19,5 x 23 santim ölçülerinde mat kuşe kâğıda renkli olarak mükemmel bir mizanpajla hazırlanmış eser, Bülent Arslan’ın çetin mücâdelelerle geçen otobiyografisini samîmi ifâdelerle okuyucuya sunuyor.
Geçmişten günümüze; tabâkat, tercüme-i hâl / hal tercümesi, hikâye-i hayat / hayat hikâyesi, biyografi, otobiyografi, özgeçmiş ve son yıllarda kullanılan: cv şeklinde yazılıp ‘sivi’ diye okunan yazılı metinler; edebiyatımızda; şiir, hikâye roman, masal, deneme, hâtırâ gibi… önemli bir yer işgal eden yazı çeşitlerinden biridir. Hepsi aynı mânâya gelir.
‘Tabâkat’ kelimesi ölüdür. Mezarında rahat bırakmalıyız. ‘Tercüme-i hâl’ için de aynı şeyi söyleyebiliriz. ‘Hayat hikâyesi’ ve başkaca bir kelime (şimdilik) bulanamadığı için ‘otobiyografi’ hâriç, diğer kelimeler sicil ve beden itibâriyle özürlüdür. Şöyle ki… Biyografi kelimesi Fransızcadan Yunancaya, Yunancadan Türkçemize geçmiştir. ‘tercüme-i hâl’ ve ‘hikâye-i hayat’ Arapça terkiplerdir. 1910-1912 yılları arasında (o dönemde Türk yurduna dâhil olan) Selânik’te yayınlanan Genç Kalemler isimli dergide; Ali Canib (1887-1967), Ömer Seyfettin (1884-1920) Ziya Gökalp (1876-1924) üçlüsünün müşterek beyannâmesinde; ‘Yabancı dilden kelime alınabilir, terkip alınamaz’ denilmişti. Bu ifâde Türkçe hassasiyeti olanlar tarafından benimsenmiştir.
Türk Dilbilgisi kaidelerine uygun olarak karşılık bulanamadığı için ‘Otobiyografi’ kelimesini kullanma hakkımız mahfuz olmak üzere, biyografi kelimesinin yerine ‘hayat hikâyesi’ denilmesinin uygun olacağı şüphesizdir.
Türkçe hassasiyetinin gereği olarak arz edilen bu girişten sonra Bülent Arslan’ın yazdığı ‘Hayallere Tutunmak’ isimli eserine dönersek efendim… Daha ilk sayfasında Yunus Emre’nin (1238-1320) altın tepsi içinde sunulan mücevher gibi sözleri okuyucuya ‘Hoş geldiniz’ diyor:
Seni sen yapan, başkalarının ayak izleri değil,
kendi adımların olsun.
Bulunduğun kıyıdan ayrılmazsan, okyanus ötesindeki
adalara asla ulaşamazsın.
Eğer ileride ‘keşke’ demek istemiyorsan
üç şeyi doğru seç:
Eşini, işini ve arkadaşını.
Dört ana, 27 alt bölümden oluşan 208 sayfalık eser, renkli ve siyah-beyaz fotoğraflarla zenginleştirilmiştir.
Geleceğin milletlerarası sâhada büyük iş adamı küçük Bülent, Kadıçeşmesinden doldurduğu suyu, babasının koyduğu buz parçalarıyla soğuttuktan sonra; ‘Buz gibi buz, otuz iki dişe kemâne çaldırıyor. Bardağı 5 kuruşa’ diyerek hem ‘Hay sağ olasın yavrum. Su gibi ömrün olsun, geçmişlerinin canına değsin.’ diyenlerin duâsını alıyor, hem de para kazanıyordu. İlk günün kazancı 18 lira 5 kuruştu. 361 bardak su satmıştı. Sonraki işleri de; bit, pire, tahtakurusu gibi haşereleri öldüren DDT satmak, ayakkabıcıda çıraklık yapmak; elle imal edilen ayakkabıların sayasına çiriş sürmek ve yapıştırmaktı.
İlkokul 3. Sınıfta futbol merakı başlamıştır. ‘Zehir Spor Futbol Takımı’nın kalecisi ve kaptanıdır. Bu merak onu, sonraki yıllarda Fenerbahçe Futbol Kulübü kaleciliğine ve genç millî takıma kadar yükseltir. Yurt dışında müsâbakalara katılır. Bir üst sınıfta kantin işletmeciliği yapar, okulda simit satar.
