Kadim dostum ilim adamı Dr. Abdülkadir Sezgin beyle zaman zaman sohbet ederiz.
Abdülkadir Hocamız ilahiyatçı ve araştırmacı bir yazar olup, Diyanet İşleri Başkanlığında Baş Müfettiş olarak görev yapmaktadır.
Hocamla islami konuları tartışırken ” hangi İslam ve kavramsal çerçeve” konulu çok önemli şeyler anlattı. Bu anlatılanları okurlarımla paylaşmak istedim.
Bugün din alanındaki en önemli mesele, İslam denildiğinde ” hangi İslam?” denilmesi ve bu konuda yaşanan kargaşadır.
İslam özü itibariyle ” dünyevi devleti” telkin ve teşvik eder. İslamda din devleti yoktur. Örnek olarak başında Peygamberimiz Hz. Muhammed’in bulunduğu Medine İslam Devletidir.
Başında bizzat Hz. Peygamberin bulunduğu bu devlet, kutsal kitapla, ilahi buyruklarla yönetilmemiştir.
Peygamberin bizzat yönettiği bu devlette yönetim dünyevidir. Medine’de yaşayan Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Ateşperest, Putperest ve diğer insanlar bir araya gelerek bir antlaşma imzalamışlardır. Buna “MEDİNE VESİKASI” deniyor. Daha sonraları ” MEDİNE ANAYASASI” olarak anılan bu metin kutsi metin değildir. Farklı dinlere mensup insanların birlikte kabul ettiği bir metindir. Hz Peygamber devleti bu kurallara göre idare etmiştir.
Bu gün kendini “ŞERİAT DEVLETİ” olarak tavsif eden varsa buna dinin kitabı Kur’an’dan veya sünnetten delil bulmak ve bize anlatmak durumundadır.
İslamda teokratik idare yoktur.
Kuran Müslümanlara idare için; adaleti, istişareyi, işi ehline vermeyi ve hakka riayeti emretmektedir. İslamda her türlü yönetim için esas olan budur. Devletin şekli ve yönetim biçimi veya adı önemli değildir. Bu kurallara uyarak idare edilen devlet, İslam Devleti sayıldığı gibi insan haklarına ve demokrasiye uygun devlet demektir. Kitap ve Sünnette devlete, devletin yönetim biçimine ait şekli kurallar koymamıştır.
Türk Devlet geleneği haline gelen devlet yönetiminin özü budur. Başında bütün Müslümanların “Halifesi” ünvanını da taşımış Osmanlı Devleti’ni “Şeri değil Örfi devlet” olarak tanınır.
Vehhabilik, şia ve kolları gibi İslam içi tartışmalarla birlikte bir takım dış mihrakların katkıları ile İslam denilince ne anlaşıldığı anlaşılmaz hale gelmiştir.
Daha çok medyada görülen ve halkın zihnini karıştıran ” Popülist İslam” ” Halk İslamı” “Kur’an İslamı” “Şeriat” “Siyasi İslam” ” Selefi İslam” ” Alevilik” ” Türk İslamı” ” Sünnilik Arap İslamı” gibi İslam üzerinde ihtilaf meydana getiren anlatımlar ve bir türlü halkın dinle ilgili sorunlarına cevap vermeyen ilahiyatçılar ve din kurumu çalışanlarının çelişkili açıklamaları karşısında şaşıran insanların imdadına siyasetçi yetişmekte.”Senin dediğin doğru ” ” Diyanet kapatılmalı, Din cemaatlere bırakılmalı” gibi reçeteler vermektedir.
Ne anlama geldiği ve neyi ifade ettiği bizce anlaşılmayan ” dinler üstü” veya “mezhepler üstü” din tebliğ edilmesi veya öğretilmesi halinde toplumsal çatışmaların azalacağı teorisi meğer Avrupalı için icad edilmiş bir teoriden ibaretmiş. Avrupalının dini anlamak bakımından biz, onların dini için Hıristiyan diyoruz. Avrupalı hangi ülkeden olursa olsun kendine Hıristiyan demez. Katolik, Ortodoks, Protestan gibi isimler Avrupalı için birer din adıdır.
Bu kelimeler Avrupalı için ayrı ayrı din demektir. Onun içinde Avrupa Birliğinin kültürel ve psikolojik olarak da gerçekleşmesi için Dinler Üstü veya Mezhepler Üstü eğitim teorisi önemli olabilir.
Ülke gerçeklerinden habersiz bir takım ilim adamlarının bu hazır teoriyi, kendisi keşfetmiş gibi alıp bize anlatması çok da yanlış değil. Nasıl olsa orijinal fikri batılılar düşünüp bulduğuna göre aspirin gibi bizim bünyemize de uyar sanılmaktadır.
