Hayatın Dinamiği: İyilik ve Kötülük Çatışması

106

Böyle bir kötü tarafımız var: Her değişikliğe tepki veriyor, olaylara olumsuz yönde yaklaşıyor, beynimizi buna göre kurguluyoruz. Düşüncelerimizdeki olumsuzluk, davranışlarımıza yansıyor, alışkanlığımız ve karakterimiz oluyor. Tam tersi de mümkün: İyi düşünmek, iyi görmek, iyilerden olmak…

Şu bir gerçek: İnsanlar, olaylar, şartlar eskisinden daha iyi ya da daha kötü değil. Her iyi ve kötünün kendi içinde bir tutarlılığı ve mantığı var. Hiçbir yeni kötü eskisinden, hiçbir eski iyi yenisinden farklı değil. İyi ve kötü, önceden vardı, yine var, hep olacak. Hayat, iyi ve kötü çarpışmasından, dengesinden ibaret. Sizin neye, nereden baktığınız ve kendinizi nerede konumlandırdığınız önemli.

Şükretmek varken küfretmek, takdir etmek varken aşağılamak, sevmek varken dövmek, kucaklamak varken ötekileştirmek; sizin insan sevginiz, olaylara yaklaşımınız, hayat algınızla ilgili.

Elimde bir karikatür, iki farklı sahne. Birinci bölümde iki kardeş, genç annelerinin ellerinden çekiyor, “Benim annem, benim annem…” haykırışlarıyla… Anne gayet mutlu görünüyor. İkinci bölümde, yılların yorgunluğunu taşıyan, bir elinde bastonuyla, ayakta durmakta zorlanan anne…  Büyümüş, irileşmiş, yıllar önce “Benim annem” diyen dünün çocukları, bugünün değerbilmez, vefasız adamlardan her biri ortalarına aldıkları annelerini “Senin annen, senin annen…” diye sağdan ve soldan birbirlerine itiyor.

Ne oldu da dün “benim” denen anne veya baba bugün “senin” oluyor? Dün kendisine ihtiyaç hissedilen annenin biyolojisi çöküyor, anne vericiyken alıcı, tüketici oluyor. Çocuklar, dün kendisine muhtaç oldukları annelerini bugün fazlalık olarak görüyor. Faydacı ve maddeci zihnin eseri olarak büyükler toplumun kamburu diye değerlendiriliyor. Anne ve babaya “Öf!” demenin bile yasaklandığı, sevginin, vefanın, değerbilirliğin güçlü olduğu bir inanca sahip iklim olsaydı bu sahneler yaşanır mıydı? Hele, “yaşlıların tuğlada gördüğünü, gençlerin aynada göremediği” hakikati idrak edilseydi, yılların güngörmüşlüğünü yaşamış bu insan, sağdan ve soldan itilir miydi? Bu konudaki karnemiz nasıl, iyi mi, kötü mü? Yaratan’ın tecelligâhı olan vicdanınız sizi iyiler ve kötüler cephesinden hangisine yerleştiriyor? Zor soru değil mi?

Elinizde cep telefonuyla özçekim yaparak sahilde yürüyorsunuz, denizden gelen “İmdat!” çığlıkları kulağınızda yankılanıyor. Bakıyorsunuz, biri,  eli dışarıda boğulmak üzere ve yardım istiyor. Yüzmeyi biliyorsunuz. “Az rastlanacak, ilginç bir sahne.” deyip haberleştirmek üzere fotoğrafını mı çekersiniz, kişiyi kurtarmak üzere denize mi atlarsınız? Yoksa özçekiminize devam mı edersiniz?

Savaş muhabirisiniz, elinizde kamera ile bombaların düştüğü, yaralananların feryat ettiği alanda geziniyorsunuz. Ölmek üzereyken sizden yardım isteyen bir savaş mağduruna yardım mı edersiniz, yoksa “meslek aşkı” deyip son görüntüleri almak için çekim mi yaparsınız?

Bir doğrusu olmayanın, hiç doğrusu yoktur veya pek çok yanlışı vardır. Zaman, mekân, dönem, çağdaşlık, arkadaş, teknoloji düşkünlüğü gibi olgular; bizim iyi ve kötü olmamız için birer sebep değil. “Zaman kötüydü, mekân yanlıştı, çağdaş değerler bozuktu” gibi gerekçelerle kendimizi savunamayız. İyilik ve kötülük ilk insanla beraber vardı, son insanla beraber var olacaktır. Rol modelimiz Habil mi Kabil mi olsun?

Gök kubbe altında söylenmemiş söz, sosyolojik olarak yaşanmamış olay yoktur, söylenen her yeni söz, yaşanan her yeni olay öncekinin tekrarıdır. Sözler ve olaylar, su moleküllerinin birbirine benzerliği kadardır. Firavunlar, Nemrutlar, Cengiz Han, Hülagu, Hitler, Trump; hep vardı, gene var olacaktır. Yusuf da, Musa da, İsa da, Aliya da, Gandi de olmuştur ve olacaktır. Bunlara kızarak teselli bulmanın veya bunları severek övünç duymanın bize bir katkısı olmayacaktır. Sorumluluk ve hesap bireyseldir, vicdan kişiseldir. Biz neredeyiz?

Nasrettin Hoca’ya “Kışı mı seversin, yazı mı?” diye sormuşlar. Hoca “Bahar’a ne oldu?” diye cevap vermiş. Hayat, Hoca’nın dediği gibi “bahar” değil. Ya iniş ya çıkış; düz değil. Ya siyah ya beyaz; gri değil. Hayat, bunların çatışma arenası. Aliya İzzet Begoviç, “Her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey, düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.” diye sitem eder. Zulüm karşısında suskun, kötülük karşısında tarafsız olunamaz. Pasif iyilik, insan fıtratıyla uyuşmaz, kişinin kendini inkârdır. “Herkesle iyi olacak kadar kötü olamam.” hayat ilkesini çok onurlu bulurum.

Hangi yolun yolcusuyuz? Anne babasını son güne kadar, ilk günkü gibi sevenlerden misiniz yoksa itenlerden misiniz? Yardım isteyen çaresiz birinin görüntüsünü alma derdinde misiniz, ona yardıma koşanlardan mısınız? İnkâr, zulüm, şirk, kötülük karşısında susanlardan mısınız, iyilik yolunda sefere çıkanlardan mısınız?

Yüce Yaratan, doğru hayatın sihrini Nur suresi 26. ayette bize ne güzel dillendirmiş: “Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler de kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara lâyıktır. O temiz olanlar, iftiracıların söyledikleri şeylerden uzaktırlar. Onlar için bir bağışlanma ve bolca verilmiş iyi bir rızık vardır.”

İyi ve temiz olmak için karar verdik, anlaştık mı?