Şimdi 1968 yılına dönelim ve yüksek tahsil için Bafra’dan İstanbul’a gidişinin hikâyesini kendi kaleminden okuyalım.
Okuyacağınız; 17.000 nüfuslu bir kasaba olan Bafra’da bir kıraathâne / kahvehâne işleten, evlât sevgisiyle bahtiyar bir babanın oğlunu tahsil için İstanbul’a yâni gurbete gönderiş hikâyesidir:
Sene 1968, liseden sonra beni İstanbul’a üniversite eğitimi için gönderirken, hiç unutmuyorum SEZER Turizm’in Mersedes marka otobüsleri İstanbul seferlerine yeni başlamış ve koltuk ücreti 46TL. Beni otobüse bindirmek üzere getirirken babam cebime sadece 50 TL koydu ve bilet parası için ise elindeki kutuda çay markası* taşıyordu, Başta anlamadım.
Otobüsün yanına geldiğimizde yazıhaneye (Bilet satış ofisi) girdi ve ‘Hüseyin abi, bilet ücretini verecek param yok. Ben sana marka getirdim, çocuğumu üniversiteye gönderiyorum, Kabul eder misin?’ dedi. Herhangi bir itiraz geldiğini zannetmiyorum ama ben böylece hayatımın ikinci dönemine başladım. Onun için çok şey borçluyum anneme ve babama.
En büyükleri ben olmak üzere üç erkek ve bir kız, dört kardeşiz. Liseyi bitirdiğimde babam bana diyebilirdi ki: ‘Oğlum liseyi bitirdin, artık yeter, geç bakalım ocağa ben biraz dinleneyim, aynısı kardeşlerime, her liseyi bitirene sırayla kahvede önlüğü taktırır ve kendini emekliye ayırabilirdi. Yapmadı, yapamadı, eminim aklından bile geçirmedi…
*çay markası: İçilen çay ve kahve için her seferinde para vermek yerine, topluca alınan 50 veya 100 adetlik plastik, para şeklinde fiş.
Bu bölüm, Bülent Arslan’ın ‘Sevgiyle yapılan her şey çok güzeldir’ özdeyişiyle bitiyor. Hemen ardından gelen ‘İlâhî Mahkeme’ başlıklı ibret-i âlem bölüm, okunmaya değer.
Bülent Arslan’ın hareketli ve canlı hayat hikâyesi sayfalar boyunca devam ediyor. Birini daha alıntılayıp, diğerlerini kitabı okuyanlara bırakalım:
Ağustos sonu geldi çattı ve biz yolda ihtiyaçlarımızı karşılamak üzere yanımıza yiyecek ve içecek aldıktan sonra yola çıktık. Yola çıkarken cebimde tamı tamına 127,5 sterlin vardı. Edirne, Kapıkule derken Bulgaristan’da ilerlemeye başladık. Güzergâhımız: Sofya, sonra Yugoslavya’da Zagrep ve son şehir Maribor, oradan Avusturya Graz, Salzbug’tan Almanya’ya giriş. Münih, Stuttgart, Frankfurt, Köln ve hedefimiz de Hollanda’da Roterdam üzerinden Hoekvan-Holland limanından feribotla İngiltere’ye geçmek.
O yıllarda Demirperde ülkelerinden olan, komünizm rejimi ile yönetilen Bulgaristan ve Yugoslavya’dan geçeceğiz ancak yollarda sık sık durdurularak ‘komşu, komşu’ diyerek rüşvet isteyen polisleri, öğrenci olduğumuzu söyleyerek ve bir şekilde aşarak yola devam edip önce Sofya oradan Yugoslavya, (Şimdiki Sırbistan, Bosna Hersek ve Hırvatistan) Zagrep üzerinden Maribor kasabasına girdik. Avusturya sınırına en yakın kasaba. Buraya gelene kadar geçtiğimiz hiçbir kasaba veya şehre benzemeyen olağanüstü güzel ve medenî bir yer. Çok etkilendim. İşte orada Avrupa’ya geldiğimizi hissettim. Daha sonra belirlediğimiz güzergâhtan Köln’e geldiğimizde maalesef arabamız arıza yaptı. İstanbul’dan 2500 km bir yol katettik, ancak biz o araba ile 3 günde geldik. Yol masraflarının çoğunu ben yaptım.
