Hazret-i Mevlana tasavvuf ehli İslam âlimiydi.
O’nun tasavvufu, irfan tahakkuk, aşk ve cezbe âleminde olgunlaşmıştır. Daima hayatın gerçekleri ile iç-içe, yan-yanadır. Miskinliği, hayattan el ayak çekmeyi reddeder. Onun dünya tarifi aynı zamanda hayatın tarifidir. O’na göre dünya Allah (cc)’den gafil olmaktır.
Hazret-i Mevlana’nın tasavvufunda gaye; Allah’a kulluk etmektir. Mülk ve saltanat sahibi olan insanlar değil, Cenab-ı Allah’tır. Kendisine itaat edene, kendi mülkünden ve saltanatından ihsanda bulunur. Tasavvuf; Allah huzurunda yapılan bir secde ile insana tahayyül edilemeyecek kadar kıymetli mülk ve paha biçilmez saltanat huzuru verir. Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur.
İnsanı böyle bir tasavvufa götürecek binit, aşk’tır. Hz. Mevlânanın tasavvufunda, yaratılışın, hayatın manası aşktır. Ask ise; kimseye niyazı, ihtiyacı olmayan Allah zül celal Hazretleri’nin vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olmak da geçici bir hevestir. Yaratılışın sebebi bütün hastalıkların devası, bencilliğin çaresi, elemlerin merhemi ilahi aşktır. Aşk, öyle bir ateştir ki, parladığında sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar. Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir. Vah ona!
Hz. Mevlana’nın tasavvufunda esas, gönül sahibine erişmek ve cevher olmaktır. Nitekim söyle buyurur, ‘Allah ile oturup kalkmak isteyen kişi, veliler huzurunda otursun. Velilerin huzurundan kesilirsen, helak oldun gitti. Çünkü sen, bütün değilsin bütünün küçük bir parçasısın. Şeytan birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu, kimsiz, kimsesiz bir hâle kor, o halde de bulunca başını yer mahvedip gider.’
Mesnevi’sinde; ‘Bizim Rabbimiz; ‘Secde et ki, Allah’ın yakınlarından olasın.’ Buyurmuştur. ‘Bizim bedenlerimizin secdesi, ruhlarımızın Allah’a yaklaşmasına sebeptir.’ Diyen Mevlana, Allah sevgisini yalnız fikir ve mana olarak kabullenmez, üzerine farz olan ibadetleri aşkla ifa ederdi. Eflaki söyle naklediyor: ‘Mevlana, Ezan-i Muhammedi’yi işitince, elleriyle dizlerinin üzerine basıp, olanca heybetiyle ayağa kalkar, ‘Ey kendisiyle rûşen olan canımız! Adın ebediyete kadar kalsın’ der; bunu üç defa tekrarlar sonra: ‘Bu namaz, oruç, hac ve cihat, itikadın şahididir.’ Diyerek tam bir tevazu ve niyazla namaza dalardı.
Hz. Mevlana, su rubaisiyle Kur’an-i Kerim’e ve Hazret-i Muhammed’e (S.A.V.) bağlılığını apaçık ilan etmiştir:
‘Canım bedenimde oldukça Kur’an-in kuluyum;
Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.
Birisi, sözlerimden, bundan başka bir söz naklederse,
O nakledenden de bezmişim ben, bu sözden de bezmişim’
Hazret-i Mevlana’nın, eserleri ve yaşayışı dikkatlice tetkik edildiğinde; O’nun tam bir musavvıf olduğu şüphe kaldırmayacak şekilde anlaşılır.
Mevlâna Hazretlerinden bu sözün ispatı mahiyetinde başka bir rubai:
‘Biz Allah’ın sayesiyiz, Mustafa’nın nurundanız.
Sedef içine damlamış çok kıymetli bir inciyiz.
Herkes suret gözüyle bizi nereden görecek?
Biz Kibriya’nın su ve balçık içinde belirmiş nuruyuz.’
