Hasta bir toplum olduk. Hapishanelerinde yer bulunmayan, adliyelerinde kavgasız gün geçirilmeyen, trafiğinde kazaen ve kasten her an insan öldürülen bir topluluğun mensuplarıyız biz. Ne kural, ne kanun; varsa yoksa sevgisizlik, rekabet, kötülük ve kardeş olamama.. Bir de Müslüman‘ız oysa..
Bir ülke ki en büyük şehrinin adliye sarayı basılıp savcısı rehin alınabiliyor, öldürülebiliyor. 77 milyona adalet dağıtacak kimselerin bile güvenliğinin olmadığı mesajı toplumun kalan adalet duygusuna sıkılmış bir kurşundur adeta.
Sokaktaki simitçi yanındaki ayakkabı boyacısına ülkenin gidişatıyla ilgili cümle kurduğunda içeri alınacağını kafasından geçirerek geri adım atıyorsa veya susuyorsa sosyal patlama kapımızda demektir. Zilimizi çalan sütçü evindeki eşiyle konuşurken dinlenildiğini düşünerek korkuyla konuşuyorsa işimiz zor demektir.
Korku bulaşıcı bir hastalıktır. Normal insanî duyguların bastırılması toplumları ruhsal ve fiziksel olarak hasta kılar. Sıradan bir futbol taraftarının ya da sıradan bir valinin anormal davranışlarının kaynağı da işte bu genel huzursuzluk halidir.
Siyasete yada ülkenin kötü gidişiyle ilgili sorumluluk makamındakilere üç-beş söz söyleyip rahatlayamayan toplumlar uç ve marjinal tepkiler vermeye başlarlar ister istemez. Biriken stresin dışa salımı olarak.
Kadınlara yönelik aşırı şiddet ve çocuklara yönelik aşırı istismar bunun en bariz örneği. Dahası günlük hayatta her zaman karşılanası hususlara verilen aşırı tepkiler de bu minvalde değerlendirilmeli.
Adamın biri, komşu şehirdeki maçtan gelen ve bin kilometre uzaklığındaki bir şehrin takımının otobüsüne durduk yere pompalı tüfekle saldırıda bulunabiliyor. Kader, bir otobüs dolusu faciayı önlese de sosyoloji “aman dikkat! her an, her şey olabilir” diyor.
Bir ilin valisi o ilin fen lisesinin öğretmeninin kılık kıyafetine bakarak “dilenci ve anarşist” suçlaması yapabiliyor, yaptığı işin önemi adına cumhurbaşkanı gelse dahi kesin otorite sahibi olduğu sınıfının ayağa kalkmaması gerektiği eğitimini alan kişiyi o sınıftan kovabiliyor. Ve o sahne, o işin uzmanı olan kişinin hayatına mal olabiliyor.
Sokaklarında ve parklarında 4-5 yıldır başka bir ülkenin insanlarının gezindiği / dilendiği ve kaç yıl daha gezineceğinin / dileneceğinin bilinmediği bir ülke düşünün. Caddelerinde güvensizliğin ve ara sokaklarında kötülüğün kol gezdiği, spor tesislerinde şiddetin ve resmî kurumlarının önünde karmaşanın hâkim olduğu bir ülke düşünün.
Sonra bu ülkenin bu hâl üzre yıllar yılı gidişini düşünün. İçte biriken gazı düşünün. Bilinçaltına yerleşen saplantıları düşünün. Ve bunun ne zaman, nerden patlayarak çıkış yapacağını düşünün. Düşünmeyin çünkü kestiremezsiniz.
Ve hatta yeri gelmişken uzun tedavi seansları yerine çözüm sadedinde basit bir rehabilitasyon süreci önereyim: 7 HAZİRAN! 2 ay daha dişinizi sıkıp sizi bu sıkıntıya sokan, strese boğan, güvensizlik ve endişelerle yoğuran, sınırlarımızın dışındaki iç savaş görüntülerini tamtam çalarak içeri çağıran yapıya yol verin de kurtulun kardeşim.
Ve herkes şöyle bir rahatlasın; sonra yine simitçi yanındaki ayakkabı boyacısına muhabbet ve dostluk nişanesi olarak laf atmaya – sataşmaya devam etsin. Şöyle ağız tadıyla çayımızı yudumlayalım yahu!
Yoksa çok Celalî isyanları dizisi çekilir bu sette, bu gidişle; haberiniz olsun!