Aklınızda “Türkiye Cumhurbaşkanının nasıl seçmelidir?” konusu vardır. Bu konuda Türkiye’yi yönetme görevinde olanlar kadar, sorumluluk hisseden vatandaşların da düşünmesi ve fikirlerini paylaşması gerektiği gibi büyük düşünceler içindesinizdir.
Ülkenin daha iyi yönetilmesi için “ortak aklı seferber etmek” üzerine düşüncelerinizi ortaya koymayı, ortak aklın kullanılmasına engelleyen kişilikleri ve unsurları fark ettirmek için çalışmayı planlamışsınızdır.
Ancak çocuğunuzun küçük gibi görünen bir talihsiz kazası sonucu yaşadığı sağlık problemi, bütün bu “büyük ve önemli” zannettiğiniz fikri çabalarınızı gözünüzde değersizleştiriverir. O’nun ameliyatı ve sonrasında yaşayacağı sıkıntıları düşündükçe “olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” sözünün manasını iliklerinizde hissedersiniz.
Bir hafta sonra tatile gitmeyi planlayan yakın dostunuzun hayatında, eşinin ani bir kalp krizi ile kaybedilmesinin yarattığı müthiş boşluğu hisseder ve “yaratıcının büyük planın” karşısındaki “küçük şahsi planların” etkisizliğini ve önemsizliğini iliklerinize kadar hissedersiniz.
Ülkenin, yukarıda bahsettiğim büyük problemleri üzerine kafa yoran sade bir vatandaşsınızdır. Zaman zaman dostlarınızla bu konularda ciddi tartışmalar bile yapmaktasınızdır. Tam bu sırada çeşmenizden akmayan su, bütün diğer konuları önemsiz hale getiriverir. Artık sizin için Cumhurbaşkanın kim olacağı konusunun, sağlık veya temizlik maksadıyla kullanmak istediğiniz bir kova su kadar önemi kalmamıştır.
Önceliklerinizi ve önem sıralamanızı sürekli değiştirmeye zorlayan dış şartlar çoğunlukla sizin kontrolünüzde değildir. Ancak insanoğlunun yeni şartlara uyum sağlamadaki becerisi, önceliklerini değiştirmede gösterdiği esneklik, kendisinde kaderini tayin ediyormuş gibi bir his uyandırabilmektedir.
Zannederim bu aldatıcı hisse kapılmadan “mevcut durum bu ise, ben bundan sonra ne yapmalıyım ki, en az zarar veya en fazla faydayı sağlayabileyim?” şeklindeki bir tepki tarzını seçmek en doğrusudur. Bunu başarabilecek basiret içinde olmak “kendi kaderini tayin etmek” değildir ama bundan sonraki kader seçenekleri arasında tercih hakkını kullanmak demek olsa gerektir.
“Ben hayatımı planlıyorum” diyen kişinin yapabildiği şey, hayatının şu safhasında kaderin önüne koyduğunu düşündüğü yollar arasından birini, daha doğrusu mevcut seçenekler arasında öngörebildikleri arasında bir seçim yapmaktan ibarettir.
Bu bilgiler ışığında yaşadığımız sıkıntılara karşı tepkimizin öncelikle sabır, daha sonra da şükür kavramları perspektifinde olması, hayatı bir eza cefa süreci olmaktan çıkarıp, yaşanılması gereken bir güzellik olarak algılayabilme imkânı verir.
“Yaşanan sıkıntılarla terbiye olmak” veya “çekilen eza ve cefanın olgunlaştırdığı insan olmak” kavramları yerine keşke sıkıntıları çekmeden de olgunlaşabilecek bir akla sahip olabilseydik. Keşke şükür duygusunu, ağır sabır imtihanlarından geçmeden nefsimize hâkim kılabilseydik.
Bunu becerebilen çok az sayıdaki bilge insana toplumun duyduğu gizli ve derin saygının temelinde, nefsin bu olguluğa geçiş sürecinde gösterdiği müthiş direnci hissedebilmesidir diye düşünüyorum.
Yaşadığımız bütün sıkıntıları “bu da geçer ya Hû” tevekkülüyle karşılayıp, yeniden “Cumhurbaşkanı kim olsun” tartışmalarına dönebilecek huzur ve rahatlığına erişebilmeyi diliyorum.