Tasavvuf Ve Ahlak
Hz. Mevlana diyor ki: ‘Ulu Allah, insanı üç türde yarattı. Birinci tür; tamamı ile akıldan, bilgiden ve cömertlikten ibarettir. Bunlar melektir. Secdeden başka iş bilmezler! İkinci tür ise bilgisizdir. Hayvan gibi ot otlamakla semirirler. Onlar ağıldan, ottan başka bir şey görmezler. Üçüncü tür ise Ademoğullarıdır, insandır. Bunlar yarı yaradılışları bakımından melektir, yarı yaradılışları bakımından eşek! Eşek olan yarıları, aşağılığa meyleder, öbür yarıları da akla meyleder!’ Buradan insanın eğitilebilir bir canlı olduğu anlaşılır. Bir başka ifâde ile insan, ahlakî bir eğitimle iyi bir canlı olabilir. Ahlakî eğitim de Kur-an’ın rehberliğinde gerçekleştirilir.
Hz. Mevlana sosyal düzenin sağlanması için ahlak kavramını ‘ön şart’ olarak kabul etmektedir. Müslüman Türk insanının ahlaklı olabilmesi için de, mensubu bulunduğu milletin İslamî, insanî ve millî değerlerine uygun bir hayat yaşaması gerektiğine inanmaktadır. Kur’an-ı Kerim, insan için bir kılavuzdur. Mevlana nefsin terbiye edilmesi gerektiğine inanan bir düşünürdür. Bütün kötü huyların kaynağını nefisten kaynaklandığına inanan Mevlana, insanın hasetlikten, gururdan, şehvetten, mevki ve makam sahibi olmaktan uzak durması konusunda uyarır.
Kendisini Kur’an-ı Kerim’in hizmetçisi ve Hz. Peygamber’in yolunun tâkipçisi olarak ifade eden Mevlana’nın yetişmesinde İslam ahlakının ve tasavvufî değerlerin önemi büyüktür. Burada ahlak ve tasavvuf her ne kadar ayrı yazılmış olsa da birçok İslam mutasavvıfı ahlak ve tasavvufun aynı şey olduğunu söylemektedir. Tasavvuf, İslam dininin derûnî ve ahlakî cephesidir.
İnsanlığın hayvanlara mahsus sıfatlardan arınabilmesi için ahlakî bir doygunluğa erişmesi şarttır. İnsanın ahlakî bünyesinin eğitilebilir yanına ‘Nefs’ denmektedir. Ahlakî açıdan nefs dendiğinde karşımıza kötü duygu düşünce ve eylemlerin terbiye edilmesi çıkmaktadır. Kişi, kendisini ele geçirmek isteyen bu kötü duygu, düşünce ve eylemlerden kurtulmadıkça ideal insan olamayacaktır.
‘Putların anası nefsinizin putudur.’ diyen Mevlana her fırsatta nefsin yok edici, zedeleyici yönünü aktarırken, nefsine uygun davranan varlıkları da hayvan olarak nitelemiştir. Nefisin terbiye edilmesi gerektiğine inanan Mevlana, nefsin birçok kötü yönünün olduğunu da söyler.
Nefis insana, haset, gurur, şehvet kavramlarını üstün gösterir. Mülk ve makam sahibi olmaya yönlendirir. Tasavvuf, insanı bu kavramlardan uzaklaştırır.
Hz. Mevlana da eserlerinde ahlakî gerçeklik üzerinde durmuştur. İnsanlığın kurtuluşunun ancak ahlakî değerleri uygulamakla mümkün olacağını belirtmiştir. Çevresindeki insanları irşat ve ikaz etmiş, ahlaksızlığın ve kötü huyların dinî ve tasavvufî eğitimle yok edileceğini Mesnevi’deki yazılarıyla açıklamıştır. Mesnevisindeki bir yazısında: ‘Ben insanların çalışıp çabaladıkları, didinip durdukları bu arayış dünyasında, iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.’ diyerek güzel ahlakın önemine vurgu yapmıştır. Ancak ahlakî güzelliğin veya O’nun diliyle edebin gösterişte kalmaması, gönülde yerleşmesi şarttır.