Hamdi Aga’yı Şimdi Daha Çok Sevdim

119

Nerden çıktı şimdi bu Hamdi Aga, demeyiniz. Biraz sonra anlatacağım. Önce, emekli bir genelkurmay başkanının, internet sitelerine düşen ses kasetinde neler itiraf ettiğine bakalım: “27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat Darbelerinde görev aldım. 28 Şubat’ta Necmettin Erbakan’ı iktidardan biz indirdik, iktidarı Mesut Yılmaz’a altın tepsi içinde sunduk. 28 Şubat’ta Süleyman Demirel ile ortak hareket ettik. 27 Mayıs’ta Davutpaşa’daydım. Üniversiteler partilere karşıydı. Polis, tuttuğunu bize getiriyordu. Biz de yemek yedirip top oynayıp arka kapıdan salıyorduk. Yıllar sonra Kemal Alemdaroğlu ile karşılaştım. ‘Komutanım saldıklarınız arasında ben de vardım’ dedi.

Mütekait Paşa, Ragıp Paşa’nın, “Çingene marifetlerini sayarken hırsızlıklarını anlatırmış.” anlamına gelen “Merd-i kıpti şecaatin arz ederken sirkatin söyler.” sözündeki gibi,  şecaatine devam ediyor: “12 Eylül’de de rol aldım. Mamak Tugay Komutanı’ydım. Planlama grubundaydım. Sabıkalıyız yani. Sicili bozuk bir adamım. 12 Eylül hazırlığı bir yıl önce başladı. Kritik yerlere atamaları ben yaptım.”

Hamdi Aga köyümüze yakın köyden gelip yerleşmişti. Üç çocuğu vardı, kendi halinde bir insandı. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, her konuda fikir beyan etmezdi. Kızıyla aynı sınıftaydık. O, belki de üç yıllık ilkokul diplomasına sahipti. Bir yaz günü köylülerimiz Ayazmabaşı’nda evlenme düğünü için toplanmışlardı. Hava sıcaktı, ceviz ağaçlarının altı serindi. Herkes kümelenmişti ağaçların gölgesinde. Dağıtılan pilavları yiyordu köylüler. Biz, birkaç çocuk Hamdi Aga ile yan yanaydık. Bize “Siz ne olacaksınız?” diye sordu. İlkokulun ikinci sınıfında okuyan, henüz hayat algılaması oluşmamış, değerleri oturmamış biri olarak ne cevap verebilirdim? Verdiğim cevabı beğenmedi Hamdi Aga. Bulut gibi karardı ve “Oğlum siz de mi ihtilal yapacaksınız?” dedi. Bu sözcüğü ilk defa duyuyordum. İhtilal neydi?

Sonradan yaşayarak öğrendim ki ihtilal, birilerine göre, bu ülkenin “balans ayarı”ymış. Bu ülkede yöneticileri seçmeyi bilmeyenler on yılda bir hizaya getiriliyormuş. Ayrıca o “göbeğini kaşıyanlar”la seçkinci zümrenin oyları aynı olur muymuş? Onlar “dağdaki çoban”mış. “Ağzı çorba kokan”lar, Mozart’ın konçertolarını, senfonilerini dinlemedikçe çağdaş olamazlarmış. Onun için Yunan mitolojisindeki rüya tanrısının yaptığı gibi kısa olanların boyu mengeneyle çekilerek uzatılmalı, uzun olanların boyu testere ile kesilmeli; böylece yatağa yatırılmalıymış. Bu da ancak ihtilal ile gerçekleşirmiş. İhtilal, insanları geriye gitmekten korurmuş. O, ortaçağ karanlığını aydınlatan güçlü bir projektörmüş.

Son elli yılda yaşadığımız ihtilallerin mirasçısı olarak bakıyorum, içim burkuluyor. Üzülüyorum. Darağacında asılan insanlar, genç yaşında birbirine vurdurulan gençler aklıma geliyor. İhtilal gerekçesi olarak hazırlanan kabuslu günleri, beslenen düşmanlıkları, toplumda oluşturulan güvensizlikleri, “ne olacaksa olsun” dedirten ruhları hatırladıkça birilerine olan öfkem iyice artıyor. Başına “yeşil” sözcüğü eklenerek insanların sermaye sahibi olması, “mürteci” denerek kendine güvenmesi, eğitim sistemiyle oynanarak halkın vatansever evlatlarının bürokraside söz sahibi olması önlendi darbelerle. Sermaye dışarıya kaçtı, insanlar öğrenim için yurt dışına çıktı, gidemeyenler devletine küstü, içine kapandı. Nice beyin köreldi. Bunların hepsi, darbecilerin jargonuyla söyleyelim, “laiklik, çağdaşlık, vatanseverlik” adına yapıldı. Yaptığı icraatları nedeniyle “vatan haini” sıfatına layık insanların, kendilerini “yurtsever” diye tanıtması ne büyük samimiyetsizlik, ne büyük riyakarlık!

Hamdi Aga, toprağını kazar, bahçesini sular, aldığı mahsulle karnını doyurur, çoluk çocuğunu geçindirir. Çok kazanırsa şükreder, az kazanırsa tevekkül eder, sabreder. Bir köy insanıdır o. Bu toprağın insanıdır. Karıncayı ezmez, kul hakkından korkar. Beklentileri başkası içindir. Evlatları okusun, anneye babaya saygılı olsun, memlekette hayırlı işler yapsın. Devlet de köyüne yol, su, elektrik getirirse en mutlu insandır o. Ancak, o bilir ki darbelerin hiçbiri bu güzelliği ona sağlayamamıştır. Darbeler insanları birbirine düşürmüştür, ülkeyi kaosa çevirmiştir, memleketi elli yıl geriye götürmüştür. O, benim cevabım karşısında, bundan dolayı kara bulut kesilmiştir.

Hamdi Aga’ya ne cevap verdiğimi şimdi hatırlıyorum. Söylemeye dilim varmıyor ama, bir art niyet taşımadan söylemek zorundayım: “Okuyup da subay olacağım.” Ey Hamdi Aga, sen ne ileri görüşlü adammışsın!