Yemek, içmek yakıt derken cebimde 35 Sterlin bir para kalmıştı. Arabayı tâmir ettirmek için bir tamirciye götürdük ve tamirci 110 DM (Deutche Mark) para istedi. Bizim maalesef verecek böyle bir paramız yoktu. Düşündük taşındık, araştırdık trenle devam etmeye karar verdik. Arabayı yol ke-narında bir yere park ettik ve valizlerimizi alıp tren istasyonunun yolunu tuttuk.
Bu, mâcerâlarla dolu yolculuğun ilk aksiliğidir. Sonrasında problemler zinciri uzayıp gider. O târihte vize uygulaması olmadığından, sınırda polisi ikna edebilenler geçiyor, edemeyenler ise bilinmeyenler girdabına düşüyordu. İşte sırat köprüsünden geçiş imtihanı:
-Mr. ARSLAN, İngiltere’ye neden geldiniz?
-Okumaya geldim.
-Cebinizde ne kadar paranız var?
(Çıkardım, saydım)
-25 Sterlin.
Nasıl okumayı düşünüyorsunuz?
-Ben çalışabilirim, öğrenim hayatım boyunca hep çalışarak okudum.
-Mr. Arslan, burası çalışarak okunacak bir ülke değil. Mutlaka kendin veya âilen tarafından ihtiyaçların karşılanmalı. Maalesef gördüğüm kadarı ile sende bu imkân yok, ama ben dürüstlüğün için sana teşekkür ederim. Ancak giriş izni veremem.
-Peki ben ne yapacağım şimdi?
Korkmana gerek yok. Nereden geliyorsunuz?
-İstanbul’dan.
-Hep bu trenle mi geldiniz?
Hayır, bu trene Köln’den bindik.
-O halde bu tren, seni oraya kadar ücretsiz geri götürecek, ondan sonrasını sen bilirsin. Ancak ilk tren sabah saat 6,30’da. Dolayısıyla sabaha kadar karantinada kalacaksın ve sabah seni trene bindirecekler ve Köln’e kadar bir ücret ödemeyeceksin.
Yapılabilecek başka bir şey olmamakla birlikte daha korkunç bir durum vardı: Pasaportuna kırmızı damga vurulmuştu. Bir daha İngiltere’ye girme imkânı ebediyen önlenmişti. Arkadaşının bir problemi olmadığından İngiltere’de; Bülent Arslan ise, temiz ve düzgün bir salon olan, kafasındaki endişeler ve belirsizlikler sebebiyle cehennem gibi görünen karantinada çâresiz ve yapayalnız kalmıştı.
Uykusuz bir karantina süresi 6 saatlik yolculuktan sonra ertesi sabah, cebindeki 15 Sterlin ile geniş bir alan olan Köln tren istasyonunda, hücre mahkûmu gibi dilinde, bildiği bütün duâlarla bir sağa bir sola volta atmaktaydı.
Sene 1975, Ağustos aynın sonu. Hiçbir tanıdığı bulunmayan, yatacak yeri olmayan, bir yabancı şehirde, ancak bir defa karnını doyurabileceği parasından başka imkânı bulunmayan bir garipti… Yalnızca okuma, iyi bir eğitim görme azmi vardı. Dikkatli ve ümitliydi. Birden elinde Hürriyet Gazetesi bulunan temiz giyimli birini gördü. Hemen yanına gitti:
-Afedersiniz, ismim Bülent Arslan, Yüksek tahsil yapmak için İngiltere’ye gitmek üzere orada yaşayan bir arkadaşla yola çıktık. Buraya kadar araba ile gelmiştik. Buradan trenle devam ettik, ancak beni İngiltere’ye almadılar ve beni sabah ilk trenle buraya kadar geri gönderdiler.
40 yaşlarında görünen, isminin ‘Sâlih’ olduğunu söyleyen insan, Bülent Arslan’ın okuma azminin ve duâlarının karşılığı idi:
-Merak etme kardeşim ben sana yardımcı olurum.
Dedi ve kahramanımızı evine götürdü. Eşi Nurten Hanım, onu güler yüzle karşıladı. Yemek ikram etti, kalabileceği odayı gösterdi. Müslüman Türk insanının misâfirperverliği, sâdece Anadolu’da değil, ‘insan’ denilen eşref-i mahlûkatın bulunduğu her yerde geçerlidir.
