Bu masmavi gök
kubbe bizim. Nadide nebatatların buram buram koktuğu, hamuru şüheda kanıyla
yoğrulmuş mübarek topraklar, yüreğimiz kadar engin ve duru olan canım denizler
bizim.
Bedene kan
taşıyan, hayat bahşeden damarlar misali, nazlı nazlı çağlayan bu ırmaklar
bizim. Bütün bu güzellikleri ihata eden, bin yıllık mazinin emaneti, yolu kızıl
elmaya giden bu cennet vatan bizim.
Semasında
yankılanan, umudumuzu ateşleyen, gözlerimizde sevinç müjgânları olan bu uhrevi ezanlar
bizim. Yurt sathına çiçekler gibi serpilmiş kubbelerin şehadet parmakları
misali, gök kubbeyi nakşeden canım minarelerin mekânı, biricik camilerimiz
bizim.
Al bayrağımızın gölgesinde, güvenle barınan bu
asil Millet çağlar boyu hep hür yaşadı, yine hayatını özgürce idame ettirmekte
ve bundan böyle de şüphe yok ki ettirecektir.
Ne var ki
şimdilerde kendi irade ve isteğimizle bir nebze özveride bulunmak durumundayız.
Bu fedakârlık; kesinlikle boyun eğme, özgürlüklerden ödün verme değildir. Çünkü
huzuru, gıpta edilecek düzeyde, doyunca yudumlayacak kadar özgürüz: “İmkânlarımız,
isteklerimiz, düşüncelerimiz, tasarruflarımız” vb. asla kısıtlı değil ve ortada
bir dayatma bulunmamaktadır.
Canım Vatanımızdan
uzak ve hasret değiliz. Tutuklu, kısıtlı, gözaltında sürgünde değiliz. Tehlikeli
bir virüsten korunmak adına, “sevdiklerimizin, kendimizin ve insanlığın
çıkarları için” bir imece, bir dayanışma ve birliktelik çalışmasıdır bu.
Özlediklerimizden,
değer verdiklerimizden yana üzülmemek, acı çekmemek için; sevgilerimizi,
özlemlerimizi bir nebze bastırmak, bir yudum ertelemektir belki de. Daha güzel
ve insanca yaşama adına, daha huzurlu bir ortam, daha mutlu ve yaşanabilir bir
dünyayı inşa etme adına insanlık ve vefa çabasıdır.
Çünkü
insanoğlunun en çok değer verdiği “özgürlüğü” yaşamanın da kuralları esasları
vardır. O yüzden aşırı özgürlük, özgürsüzlük getirir demişlerdir. Öyleyse
demokrasinin el kitabını iyi uygulamak durumundayız. Kırıp dökmeden,
başkalarını üzmeden, ülkemizi, insanlığı tehlikeye atmadan(virüse
yakalananların çektikleri ıstırapları, kaybettiğimiz canları göz önüne
getirerek) yaşamın tadını yudumlamayı başarmalıyız. Yani “ben” duygularından
sıyrılıp “biz” olmayı, birlikte mutlu olmayı benimsemeli ve başarmalıyız.
Gönüllerimizin
bir olduğu ve birlikte attığı bu günlerde, virüsten dolayı “bedenlerimiz”
sevdiklerimizden bir nebze ayrı kaldı. Seslerini telefonlarda duyduğumuz can parçalarımızın
kokusunu, dokunmalarını ve sarılmalarını özledik. Şakalarını, şımarmalarını,
hatta bizi kızdırmalarını bile özledik.
Parklardaki
bankları, piknikleri, alışverişleri, birlikte yudumlanan buram buram çayların
kokusunu özledik. Gözlerimiz nemli, gönüllerimiz gamlı. Fakat umutluyuz, sabırlıyız. Bu
aralar Orhan
Veli’nin “anlatamıyorum” adlı şiirini anımsıyor ve duygularım şöyle yorumluyor:
Sevdiklerimin seslerini duyabiliyorum,
Fakat gözyaşlarına dokunamıyorum.
Bilmezdim özlemlerin bu kadar güzel,
Kelimelerin ne denli kifayetsiz olduğunu.
Biz bu illete düşmeden önce.
Bir yer var, birileri var biliyorum,
Yanı başımda, şuracıkta.
Duyuyor, görüyor fakat dokunamıyorum…
Özlem tavan
yaptı, sabır bendimiz taşmakta. Fakat yine sabır, yine özveri diyeceğiz. Yüklendiğim
sorumluluk, vatandaş olarak, insan olarak yerine getirmemiz gereken bir
kurallar zinciri var. Ciddi, vahim ve tehlikeli bir düşmanla karşı karşıyayız.
Öfkemizi duymayan, tehditten anlamayan, yakalanıp gereği yapılamayan, hapse
atılamayan, acımasız ve sinsi bir düşman bu.
Fakat karşı
koymak, yanımıza yaklaştırmamak ve üstesinden gelmek bir o kadar da kolay. Masrafsız,
risksiz, bulunabilir ve kolayca yapılabilir bu önlemler, çekilen sıkıntıların yanında bir bakıma
teselli en azından. Bir hayli korksak ve üzülsek de tutunacak tesellimiz de
var: “Temizliğe ve belirlenen önlemlere titizlikle uymak”, o kadar.
Yıllardan beri
yaşamadığımız ve tahmin edemediğimiz bir kederin sarmalındayız. Sabretmeye bir
anda alışamadığımız bu ortamda, kaybettiğimiz vatandaşlarımızın acısı da bizi bir hayli yıprattı. Hayatını
kaybedenlere Mevla’mdan rahmetler diliyorum. Bunun yanında bilgi kirliliğinin
ve art niyetli kişilerin çığırtkanlığı da mukavvesimizi oldukça sarstı.
Sevgili İlhan
İrem’in “konuşamıyorım” şarkısında dediği gibi:
Bu ayrılık
akşamında sen sustuğuma bakma
Konuşmaya gücüm yok beni anla
Söyleyemediklerimi bak gözlerimden anla
Her zaman yanımda kal hiç bırakma
Sensiz ben yolumu bulamam
Haykırmak istiyorum
Biliyorum,
duyuyorum, görüyorum
Konuşamıyorum…
Fakat hepsi
geçecek, gönülden tüm benliğimle inanıyorum buna. Güçlüyüz tevekküllü ve
umutluyuz. Yüreğimizde var olan sevgi, özveri, yardımlaşma, sabır vb. gibi
hasletlerin motivasyonu, eşsiz sağlık ordumuzun inanılmaz özverisi ve
özlemlerimizin bir an evvel telafisi için kendimize olan güvenimiz günden güne
çoğalmakta. Hatta yardım elimizle bu iyimserlik dünya ülkelerine bile sıçradı.
İçimizde ilkbaharın serptiği umut tohumları
filizlenmeye başladı. Çok seven çok özlermiş. Hasretlerin kavuşmaya döndüğü
günler çok yakın. İçimizdeki umut güvercinlerinin kant çırpmasını bekliyoruz. İnancımız
tam. Hepsi geçecek…
Sevgiyle kalın…