Almasan havanı bir dert, vermesen bir dert!
Aldığına da, verdiğine de bin şükret!
Çünkü alması da, vermesi de ulu nimet!
Olur mu bundan güzel, bundan büyük ganimet?
-Ohhh! Giderken de gelirken de, bir güzel havamı aldım havamı.
-En pahalı olması gereken, en kıymetli şeyi; en ucuz, en kolay şekilde.
-Ne kaşık ne çatal, ne el ne kol; şöyle bir nefes almak yeter, ohhh be komşu:
Meğer hava almak, ne büyük nimet!
Ne de bitmez tükenmez bir bereket.
Diyeceksin ki: Şimdiye kadar almıyor muydun havanı gayet?
Alıyordum elbet, ama nerde bunu akledecek parlak zihniyet?
Bunun yanında, neyin vardır artık kıymeti?
Kopmuş olur, senin için beden kıyameti!
Çünkü almayan havasını verir canını diyet!
Havasını alan duymalı Tanrıya, pek çok minnet.
-Giderken pazara, rastladım oğlunu yolculayan bir adama. Oğlu soruyordu: “Babacığım ne getireyim sana?” Baba tık nefes, zar zor nefes alıp vererek, binbir müşkülât ve zorlukla dedi oğluna: “Biraz hava getir oğlum biraz hava!”
-Kabul olmayacak duaya “âmin” dercesine verilen bu cevap, dikkatimi çekti. İyice kulak kesildim. Anladım ki, adam astım hastası. Doğru dürüst hava alamıyor, soluklanamıyor! İşte o zaman kafam dank etti.
Ya Rabbî, meğer ne büyük nimet dedim;
İçindeyim de hiç farkında değilim!
Ne kadar şükretsem sana az.
Daim etmeliyim sana niyaz.
Meğer ne kulların varmış havasız!
Biz kulların ise ne kadar arsız!
Asıl nimet içindeyken bizler böyle habersiz;
Esirgemez kullarından nimetini o Azîz!
-İşte böyle sevgili dostum:
Gerçi gittim pazara, döndüm elim boş!
Farkına vardım asıl nimetin, ne hoş.
Aldım havamı bir güzel içime çekerek
Açtım gönül gözümü, ohhh çok şükür diyerek.