Türkiye bir yandan geniş kesimlerin derin yoksullukla mücadele ettiği bir ülke. Diğer taraftan devleti yönetenler halkın halinden anlamak yerine kendi yarattıkları yapay gündemlerle meşguller.
Bir zamanlar bir esnafın fırlattığı yazar kasa ile hükümet düşerken, şimdi açlık sınırı altında kıvranan çiftçi, esnaf, işçi ve emeklilerin çığlıklarını duyan yok.
Milletin önemli bir kesimi ülkede hak, hukuk, adalet mahrumiyeti olduğu inancı içinde.
Muktedirlerle ters veya farklı düşünenler bir sabah ansızın tutuklanabilmekte. Nasuh Mahruki gibi Türkiye’nin gururu olan, binlerce kişiyi doğal afetlerde kurtarmış, uluslararası dağcılık alanında ülkemizi başarıyla temsil etmiş bir kişi Yüksek Seçim Kuruluna güvensizliğini beyan etti diye 12 m2’lik bir beton kutuya konuldu.
Türkiye, “Atatürk’ün askerleriyiz!” diye yemin eden teğmenlerin ordudan ihracı istenirken, 40 bin kişinin ölümünden sorumlu teröristbaşına güzellemeler yapılıp, TBMM’e davet edildiği bir ülke oldu.
Milli Eğitim Bakanlığı cemaat ve tarikatlara okullarda sözde “değerler eğitimi” verdirirken, belediyelerin modern kreşlerini kapatma derdinde.
Bütün bu olanlara tepki gösterenler, yargı yoluyla cezalandırılmakta.
Oysaki büyük devlet adamları halkın halinden anlarlar. Modern tabiriyle “empati” yapmaya çalışırlar. Yani onların yerine kendini koyarak duygularını anlamaya çalışırlar, neden bu tepkilerin var olduğunu sorgularlar. Halden anladığınız zaman bulduğunuz çözüm de gerçekçi olur.
Meramımı anlatmak için tarihten birkaç örnek vermek istiyorum.
**************************
Sen Hiç Aç Kaldın mı?
Mustafa Kemal Atatürk’ün aç insanın halinden anlamasını gösteren bir olayı hatırlatayım.
Orman Çiftliğinde amele olarak çalışan bir kişi karşısına çıkarak, “haftada bir gün para ödüyorlar, açım” diye şikâyet eder.
Bunun üzerine Mustafa Kemal ilgili mühendisi çağırıp öfkeyle sorar: “Sen hiç aç kaldın mı?”
Ve talimatını verir, “Bundan böyle her gün yevmiye ödeyeceksiniz.”
Bununla yetinmez. Tarım Bakanı’nı bizzat telefonla arar ve O’na da aynı soruyu sorar: “Sen hiç aç kaldın mı?”
Tarım Bakanı istifa etmek zorunda kalır.
****
Başbakan Demirel Kendisine Küfür Edeni Tahliye Ettirdi
Rahmetli Süleyman Demirel’in 43 yıl avukatlığını yapan Ulaştırma, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Av. Yaşar Topçu’nun anlattığı bir olayla devam edelim.
“1979 tarihinde rahmetli Demirel Başbakan idi. Antalya’nın deniz sahilindeki küçük bir ilçesinde vatandaşın biri, bir kahvehanenin ortasında Rahmetli Demirel’e açıkça sövüp saymış. Başbakan olduğu için o zamanki Ceza Kanunu’na göre, savcı re’sen soruşturma başlatmış. Ağır hakaret olduğu için takibat açmış, adamı yakalatıp içeri attırmış.”
Mahkeme ‘şikâyetçi misiniz?’ diye sorduğu için Yaşar Topçu durumu Demirel’e anlatır.
Demirel “Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, bize galiz küfürler etmiş. Hemen git, o vatandaşı hapisten çıkar, gel” talimatını verir.
Yaşar Topçu Antalya’ya gider, hakim ve savcıya Demirel’in sözlerini iletir. Duruşmada da sanığın tahliyesini ister. Sanığın tahliyesine karar verilir.
Sanık, ‘Hâkim Bey, bu bana hayatımın en ağır cezası. Avukatını beni tahliye için gönderen bir insana dilim kopaydı da böyle bir hakaret etmeseydim’ diye pişmanlığını ifade eder…”
**************************
Atatürk’e Küfür Eden Köylü
Cemal Granda anlatıyor: Tekel idaresi sigara kağıdı satışını yasak etmişti; kaçak tütün içenlerden parası olanlar, bu kağıdı karaborsadan sağlayabiliyor; fakat halkın ve özellikle köylülerin büyük kısmı tütünü gazete kağıdı ile sarıp sigara yapmak zorunda kalmışlardı.
Bir gün vatandaşın biri köy kahvesinde böyle hazırladığı bir sigarayı içerken, fena kokusundan şikayet eder ve bütün kötülükleri en başta bulunanlara yönelterek, Atatürk aleyhinde ağzına geleni söyler. Kahvede bulunanlar bir zabıt tutarlar. İş hükümete intikal eder. Cumhurbaşkanı’na karşı işlenen suçlardan dolayı suçlu bulunmak onun müsaade ve onayına bağlı olduğu için, ilgili bakan meseleyi Atatürk’e arz eder.
“Mahkemeye veriyoruz” derler. Sebebini sorduğunda ise:
“Size küfür etmiş Paşam.” cevabını verirler. Atatürk bu durum karşısında üzülür.
“Ben ne yapmışım ki ona?” Evrakı tetkik edenler açıklarlar:
“Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan.”
Atatürk’e bunu söyleyen bir milletvekilidir. Atatürk vekile sorar:
“Siz hiç gazete kağıdı ile sarılmış sigara içtiniz mi?” Vekil cevap verir:
“Hayır efendim.”
“Ben Trablus’ta iken içmiştim, bilirim. Pek berbat şeydir. Adam haklıdır, ben de olsam aynı şeyi yapardım, takibe lüzum yoktur. Siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.”
**************************
Devlet Adamlarına Adalet Yakışır
Devlet adamı deyince aklımıza bu örnekler geliyor. Günümüzde bizi ve devletimizi yönetenlerden böyle bir sorumluluğu, anlayışı ve hoşgörüyü taşımalarını, göreve getirdiklerinde de aynı sorumluluğu hissetmelerini arzu ediyoruz.
Atatürk’ün koltuğunda oturanlar ve onların atadıklarına da Atatürk gibi davranmak yakışır.
Millet “açım” diye feryat ediyorsa çözüm susturmak değil, insanca beslenmesini sağlamaktır. Millet adalet istiyorsa, özgürlük istiyorsa, çözüm “nerede eksiğimiz yanlışımız var” diyerek nefsini ve yönetim tarzını sorgulamak, yapılan hatalardan dönmektedir.
Çünkü Hz. Peygamberin iki hadisinde belirtildiği gibi;
“Adalet güzeldir. Fakat devlet büyüklerinde olsa daha güzeldir…”
“Bir saat adaletle karar vermek, bin saatlik ibadetten hayırlıdır.”