Cenâb-ı Allah, iyi niyetlilerin, dilinden duâyı eksik etmeyenlerin, kalbinde ve aklında vatanına, milletine hizmet etme kararlılığı bulunanların dâima yâr ve yardımcısıdır.
Bülent Arslan Köln’de azmini gerçekleştirmek için çâreler ararken, günün ilk saatlerinde gazete dağıtıcılığı, sonraki saatlerinde ise oto yıkayıcılığı yaptı. Hak Teâlâ, Bülent Arslan’ın gönlüne göre verdi, kullarından birilerini Bülent Arslan’a yardım ile görevlendirdi ve kahramanımız, kazandığı para ile Türkiye’ye geldi. Bir dostunun hiçbir gayrimeşru yola tevessül etmeden, yardımı ile hukûkî yoldan yeni bir pasaport ile İngiltere’ye gidecek kadar para biriktirip, İngiltere’ye gitti ve orada hem çalıştı, hem okudu. Yüksek tahsilini tamamladı. Yalnızca İngiltere’de değil… Amerika’da da… (Hayallere Tutunmak; s: 92-125) ve elbette ve de mutlaka devamı…
DAHİ YAYINCILIK:
Esatpaşa Mahallesi Ziyapaşa Caddesi Nu: 6/2 Ataşehir, İstanbul. Telefon: 0.216-472 34 72
Belgegeçer: 0.216-472 84 05 e-posta: info@dahiyayincilik.com // megep@dahiyayincilik.com
BÜLENT ARSLAN 1952 Yılında Bafra’da doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Bafra’da tamamladı. 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Fizik Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Lisansüstü eğitimini ‘Business System Analysis & Design’ konusunda İngiltere’de Londra City Üniversitesi’nde tamamladı. Üniversite yıllarında başarılı bir spor hayatı da bulunmaktadır. Lise yıllarında Bafraspor’da başladığı futbol kariyerine, İstanbul’da Fenerbahçe Genç ve B takımlarında devam etti ve bu takımlarda kaptanlık görevini de üstlendi. . 1971 yılında İstanbul Genç Karmasına ve oradan da Genç Millî Takıma seçilerek Millî oldu, zamanın değerli Teknik Direktörü Sabri Kiraz tarafından da Fenerbahçe A takımına terfi ettirildi. Lisansüstü eğitimini sırasında Amerika’da 6-16 yaş grubunun eğitildiği önemli bir yazlık kampta 3,5 ay süre ile futbol takım koçu olarak görev yaptı. Eğitimini tamamladıktan sonra yurda dönerek, Deniz Kuvvetleri, Gölcük Otomasyon Bilgi İşlem Merkezinde (GOBIM) askerlik görevini tamamladı ve terhisinin ertesi günü,Yapı Kredi Bankası’na hizmet veren BİLPA’da sistem geliştirme departmanında Sistem Analist/Programcı olarak işe başladı ve 5 yıl süre ile görev yaptı, daha sonra serbest hayata atılarak 1986 yılında ARSKOM Bilgisayar ve Danışmanlık ve Ticaret Ltd. Şti kurdu. Bugün, sahibi olduğu ARSKOM Group şirketleri olarak 4 şirkette toplamda 50’nin üzerinde başarılı mühendisin çalıştığı ve Uydu Haberleşme teknolojilerini kurdu. Dünyânın her tarafında dolaşan Türk armatörlerinin 2000’den fazla gemilerine uydu haberleşme hizmetleri yanında yeni şirketi ARSKOM Marine vasıtasıyla gemi köprü üstünde ihtiyaç olan navigasyon, seyir ve uydu haberleşme ekipmanlarının yenisinin temini, kuruluşu ve mevcutlara teknik destek konusunda hizmet vermektedir. Gürcistan hükümeti tarafından da Gürcistan bayraklı gemiler için yetkilendirilmiştir. Ayrıca Tarım Bakanlığının Su Ürünleri Genel Müdürlüğü adına Balıkçı tekneleri tâkip sisteminin tek yetkilisidir. Hâlen bilgi birikimi ve tecrübelerini gençlerle paylaşmak maksadıyla Yeditepe Üniversitesi Ticârî İlimler Fakültesi, Uygulamalı Bilgisayar Sistemleri Bölümünde ‘Uydu Teknolojileri ve Kablosuz Ağlar’ konusunda dersler vermektedir. |