Türklük ve çağdaşlıkla barışık İslam deyimi ile yeni gibi görünen aslında “Hanefi Maturidi İslam” şeklinde anlatılan eski anlayışın yeni ifadesidir.
Aslında ilk Müslüman Türk Devleti sıfatını da kazanmış Karahanlı Devletinden bu tarafa Türk Devleti geleneği zaten böyle bir kavramsal çerçeveyi asırlardır yaşatmaktadır.
Türkiye’de Sünni İslam denilince akla gelen Hanefi – Maturidi İslamdır. Bu anlayışları yorumlayan, açıklayan, düzenleyen ve insanlara sunan bilginler biri Buhara diğeri Semerkantlıdır ve Türktür.
İnanç dünyamızı düzenleyen niçin, neye, nasıl inanacağımız konusunda dini kabullerimizin fikri ve felsefi kurallarını bulmuş ve kabul ettirmiş olan Maturidi bugün Özbekistan devletinin büyük şehirlerinden olan Semerkant’ın Maturid köyündendir. İslam ibadetlerle ilgili konulardaki hayatımızı düzenleyen yorumların sahibi Numan Bin Sabit meşhur adı ile İmam Azam Ebu Hanife yine bu günkü Özbekistan’ın büyük şehirlerinden Buhara’nın Kabil kasabasından bir Türk çocuğudur.
Alevi Akaidi, Alevi Kelamı ve Alevi İlmihali var mı?
Osmanlı döneminde her farklı anlayış kendisinin bu farklı anlayışını ortaya koymuştur. Bu anlayış farklılıklarını ortaya koymak içinde başvurulan yol, bu farklılık hangi alanda ise bu alanla ilgili bilimsel kabulleri ortaya koymakla olurdu.
İnanç alanında bir farklılık varsa, akaid ve kelam ilminde farklılık bu farklılığı doğuran sebepler diğerinden ayrıldığı noktalar tek tek anlatılırdı. Eğer mesele fıkıh konularında ise bu alanda çalışmalar yapılır, ve bu çalışmaların halka yansıması için ilmihal denilen eserler yazılırdı.
İster Bektaşi ister Alevi şeklinde Osmanlı Tarihi incelendiğinde bizim çağdaş Alevicilerin iddia ettikleri gibi yorum farkı, anlayış farklılığı veya benzeri bir çalışmayı bulma şansımız yoktur.
Alevilik denilen köy Bektaşiliği yahut Kızılbaşlık ile şehirli Aleviliği olan Bektaşilik bir tasavvufi anlayıştır. Tasavvufun uygulamalarını da tarikatlar yapar. Bu tarikatın kurucusu da Hacı Bektaş Veli olup Türkistan’a Ahmet Yeseviye, Aslan Babaya ve Yusuf Hemedaniye kadar uzanır.
Bu tarikatın farklı derecelerinde Pir sayılan bu zatların hepsi inanç bakımından Maturidi ve fıkıh bakımından Hanefidir.
Kimin yazdığına bakılmadan ülkemizdeki ansiklopedilerden her hangi birine bakıldığında bile bu durum anlaşılır. Yani Türkiye Alevileri ile Türkiye Sünnileri şeklinde ayrılarak söylenen şey aynı elmayı bölerek ikram etmeye benziyor. Yoksa din ve mezhep farklılığımız olmadığını herkes biliyor.
Bilmeyenler, bilmek istemeyenler, ayrılıktan menfaat uman dışardan destekli örgüt yöneticileri ve bunların propagandası altında kalmış yurdumun güzel insanlarıdır.
İbadetlerini yerine getiren yüz binlerle Alevi – Bektaşi abdest alırken, namaz kılarken, hacca gittiklerinde hangi mezhebe göre bunu yapıyorlar. Biri hakka yürüdüğünde kefene sarılması, yıkanması, cenaze, evlenenler arasında ayrıca dini nikah da denilen nikah duası okutturanlar hangi mezhebe göre bunu yapıyorlar.
Hiç kuşkunuz olmasın ki Türkiye’de yaşayan Aleviler de Sünni dedikleri Türkler gibi Hanefi Mezhebine göre bunları yapmaktadır.
Garipliğe bakınız ki bu işlerden habersiz gafil din adamı da, DEDE’de bundan habersizdir. Sadece merhum YUSUF GÜNGÖR DEDE gibi ileri yaşta olan Dedelerde az sayıda din adamı bundan haberdardır. İşin doğrusu onlar bilse de bilmese de uygulama budur. Ve kavramsal çerçeve hayatımızın her tarafından yaşanmaktadır.
Siyasetçi, İslam da farklılaşma mantığında olan ilahiyatçı ise konunun istisnası veya istismarcısı gibi gözükmektedir.