış, onun yarısı kadar da yayınlanmaya hazır kitabım var. Sosyal medya sayfamda “Yazdıklarım yaşadıklarımın bordrosudur” ifadesi bulunmakta. Yazmak bende geleceğin izdüşümüdür. Kıbrıs, Davos, Ergenekon, Çözüm, Habur, Akdamar, Dersim, K.Irak, Mısır, Libya, Suriye vs. konularda yazdıklarımız yerli yerinde duruyor ve neden sonra haklılığı tescilleniyor.
Ergenekon Kumpasında yandaş sendika “Kılavuzu Necip Fazıl Olanın.” ve “Sevgiler Sevgi Hanım” yazımı ikna odalarındaki üye devşirme seanslarında kullanıyordu. Duydum ki Necip Fazıllı olanı gene kullanmaya başlamışlar ama Sevgi Erenerollu yazıyı es geçiyorlarmış.
Zaten Özsar’daki Âkiller Toplantısı’nda “Türkiye’de Türk Yoktur” tezini işleyenler 7 Haziran Seçimleri sonrasında birden profillerine Türk Bayrağı, ağızlarına da “Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez!” sloganlarını doldurmuşlardı. Aslında Referandum’un yersizliği ve yanlışlığı üzerinde fikirlerimi paylaşmıştım. Fakat son düzlükte iş tamamen takım taraftarlığına döndüğü için kimse satır aralarına bakmıyor veyahut okuduğunu anlamıyor.
– Pek yapmadığım – girişteki kısa künye şimdi yazacaklarım içindi. Hem tarihe not düşmek hem de bu zamana kadarki yazdıklarımın sağlaması babında diyorum ki TEK Millet derken adına Türk Milleti diyemeyenler Anayasa‘nın 66. maddesinin dışına düşmüş olmaktadırlar: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Ve bu bağ ırkî değil hukukîdir.
Kurucu önder Atatürk‘ün çok daha veciz ifadesiyle “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” Türkiye halkı; Türkmen, Zaza, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Boşnak, Pomak, Abaza, Çeçen, Arnavut, Roman, Yörük, Manav, Muhacir vs. unsurlardan oluşur ve bunun tamamına ortak isim olarak Türk Milleti adı verilir. Ulus Devletin fikrî mimarı Ziya Gökalp‘e göre “Türk Milleti ırkî, kavmî, coğrafî, siyasî ve idarî bir zümre değildir. Aynı millî kültürde ortak olan fertlerin bütünüdür.” Gazi Mustafa Kemal’in “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözü köken değil hissiyat ve mensubiyet bildirir. Tam tersine Türk’ü ve Kürt’ü ayrı bir etnik unsur gibi görmek ırkçılıktır. Neye göre tasnif ediyorsun kardeşim? Kanına ve soyuna göre. Bu soy-sopçuluk, kan bağcılığı değil mi?
İkinci olarak tarihi hep dış politikayla birleştirmeye çalışan ve alternatif stratejiler üretmek için uğraşan biri olarak 2 tane 17 Nisan Simülasyonu yapayım. İsteyen alsın 3 sene saklasın: “Hayır” çıkarsa kentsel terör saldırıları devam eder. Nerdeyse her hafta yaşadığımız ve en son 31 Aralık Gecesi Reina’da gördüğümüz terör saldırıları çok şükür 3 aydır yok. Ocak başında 3,94‘leri gören doların da ateşi 3 aydır daha stabil. 15 Temmuz‘da Tayyip Erdoğan İktidarı‘nı devirmek isteyen Üst Akıl terör & borsa kartını kullanırken birden Anayasa Değişikliği gündeme geldi ve o karta gerek kalmadı. Başkanlık çıkmazsa kaldığı yerden devam eder.
“Evet” çıkarsa tüm yetkiler ve sorumluluk Cumhurbaşkanı‘nın sırtına yıkılıp sonra da yasal pozisyonu uluslararası arenada Saddam – Esad tipi diktatörlerle eş tutulacak. ABD, AB ve Rusya arasındaki pazarlıklarda hep bir kişiye yüklenilecek; İran’la altın, IŞİD’le petrol ticaretinden Avrupa’daki Diyanet, Dışişleri gibi kurum çalışanlarımızın ajanlıkla suçlanmasına hatta Batı’daki terör saldırılarını azmettirici görmeye dek geniş bir yelpaze ihale edilecek. Türkiye’yi yeni Kürdistanlara ve Birleşik Kıbrıs’a ikna edecekler. Belki Ömer el-Beşir durumuna düşürecekler, belki Türkiye’ye de İran gibi ekonomik yaptırıma sıra gelecek. İşte o an Suriyeleştiğimiz andır, küresel planlı bölgesel kaosun üçüncü ayağıdır. Rahmetli Muhsin Başkan‘ın “İzin vermeyiz” dediği Suriyeleşmeden de daha vahimi.
Yine Onun ifadesiyle “Vatanını zaaf derecesinde sevenler” tayfasından bir vatandaş olarak eşedd-i şer olarak gördüğüm ‘evet‘tense ehven-i şer olarak gördüğüm ‘hayır‘a sığınmayı tercih ederim. Her iki halde de eskiyi arayacağımız muhakkak olmakla beraber Nizam-ı Âlem broşürümüzdeki meşhur Süleyman Kalaycı şiiriyle duruşumuzu sabitleyelim: “Her şey bir red ile başlıyor gülüm!” LÂ!