Atatürk’ün bu sözü yaşadığımız başkanlık tartışmaları bağlamında bugün ayrı bir önem kazanıyor.
Bu öneme binaen bu sözün tarihi manada neyi ifade ettiğini sizlerle tartışmak ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Tarihe bakıldığında, yaygın bir hadise olarak, devleti yönetenlerin tebaaya karşı kendi meşruiyetlerini sağlamak ve dolayısıyla iktidarlarını sağlamlaştırmak için, siyasi güçlerini kutsal bir temellendirmeyle de izah ettikleri görülür.
Mesela Türk tarihine baktığımızda İslamiyet’ten önceki dönemde “kut” adı verilen hakanın ailesinin gökten inen tanrısal bir nurla şereflendirildiğine inanılmış, dolayısıyla hakan olma vasfına tanrısal bir güç katılmıştır.
Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra iktidar ve kutsallık ilişkisi devam etmiş, padişah veya sultan “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak nitelendirilmiş ve bu ifade belgelerde ve yazışmalarda da yer almıştır.
Dünya tarihinde pek çok iktidar için benzer durum söz konusudur.
Ve iktidar ve kutsallık ilişkisine yönelik bu gelenek 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.
19. yüzyıldan itibaren özellikle Fransız İhtilalı’nın tesiriyle dünyaya yayılmaya başlayan milliyetçilik ve vatandaşlık bilinci, ardından gelen ulus devlet sistemi imparatorlukları etkilemiş, iktidar ve kutsallık ilişkisi ciddi darbe almıştır.
Çünkü bu akımların tesiri ile artık yönetilenleri kul veya tebaa olarak konumlandırma imkânı ortadan kalkmaya, “vatandaş” mertebesine çıkan halkın sorgusuz sualsiz itaatten ziyade yönetenleri de sorgulaması bir hak ve zorunluluk olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
İşte Cumhuriyet rejimi böyle bir tarihi tecrübeden gelmektedir.
Yani bu noktadan bakıldığında Cumhuriyet ile gelen parlamenter rejimin iddiasının kula kulluğu kaldırıp sadece Allah’a kul olma bilincini yerleştirmek olduğunu söylemek mümkündür.
En azından ben böyle düşünenlerdenim.
Bana göre “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ifadesindeki “hakimiyet”, halkın seçim ve eleştiri gücünü ifade etmektedir.
Allah’ın hâkimiyet ve iktidarına muhalefet etmeyi değil.
Bilakis, Allah’ın akıl ve irade verdiği kullarının bu akıl ve iradesini uygun biçimde kullanma imkânına sahip olması demektir.
Tek bir kişinin ağzından çıkan sözle bir milletin akıbetinin şekillenme tehlikesine karşı bir ihtar niteliğindedir.
Kutsallık atfederek bir insanın “hatasızlık” ve “seçilmişlik” mertebesine yükseltilmesine ve “mutlak” bir iktidar gücü kazanmasına itiraz anlamını taşımaktadır.
Evet, belki “Osmanlı da “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” ifadesini böyle anlamadı” diyebilirsiniz…
Katılıyorum…
Ancak bugün yaşadığımız başkanlık tartışmalarına, Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsı için sevenleri tarafından “kutsallığa, seçilmişliğe” varan ifadeler kullanılmasına ve bu ifadelerin halk nezdinde tepki toplamamasına baktığımda, gelecek için aynı durumun söz konusu olduğunu düşünmüyorum…
Zira bu bakış açısı, eleştiri ve denetlemenin imkanını ortadan kaldırır.
Bu durumda halkın “iradesinden” değil sadece halkın “idaresinden” bahsetmek mümkün olur.
Parlamenter sistemin eksikleri yok mu?
Elbette var.
Ancak en azından potansiyel olarak halkın iradesinin yönetimde temsil edilmesi imkânını taşımaktadır.
Ve eksiğiyle fazlasıyla bu yolda elde ettiğimiz iki yüz yıllık bir tecrübe ve birikimimiz söz konusudur.
Böyle bir birikimi bir kenara bırakarak henüz tam olarak nasıl uygulanacağı belli olmayan bir sistemin tercih edilmesi, ileride halkımızın yaşam biçimi açısından da ciddi sıkıntılar doğurabilir.
Tabii bu konuda son sözü söyleyecek olan yine halktır.
Ve umarım halkımız bu tarihi kararı alırken yönetimde kendi iradesinin temsili hakkından ne kendi ne de gelecek kuşaklar adına feragat etmez…
Saygılarımla…