Hani Çok Güzel Şeyler Olacaktı

97

Türkiye’de yaşayan ve hayatla bağlarını koparmayan herkes; “çok iyi şeyler olacak” cümlesini hatırlar.

Nasıl hatırlamayalım ki; karanlık kış günleri yerini aydınlık günlere terk ediyordu. Havaya, suya ve nihayet toprağa Cemre düştüğü günlerdi. Herkes, şenlikli ve bol yeşil bir bahar bekliyordu. Bütün tohumları çiçek açma sancısı tutmuştu. En önemlisi; 30 yıldır canımıza tak eden PKK belasından kurtulacağımızı müjdeleyen yalanların bile kutsandığı bir zamandı.

Hala hatırlamayanlar, internette arama motorlarından birine cümleyi yazıp sorgulasınlar. Bu öngörünün: Büyük bir geleceği görme ifadesi, tespitte sıfır hata… şeklindeki tanımlamaya ek olarak; Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL’ün, 10 Mart 2009 tarihinde, Ekonomik İş Birliği EİT’in 10. zirve toplantısına giderken, gazetecilere, (Kürt sorunuyla ilgili olarak) “önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak” dediğine dair bolca habere rastlarsınız.

Cumhurbaşkanı o tarihte Manisa bağlarından birine girmiş olsa ve incelemesini tamamladıktan sonra bağ sahibine; “çok iyi şeyler olacak” dese, siz bu cümleden ne anlardınız?

Kış mevsimi bol yağışlı geçmiş, bağın bakımı yerinde, dallar tomurcuklanmış ve bahar başlıyor. Müsaadenizle; ‘bol mahsul alacağınızı ve iyi para kazanacağınızı’ kastettiğini anlayalım artık…

Cumhurbaşkanının bu sözleri her ne kadar hükümetin, ‘Demokratik Açılım Projesini’ kamuoyuna açıklamaya hazırlandığı günlere denk gelse de,  sözlerinin tamamından; somut birtakım verileri görerek böyle bir cümle kurduğunu ve sorunun sona ereceği, eskisi gibi bir ve beraber olacağımızı müjdelediğini anlarsınız…

Bu müjdeli haberin yarattığı sevinçle önümüze serilen “demokratik açılım” seccadesine binip “Simbat” gibi, sevgi ve kardeşlik ülkesine çıktığımız yolculuk, tam iki sene sonra DTK eş başkanı Aysel Tuğluk’un; “kötü şeyler olacak” sözüyle sarsıntı geçirdi. 13 tomurcuğumuzun,  açmadan solduğu gün, Aysel Tuğluk’un, DTK’nın “demokratik özerklik” bildirisini okumasıyla bizim bağa don düştü! Milletin yas tuttuğu gün, onlar, kutlama yaparak kanımıza ekmek doğradılar.

Bahar bekliyorduk, yaz geldi geçti. Şimdi hazandayız, hüzünlüyüz, can evimize ateş düşürenlere, seyredenlere,  ‘sabır’ tavsiye edenlere öfkeliyiz.

Cumhurbaşkanı bu yolculuğunda, gazetecilere başka şeyler de söyledi. Söylediklerinin tamamını hatırladığımızda, nasıl bir projeye bakarak “önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak” dediği daha net anlaşılır. Cumhurbaşkanımız açıklamasında;

Kürt sorunuyla ilgili önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak. Barak Obama’nın seçilmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. Yeni fırsatlar doğdu. Esas sorumluluk ABD’dedir. Herkese büyük sorumluluklar düşüyor. Türkiye ve İran’da dâhil olmak üzere tüm Ortadoğu ülkeleri de görevini yerine getirmeli. Gerçek anlamda yeni bir dünya düzeni kurma imkânı doğdu. Yeni bir çağ açılabilir. Ortadoğu’da kalıcı anlamda bir güvenlik sağlanabilir. Bunun için İsrail’in güvenliği konusunun halledilmesi şart.

Sayın Cumhurbaşkanı bu açıklamalarını, ABD Dış İşleri Bakanı Bayan Clinton’ın Türkiye ziyaretinde yaptığı ikili görüşme ertesinde ve Barak Obama’nın Türkiye ziyareti öncesinde yapıyor.

Yani ABD-İsrail İmparatorluğunun yenidünya düzeni hakkındaki yeni proje ve politikalarına vakıf olduğu zamanda.

Bu politika ve projelere göre Türkiye’deki PKK (Kürt) sorununda çok iyi şeyler olması; ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarlarının korunması ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması şartına bağlanıyor.

Bunun için İran ve Türkiye ile birlikte bütün Ortadoğu ülkelerinin üstlerine düşeni yapması gerekiyor.

ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarları güvence altına alınmadı. İsrail’in güvenliği tam olarak sağlanmadı.

Ortadoğu ülkeleri henüz üstüne düşeni tam yapamadı. Suriye, Libya, Yemen’de direnişler devam ediyor ve en önemlisi İran; “Nuh diyor, Peygamber demiyor!” Bir tek Türkiye’nin çırpınmasıyla da bu iş olmuyor. Demek oluyor ki, biz, PKK (Kürt) sorunu konusunda Türkiye’de çok iyi şeyler olması için daha çok bekleyeceğiz. Daha çok evladımız şehit düşecek, daha çok ayrışacağız. İçimizdeki maşalar, devleti daha çok tehdit edecekler ve biz daha çok “fesuphanallah” deyip daha çook “ya sabır” çekeceğiz.

Bu acınacak halimiz bana şu fıkrayı hatırlattı: Adam önünde yürüyen hasmını görüp sinirlenir ve ensesine bir tokat aşk etmek ister ama yeterli cesareti yoktur. Yanından geçen züğürt bir delikanlıyı görür ve “şu adamın ensesine bir tokat at, sana bir akçe vereceğim” der. Delikanlı işin ucunda parayı görünce hemen kabul eder ve adamın ensesine- yaratana sığınıp- bir tokat patlatır. Tokadı yiyen, hışımla geri döner ve tam karşılık vereceği esnada delikanlı; “çok affedersiniz, sizi, arkadaşım Hasan sandım, ne kadar da benziyorsunuz” diyerek işi tatlıya bağlar. Hasmının ensesinde şaklayan tokatla yüreği yağ bağlayan zengin, bir tokat daha atarsan sana beş akçe daha veririm deyince,  bizim züğürt delikanlı, ben bu sefer ne derim diye düşünerekten bir tokat daha atar ki, yer gök inler. Can havliyle geri dönen mağdur; ulan bu sefer ne diyeceksin diye sorunca, delikanlı; valla ne diyebilirim ki, sende bu ense, bey amcada bu kese, bende bu züğürtlük oldukça sen daha çook dayak yersin!

Siz ne düşünüyorsunuz? Çok güzel şeyler olmasını sabırla ve umutla beklerken; daha çook şehit verip daha çook dayak yer miyiz?

Sahi bizim geleceğimiz, ABD’nin bölgedeki ekonomik çıkarlarının tesisine ve İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına mı bağlı? Öyleyse İsrail’le niye kavga ettik? Büyük Kürdistan İsrail’in güvenliğinin olmazsa olmaz koşulu mu? Bunun için Türkiye’deki Türklerin ve Kürtlerin daha çok ayrıştırılması gerekmez mi?