Hasret Bitti Nihayet (6)

67

İstanbul gibi mahza / sırf tarihle içiçe ve tarihle yoğrulmuş bir beldede insana daha çok sorumluluk düşmekte, nerde nasıl bir kentte yaşadığının bilincinde olması gerekmektedir.

Çünkü insanın, özellikle görevi şehadettir. Yani gördükleri eser ve yapıtların birer nişan, işaret ve alâmet olduklarını bilmek. Eserden ustaya, fiilden faile yol bulmak. Yapılanda yapanı görmek. Eserde ustayı keşfetmektir. Ki asıl görüş budur. Madde ve Manaya bu açıdan bakmaktır.

Çünkü insanın, özellikle görevi müşahadedir. Görüp seyrettiklerinden bir mana, bir anlam çıkarmak ve ibret almaktır. Seyrettiklerinde mânevî bir seyir takip ederek asıl maksada ulaşmaktır. Demek ki İstanbul da yaşamak beraberinde bir de sorumluluk getirmektedir insana.

İşte bu sorumluluğu duymayanlar, İstanbul da yaşamakta fakat İstanbul’u yaşayamamaktadırlar.

Sonuç olarak deriz ki ey kaari!

 

İstanbulu hakkıyla yaşamak tam bir anafor

Kolay mı sanırsın ey arkadaş zor üstüne zor

 

İstanbulda yaşamak hakikaten güzel ama nasıl

İstanbulu yaşamak ise işte istenen bu asıl

 

Bununla beraber yine de sen:

 

İstanbulda ara tara İstanbulu bul

İstanbulda İstanbulu yaşa be oğul

 

Çünkü:

 

İstanbulda İstanbul saklı bir hazîne

İstanbulda İstanbul yol verir mazîne

 

Çünkü:

 

İstanbulda manevî İstanbul gerçekten tam bir okul

İstanbulda asıl İstanbulu bulan ne bahtiyar kul

 

Ancak bundan sonra bir köşeye keyfince kurul

Gök kubbenin altında inan başka yok İstanbul

 

Velhasıl:

 

İstanbulda yaşıyor olmak gerçekten de çok güzel

İstanbulu mânaca yaşamak ise çok daha özel

 

Yine de Bülbül; gül dalında, dudağı güle buseler kondururken, güle karşı firkat ve ayrılık acısını dile getirmesi gibi, insanın İstanbul’dayken bile İstanbul’a hasret ve hayret içinde kalmaması mümkün mü? Nitekim “Ben sana daha senin yanındayken bile hasretim!” demiyor mu şarkılar?

 

Olmasa katında değeri hiç

Söz ettirir miydi O Habîbe

Kur’an der miydi İstanbul için

Güzel şehir “Belde-i Tayyibe”

 

 

Önceki İçerikÂşık – Mâşuk (2)
Sonraki İçerikProf. Dr. EMİN IŞIK Hoca ile Sohbet
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.