Her şey ne kadar iyi gitmeye başlamıştı. Hükümet diplomatik ilişkileri çok iyi yürütmüştü. Kara harekâtı hakkında görüş ifade eden devletler Türkiye’yi haklı buluyor, desteklemeyenler bile PKK’ya karşı sınır ötesi bir harekâtı anlayışla karşılıyordu. ABD ortak düşmanımız ilan ettiği terör örgütüne yönelik kara harekâtı için anlık istihbarat desteği vermeye devam ediyordu.
Ordumuz, atalarından tevarüs ettiği kahramanlık ruhunu en zor şartlarda elle tutulur, gözle görünür bir açıklıkta göstermekle kalmıyor, teknolojik imkanları en üst düzeyde kullanırken, yapılan masrafları son kuruşuna kadar helal ettiriyordu..
Her şey iyi gidiyordu.. Hükümet ve Genelkurmay mensupları ayaküstü demeçler ve lüzumsuz ifadelerden kaçınan bir dikkat ve özen içindeydiler. Tepede görünen bu birlik ve beraberlik görüntüsü topyekûn milletimizi ortak heyecan ve duygulara sürüklüyordu.
Yahya Kemal’in bir milletin nasıl olması gerektiğini ifade eden mısralarında olduğu gibiydik sanki:
“Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını;
Görüyor varlığının bir yere toplandığını…”
ABD Dışişleri Bakanı ile Başkan Bush’un “Türkiye’nin harekâtı iki haftada bitirmesi gerektiğini” söylemesinden sonra Hükümetimizden ve Genelkurmay Başkanımızdan gelen açıklamalar ne kadar gururumuzu okşamıştı.
Bu sözlerin üzerinden 24 saat geçmeden ordumuzun Irak’ın kuzeyinden geri çekildiğini öğrendik. Hem de ilk olarak Barzani’nin ağzından. Bu durum “Türkiye’nin sınır ötesi operasyonu ABD’nin izni ile ve ancak O’nun istediği sınırlar içinde yapabildiği” şeklinde algılanmasına yol açtı.
Barzani’nin açıklamasından saatler sonrasında bile Türkiye Başbakanının “Ulus’a Sesleniş” konuşmasının kaydını yaptırırken, “harekâtın başarıyla devam ettiğini” söyleyişi ise Hükümet ile Genelkurmay arasında ciddi bir kopukluk olduğunu gösteren vahim bir durumdu.
Kara harekâtı askeri açıdan kesinlikle başarılı idi. Vurulan hedefler ve etkisiz hale getirilen terörist sayısı önemliydi. Ancak harekâtın asıl amacı Türkiye’nin kendisi açısından gerekli gördüğü her durumda sınır ötesi operasyon yapabileceğini ve eşkıyayı ininde vurabileceğini göstermekti.
Ordumuzun sürpriz geri çekilmesi, harekât boyunca Türk Ordusunun asimetrik güç üstünlüğü ve “ABD’nin kendilerini sattığı” düşüncesinin yarattığı moral bozukluğu ile psikolojik yıkım içindeki PKK, Barzani ve sempatizanları için adeta bir hayat öpücüğü oldu.
Genelkurmay’ın, Hükümetin ve Cumhurbaşkanı’nın “harekâtın sona ermesi kararında ABD’nin etkisi olmamıştır, önceden planlandığı şekilde sona ermiştir” şeklindeki açıklamaları maalesef inandırıcı olmamıştır. Gerçek ne olursa olsun vatandaşlarımızın bizi yönetenlere karşı duyduğu bu inanç kaybı da ciddi bir olaydır.
Eğer Türkiye, ABD ile yapılan ön anlaşmanın dışında bir harekât yürütmeye kalkışmış ve ABD resmi kanallarla ilettiği görüşünü dinlemediğini gördüğü Türkiye’ye medya üzerinden de duyurduğu bir baskı uygulamışsa.. Bu baskıya Türkiye direnç gösterememişse.. Diplomatik ve siyasi fiyasko söz konusudur.
Yok eğer Türkiye’nin harekâtı zaten sona erdireceğini bilen ABD, kendi talebi sonucu Türk Ordusunun geri çekildiği izlenimi vererek Türkiye’ye “kazık attıysa”.. PKK ve Irak’ın kuzeyindeki Kürt unsurlara oyunun sadece ve sadece kendi kontrolünde ve kendi yazdığı senaryo dâhilinde oynanabileceğini, “tek güvencenin ABD olduğunu” göstermiş olmaktadır. Daha da ötesi Türk milletinin kazandığı özgüvene ciddi bir darbe vurmuştur.
Her iki durumda da, Türkiye kazandığı askeri başarıyı, siyasi alanda gösterdiği beceriksizlikle harcamıştır.
Bu beceriksizlikten sonra, harekâtın amacı olan “Irak’ın kuzeyinin terör örgütü için emniyetli bir bölge olmadığını göstermek” hedefine tam olarak ulaşmak, ancak bundan sonra yapılacak daha kapsamlı başka bir sınır ötesi kara harekâtı ile mümkün olabilecek. Yazık…